Birleşmiş Milletler Kadına Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi geçtiğimiz günlerde Rusya'da homofobik nefret suçuna maruz kalan iki lezbiyen ile ilgili bir görüş yayımladı.
Rusya'nın saldırıyı etkili biçimde soruşturmadığı ile ilgili bir hüküm ve Rusya hükümetine çeşitli tavsiyeler içeren kararı Kaos GL gönüllülerinden Sena Çiçekli özetledi ve Türkçe'ye çevirdi.
Kaos GL'de yer alan çeviriye göre, komitenin kararı lezbiyenlerin haklarının korunmasına ilişkin önem taşıyor. Komite, 2013 yılında Rusya’nın homofobik “eşcinsel propaganda yasasını” hayata geçirmesinin ardından 2014’te saldırıya uğrayan iki eşcinsel kadının başvurusu üzerine kararını açıkladı.
TIKLAYIN - Çevirinin tamamını okuyun
Komite kararında Rusya’ya etkin soruşturma yürütme, tazminat ödeme ve mağdurlara psikolojik destek sağlamayı da öneriyor.
Resmi olmayan çevirinin İngilizce orijinaline bu linkten erişilebilir.
Kararın Türkçe özet çevirisi ise şöyle:
Kadına Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi
Komite’nin İhtiyari Protokol’ün No.lu 7/3 Hükmüne Yönelik, 119/2017 No.lu Başvuru Hakkında İçtihadı
Başvuruda bulunanlar: O.N. ve D.P. (Müdafi Svetlana Gromova tarafından temsil edilmektedirler)
Mağduriyet iddiasında bulunanlar: Başvurucular
Taraf devlet: Rusya Federasyonu
Başvuru tarihi: 24 Mart 2017
Kararın kabul tarihi: 24 Şubat 2020
Başvuru Sahipleri Tarafından İleri Sürülen Olay ve Olgular
Rus vatandaşları O.N. ve D.P., ilişkileri yıllardır devam etmekte olan lezbiyen bir çifttir. 20 Ekim 2014 tarihinde saat 00:47 sularında, eve gitmek üzere bir metro istasyonundan yola çıkmışken kendilerini takip eden iki yabancı erkeği fark ederler. Yola devam etmelerine karşın metro istasyonundan evlerine giden yol boyunca bahsi geçen iki erkek tarafından takip edilirler. Yol sırasında birbirlerine sarılarak, birbirlerini öperek ve el ele tutuşarak ilişkilerini açık bir biçimde belli etmişlerdir. Bu sırada erkeklerden biri ilk başvurucuya arkadan saldırır ve vurmaya başlar. Ardından iki başvurucuya birden saldırır; vücut, baş ve yüz bölgelerine vurmaya devam ederken bir yandan homofobik hakaretlerde bulunur ve tekrar karşılaşmaları hâlinde başvurucuları öldürmekle tehdit eder. Bu sırada diğer erkek, olanları telefon kamerasıyla kaydetmektedir. Yaşananlardan sonra iki erkek de olay yerini terk eder.
Başvurucular hayatlarından endişe ettikleri için yaşananlardan hemen sonra polise gitmeye çekinirler. Ertesi gün, 21 Ekim 2014 tarihinde olayın araştırılması için kolluğa başvuruda bulunurlar. İlk başvurucu aynı gün bedensel muayeneden geçer; beyin sarsıntısı geçirdiği ve sol kalçasında hematom bulunduğu tespit edilir. Diğer başvurucu ise, o tarih itibariyle vücudunda görünür bir iz olmaması sebebiyle tıbbi kontrolden geçmeyi reddeder. 22 Ekim tarihinde vücudundaki darbe izleri ve morluklar görünür hâle gelir. Saldırının cinsel yönelimlerine yönelik bir nefretten kaynaklandığını polise iletmişlerdir. İlk başvurucu, metro istasyonundan devam eden yol üzerindeki kamera kayıtlarının incelenmesi talebinde bulunur.
30 Ekim 2014 tarihinde Moskovski polis merkezinden bir görevli, görgü tanıklarını ve failleri tespit etmenin mümkün olmadığından bahisle, Rus Ceza Kanunu’nun 116/1 no.lu hükmünde yer alan suça yönelik bir kamu davası açmayı reddeder. Savcılık bu kararı iptal eder ve kapsamlı bir araştırma yapılması, başvurucuların aldıkları darbelerin ciddiyetinin tespit edilmesi, kamera kayıtlarının incelenmesi ve diğer soruşturma işlemlerinin gerçekleştirilmesi için kolluk görevlisine dosyayı geri gönderir.
26 Kasım 2014 tarihinde ilk başvurucu adli tıp kontrolünden geçer. Sol kalçasında hematom bulgularına rastlanırken sağlanan araç gereçlerin yetersizliği sebebiyle beyin sarsıntısı tespit edilemez. Kolluk görevlisi metro istasyonu idaresinden kamera kayıtlarını talep etmiş ancak kayıtların 7 günlük periyotlarla imha edilmesi sebebiyle bu talebi karşılıksız kalmıştır.
9 Aralık 2014 tarihinde soruşturma işlemleri tamamlanmış ve kolluk görevlisi suç bulunmadığı gerekçesiyle kamu davası açmayı tekrar reddetmiştir. Savcı tarafından bu ret kararı hukuka aykırı ve gerekçeden yoksun bulunmuş ve bozulmuştur. Savcı kararında, 116/1 hükmüne göre ceza davası açmak bakımından yeterli dayanağın bulunduğunu belirtmiştir. Dosya tekrar önüne gelen kolluk görevlisi, suç bulunmadığını gerekçe göstererek kamu davası açmayı bir kere daha reddetmiştir. Başvurucular bu kararlardan haberdar olmadıklarını ve süreç hakkında bilgilendirilmediklerini belirtmektedir.
3 Mart 2015 tarihinde başvurucular, soruşturma işlemlerinin gereği gibi yapılmadığından bahisle yerel mahkeme önünde kolluk görevlisinin ret kararına itiraz ederler. Başvuruculara göre yapılan işlemler, somut olayın geleneksel olmayan cinsel yönelimlerine karşı tepki niteliğinde bir şiddet vakası olduğunu göz ardı etmektedir. Ayrıca dosya kapsamında yapılan soruşturma işlemlerinin kendilerine tebliğ edilmediğini belirtmektedirler. Başvurucular 2 Nisan 2015 tarihinde önceki açıklamalarını yineleyerek, tanıkları veya failleri tespit etmek için herhangi bir adım atılmadığını, kamera kayıtlarının zamanında talep edilmediğini ve bu ihmalin tamiri mümkün olmayan bir delil kaybına yol açtığını, metro istasyonundan olay yerine kadar ilerleyen yolda başka bir bölgede kamera kayıtlarının incelenmesi için herhangi bir adım atılmadığını eklerler.
13 Mart 2015 tarihinde savcı, Ceza Kanunu’nun 116/1 hükmüne dayanarak bir kamu davasının açılması için yeterli dayanağın bulunduğunu ileri sürerek kolluğun 14 Şubat 2015 tarihinde verdiği ret kararını bozmuş ve dosyayı kolluk görevlisine iade etmiştir.
14 Nisan 2015 tarihinde yerel mahkeme davayı kısmen kabul etmiş, kolluk görevlisinin olay yeri incelemesi yapmadığını ve bu sebeple soruşturma işlemlerini gerektiği gibi yerine getiremediğini tespit etmiştir. Diğer iddia ve talepler ise yerel mahkeme tarafından reddedilmiştir. Başvurucular davayı temyiz etse de temyiz mahkemesi, yerel mahkemenin kararını hukuka uygun bularak onamıştır.
2 Mayıs 2015 tarihinde kolluk memuru, Ceza Kanunu’nun 116/1 hükmüne dayanarak kamu davası açmış, başvurucular kovuşturma işlemleri kapsamında mağdur sıfatıyla dinlenmiştir. 21 Temmuz 2015 tarihinde faillerin tespit edilememesi gerekçe gösterilerek kovuşturma dosyası işlemden kaldırılmıştır. İddialara göre bu karar başvuruculara tebliğ edilmemiştir.
18 Haziran 2015 tarihinde başvurucuların müdafii, somut olayda mağdurların karşı karşıya kaldığı fiilin 116/2 hükmüne karşılık geldiği itirazında bulunmuş ve isnat edilen suç tipinin yeniden vasıflandırılmasını talep etmiştir. Müdafiye göre 116/2 hükmünün lafzı yorumlandığında toplumsal bir gruba yönelik nefret ve düşmanlık kaynaklı şiddet eylemlerini kapsayıcı nitelik taşıdığı söylenebilir. Somut olayda mağdurların, kendilerini LGBT topluluğunun bir parçası olarak gören lezbiyen kadınlar olduğu dikkate alınırsa bu hükmün uygulanması daha yerinde olacaktır. Bu talep, failleri belirlemenin mümkün olmaması ve dolayısıyla eylemin homofobik bir motivasyonla gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinin tespit edilmesinin olanaksız olması gerekçesiyle 20 Haziran 2015 tarihinde kolluk görevlisi tarafından reddedilmiştir.
6 Ağustos 2015 tarihinde ilk başvurucu, mahkemeye bu ret kararı hakkında itirazda bulundu ve kolluk görevlisinin suçun homofobik yönünü ve ölüm tehdidi içerdiğini göz ardı ettiği iddiasını ileri sürdü. 16 Ekim 2015 tarihinde kolluk görevlisinin kararında ileri sürdüğü gerekçeler onanarak başvurucunun talebi reddedildi. Kararda ölüm tehdidi iddiasına ise yer verilmedi. 22 Ekim 2015 tarihinde yerel mahkemenin bu kararı başvurucunun avukatı tarafından temyiz edildi. Temyiz mahkemesi yerel mahkemenin ulaştığı sonuçları haklı bularak temyiz talebini reddetti.
Başvurucunun talebi ve itirazları üzerine kovuşturma işlemlerine devam edilmeye başlandı ancak faillerin tespit edilememesi gerekçesiyle dosya yeniden işlemden kaldırıldı. Dosyanın işlemden kaldırılması kararı savcı tarafından bozularak daha ileri bir araştırma yapılması için geri gönderildi. 10 Mayıs 2016 tarihinde başvurucunun, isnat edilen suçun hukuki vasıflandırılmasında değişiklik yapılmasına yönelik ilettiği talep yeniden reddedildi.
Başvurucuların iddiasına göre 23 Mayıs 2015 tarihinde yapılan adli tıp incelemesi sonucunda hazırlanan rapor, kendilerine 31 Mayıs 2016 tarihinde tebliğ edildi. 2016 yılının Eylül ayında kovuşturmanın gidişatı hakkında bilgi alma talebinde bulunmalarına karşın yetkili makamlardan herhangi bir yanıt gelmedi.
Başvurucular mevcut iç hukuk yollarının etkili bir çözüm sağlamakta yetersiz olduğunu iddia ettiler. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Dobriyeva ve diğerleri v. Rusya Federasyonu kararına referansta bulunarak temyiz yolunun soruşturma ve kovuşturma aşamalarında meydana gelen bozuklukları telafi etmekte yetersiz kaldığını ileri sürdüler. Soruşturma ve kovuşturma aşamasında yapılan hatalı uygulamalara, kolluk görevlisinin ihmaline ve suç tipinin yanlış vasıflandırılmış olmasına vurgu yaptılar. Ayrıca ulusal mahkemelerin, kolluk görevlisinin soruşturma ve kovuşturma işlemlerini yürütmek bakımından bağımsızlığı bulunduğu tespitini yaptığını da eklediler. Başvurucular, tüm bu açıklamalara dayanarak mevcut iç hukuk yolunun etkili olmadığı iddiasında bulunmaktadırlar.
Başvurucuların Şikâyetleri
Başvurucular Rusya Federasyonu hükümetinin, cinsel yönelimleri sebebiyle karşı karşıya kaldıkları saldırı suçunu soruşturmakta yetersiz kaldığı ve böylelikle Sözleşme’nin 1, 2 (b), (c), (e) ve (f) hükümleri ile 5 (a) hükmünün ihlal edildiği iddiasında bulunmaktadır. Ülkede benimsenen yasal çerçeve ve idari uygulamalar, devletin kadınları cinsel yönelim temelli ayrımcılıktan koruması yükümlülüğünü yerine getirmesine elverişli değildir. Komite’nin tavsiye kararlarının aksine Rusya Federasyonu’nda, LGBT bireylerin cinsel yönelimlerini hedef alan nefret ve ayrımcılık fiilleri ayrı bir suç tipi olarak düzenlenmemiştir. Rusya Federasyonu Ceza Kanunu’nda yer alan 63/1 ve 116/2 hükümlerinin dolaylı olarak bu profildeki eylemleri cezalandırmaya elverişli bir ortam sağladığı söylenebilir ise de yerel makamlar, homofobik eğilimler taşıyan suçların bu yönünü araştırmaktan kaçınmaktadır.
Başvurucuların iddialarına göre, yetkili yerel makamlar soruşturma ve kovuşturma sürecini etkili, ivedi ve bağımsız bir şekilde yürütmek konusunda yetersiz kalmışlardır. Kolluk görevlileri delilleri ivedi bir biçimde toplamak ve korumaya almak konusunda başarısız olmakla kalmamış, dosyanın gidişatı hakkında muhatapları bilgilendirmeyi de büyük ölçüde ihmal etmiştir. Başvuruculara göre ulusal makamların LBT (lezbiyen, biseksüel, trans) kadınlara karşı takındığı tutum sebebiyle hükümet, kadın haklarını destekleme ve bunların hayata geçirilmelerini sağlama yükümlülüğünü ihlal etmektedir.
Başvurucular Komite’den; Sözleşme’nin 1, 2 (b), (c), (e) ve (f) hükümleri ile 5 (a) hükmünün ihlal edildiği tespitini yapmasını, muhatap devlete maddi tazminat ve psikolojik rehabilitasyon da dahil olmak üzere somut olaya uygun hukuki çareler sağlaması yönünde tavsiyede bulunmasını talep etmektedir. Ayrıca muhatap devlete, etkili ve koşullara uygun kovuşturma işlemlerini resen yürütmesi, kamu görevlilerine LBT kadınlara karşı işlenen homofobik suçlar hakkında eğitim vermesi, nefret suçu mağduru olan LBT kadınlara uygun psikolojik, hukuki ve diğer danışmanlığı sağlaması yönünde tavsiyede bulunulmasını istemektedirler.
Muhatap Devletin Kabul Edilebilirlik ve Esas Hakkındaki Görüşleri
Rusya Federasyonu hükümeti kabul edilebilirlik açısından, başvurucuların iç hukuk yollarını tüketmeden Komite’ye başvuruda bulunduklarını belirtmektedir. Başvurucuların Ceza Usul Kanunu’nda öngörülen hukuki çarenin yetersiz olduğuna dair iddiaları ise hükümet tarafından reddedilmiştir.
Hükümetin iddialarına göre savcılık, yaptığı incelemede başvurucuların cinsel yönelimlerini hedef alan insanlık dışı ve onur kırıcı bir muameleye veya ayrımcılığa maruz kaldığına dair herhangi bir delil elde etmemiştir. Suç tipinin yeniden tanımlanmasına yönelik talebin reddedilmesi hukuka uygun bir karardır; nitekim suç işleyen kişiler tespit edilmeden suçu işleme motivasyonunun belirlenmesi mümkün olmayacaktır. Henüz kimliği bilinmeyen bir kimsenin, suçu belirli bir toplumsal gruba nefret saikiyle işleyip işlemediği belirlenemez.
Bu açıklamalar doğrultusunda hükümet, başvurucuların Sözleşme ile güvence altına alınan haklarının ihlal edilmediğini savunmaktadır. (EMK)