Artan'la küresel ekonominin ve ABD'nin politikalarının BM'yi nasıl belirlediğini konuştuk.
ABD'nin küresel politikaları BM'yi nasıl etkiliyor?
Ortadoğu'da 'BM'nin güçlüleri' diyebileceğimiz, AB'nin iki lider ülkesi Almanya ve Fransa, ABD-Britanya ikilisi, Rusya ve Çin'in ve bunların yanı sıra nükleer güç olarak Pakistan ve Hindistan'ın Irak işgalinde uzlaşma içinde olmadığı ortada. Normal koşullarda, kendi kendine kapanmayacak bir fay hattından söz ediyoruz. Ortadoğu, uluslararası mutabakatın yokluğunun aynası.
Bugünden geçmişe bakıldığında, Soğuk Savaş'ın içinde bile sıcak çatışmanın dünya geneline yayılması şimdikinden daha uzak bir ihtimal olarak görünüyor. O zaman en azından birbirini caydıran denk güçler vardı. Öte yandan Soğuk Savaş, sıcak çatışma olmadan çözülemeyecek bir çelişkiler yumağı yaratmış değildi. Sovyetler Birliği'nin dağılması ve bunu izleyen süreç, Doğu-Batı blokları arasındaki çelişkinin sıcak çatışma olmaksızın nasıl çözümleniverdiğini zaten gösterdi.
Oysa bugünkü durumun, koşullardaki pek çok farka karşın bazı açılardan 1914'e giden yolu andırdığı söylenebilir. 19. yüzyıl sonlarından itibaren Almanya'nın büyük bütçelerle dünya çapında bir deniz gücü olmaya doğru gidişi, küresel rekabetteki çelişkilerin normal süreçlerde çözümlenemeyeceğinin bir işaretiydi.
Bugün ABD'de devam eden silah programları kime karşı? Uzaydan fırlatılacak küçük nükleer bombalarla kim vurulacak? Bunlar ABD'nin savunmasına mı yönelik, yoksa nükleer bombalarla teröristler mi vurulacak? ABD'de süren, kıtalar arası nükleer silahlara karşı korunma kalkanı projesi kimin nükleer silahlarına karşı? Elindekilerden yıllarca kurtulmaya çalışmış Rusya'ya mı karşı? Yoksa Kuzey Kore'ye karşı mı? Kuzey Kore'nin elindeki birkaç orta menzilli füzeyle ABD'ye meydan okuyacağını gerçekten aklından geçiren var mı? Yoksa bu projenin amacı, sadece birkaç silah şirketine devlet eliyle birkaç milyar dolar kazandırmaktan mı ibaret?
Sistemin iç çelişkilerinin nokta uzlaşmalarla büyük bir sıcak çatışmaya yol açmadan yıllarca sürdürülebileceğini 20. yüzyılın ilk yarısında yaşananlar gösteriyor.
Son 50 yılda değişen ne?
2. Dünya Savaşı sonrasında BM dahil uluslararası kuruluşların yıllarca işlevsel görünmesi, hatta olabilmesi ise, doğal süreçlerin sonucu, kendiliğinden ekonomik gelişmelerin kendiliğinden sonucuydu diyemeyiz. Savaş sonrasında dünyada ekonomik gelişmenin dinamosu olan bir ülke, ABD, savaşta yıkılmış ve yeniden inşa için yatırıma aç bir Avrupa ve Japonya vardı. Dinamo ülkenin parası aynı zamanda alternatifsiz küresel paraydı. Bugün ABD ne üretim ne de yatırımlar açısından bir dinamo; doların küresel para konumunda da önemli bir sarsıntı yaşanıyor.
ABD varlıklarının çok önemli bir bölümünün yabancıların elinde olduğu günümüz dünyasında doların küresel konumunun korunması, giderek daha büyük bedellerin ödenmesini gerektiriyor. Dolara denomine varlıklara yabancı yatırımlarının sürmesi, yabancıların bu varlıklardan uzaklaşmaması için ABD cari açığının düzeltilmesi giderek daha yakıcı bir zorunluluk haline geliyor. Dünyanın geri kalanı sonsuza kadar ABD'yi finanse edemez. Cari açığın düzeltilmesi için bugün bel bağlanan ise, Amerikan ihracatını güçlendirecek dolar devalüasyonu. Esas olarak Çin üretimiyle rekabetten söz ediyoruz. Doların hangi oranda devalüe edilmesi ABD açısından durumu dengeler? Yüzde 40, yüzde 50? Böyle bir devalüasyon ABD'deki yaşam düzeyinde, ekonomik büyümenin temel dayanağını oluşturan tüketici harcamalarında ne tür sonuçlara yol açar? Ayrıca ABD'de böyle bir rekabetçi devalüasyondan güç alıp dünya pazarındaki payını büyütecek bir üretimden hangi ölçüde söz edebiliriz? Amerikan şirketleri üretimlerini büyük ölçüde ABD dışına, düşük maliyet ülkelerine kaydırmış durumdalar.
Bugün ABD'nin askeri operasyonlarının arkasında, sadece ABD merkezli sermayenin gelişen pazarlara erişimi, Orta Doğu enerji kaynakları üzerinde denetim sağlama ya da savaş sektörüyle ekonomiyi canlandırma hedeflerinin değil, aynı zamanda doların küresel para konumunun korunması hedefinin bulunduğu söylenebilir. Bunu da, uluslararası ekonominin istikrarını sağlama misyonunu üstlenerek yapıyor. Ama bu misyonu üstlenmiş başkaları da var. ABD'ninki gibi bir askeri güçten yoksun olmakla beraber AB'nin de küresel istikrar misyonuna talip olduğu söylenebilir. Çin için de giderek artan ölçüde böyle bir misyonun parçası olduğu söylenebilir.
Sermaye birikiminin sürekliliği açısından bu güçlerin farklı dinamikleri, farklı düzeyleri temsil ettiği de ortada. Biraz hızlı bir değerlendirme yapma pahasına belki şöyle denebilir: 21. yüzyılın başında sermayenin Çin'in ucuz emeğine, ABD'nin menkul değerler piyasalarına ve ordusuna, AB'nin para birimine, İngiltere'nin mali sistemine ihtiyacı var. Bu Salvador Dali'yi kıskandıracak bir portre.
BM'nin durumunu ya da işlevsizliğini, sermayenin kârlılığı ve sermaye birikiminin sürekliliği açısından bugün ihtiyaç duyulan koşulların kendi aralarındaki uyumsuzluktan, uyumsuzluğun da ötesinde çözümsüz çelişkilerden bağımsız düşünmemek gerek.
ABD'nin askeri gücünü ve operasyonlarını Çin ne zamana kadar finanse edecek? ABD'nin Çin'e karşı giderek büyüyen ticaret açığını göz önünde bulundurursak, Irak işgali pratik olarak Çin tarafından finanse ediliyor. ABD, Çin'deki devlet denetimli sermaye birikimini küresel istikrar adına desteklemeye ne zamana kadar devam edecek?
BM'nin alternatifi var mı peki?
Üretim etkenlerinin maliyetinin küresel ölçekte eşitlendiği, maliyetlerin dünyanın her yerinde aynı olduğu koşullarda ne savaş çıkardı ne de BM'ye ihtiyaç olurdu. Ama o zaman, ya yeni bir keşif de yapılmaması gerekiyor (yeni bir keşif maliyetleri etkileyeceğinden), ya da yeni bir keşfin tüm dünyaya eşzamanlı olarak sunulması. Bu durumda rekabetten de söz edilemeyeceğine göre, maliyetten de söz edemezdik.
BM'nin varlık nedeni, pazarlardaki eşitsizlikler. Bu eşitsizliklerde devletler sadece para birimleri, para politikaları ve mali politikaları, hukuk sistemleri, uluslararası anlaşmaları, askeri güçleri, vs. ile taraf değil, aynı zamanda çeşitli ittifaklarla, bloklaşmalarla eşitsizliklerin bizzat yaratıcısı konumunda olduğu için, BM'nin sürmesi için bu eşitsizliklerin sürmesi, savaş tehdidinin olması doğal bir koşul. Bu tehdit gerçeğe dönüştüğünde ya da böyle bir sürece girildiğinde BM'nin işlevi geçici olarak sona erer. Herhalde BM'nin yeniden işlevsellik kazanması değil de, alternatifi ise, üretimin sadece insanların ihtiyaçları gözetilerek yapılması, toplumlar arasında bu temelde işbirliklerinin geliştirilmesi, bunu planlayan ve yöneten demokratik mekanizmaların kurulması.
Keşiflerin ne maliyete koşullu ne de maliyet baskısı altında olduğu bir dünyayı hayal etmek kolay değil. Ama gelecekte dünyayı saracak büyük bir sıcak çatışmayı hayal etmek de kolay değil. Böyle bir tehlike son 100 yıl içinde üçüncü kez kapıya dayandıysa, kolay cevaplar, "pratik" çözümler, kapıyı tehlikeye yavaş yavaş açmaktan başka bir anlam taşımayacak demektir. (TK)