İsviçre’nin Cenevre kentindeki Birleşmiş Milletler 33. İnsan Hakları Konseyi’nin Türkiye oturumlarında insan hakları ve basın özgürlüğü konusundaki hak ihlalleri konuşuldu.
TIKLAYIN - BM: GÜNEYDOĞU’DAKİ DURUMLA İLGİLİ İZLEME EKİBİ KURDUK
Oturumda, BM Zorla ve İrade Dışı Kaybolmalar Çalışma Grubu Başkanı Houria Es-Slami, 14-18 Mart tarihlerinde Türkiye’ye yaptığı ziyaret ve görüşmelerin ardından hazırladığı 19 sayfalık raporunu sundu.
Görüşmelerde yetkililere geçmişte yaşanan 202 kayıp iddiası ile güncel 79 kayıp iddiasını sorduklarını vurgulayan Es-Slami, 15 Eylül’deki oturumda şunları aktardı:
“Türkiye’nin PKK ile yürüttüğü 1992-1994 yılları arasındaki savaş süresince çok sayıda kayıp iddiaları söz konusu. Bunların birçoğu polis, asker ve köy korucularının evlere baskın düzenlemesi sonrası gözaltına alınanlardan oluşuyor. Bu insanlar, PKK’ye 'üye olmak' veya 'yardım etmekle' suçlanmış ve bu yüzden gözaltına alınmış, işkenceye maruz kalmış ve daha sonra kendilerinden haber alınamamış. Bu kişiler arasında muhalif siyasi parti üyeleri ve gazeteciler de var.”
“Türkiye uluslararası yasalara uymalı”
Oturumları Cenevre’de takip eden Dicle Haber Ajansı’nın haberine göre Es-Slami, bu kişilerin akıbetine dair gerekli ciddi bir araştırmanın yapılmadığını ve geriye kalan aile bireylerine de gerekli psikolojik ve sosyal desteğin sunulmadığına dikkat çekti.
Temmuz 2015 tarihinden itibaren PKK ve Türkiye güvenlik güçleri arasında tekrardan başlayan çatışmalar ve beraberinde ilan edilen sokağa çıkma yasaklarını hatırlatan Es-Slami, “Ülkenin bu bölümünde yaşananlar çalışma grubunun 1998 yılındaki raporunda belirttiği dramatik durumla benzerdir. İnsan Hakları kuruluşları bu durumu ifade ediyor” dedi.
Türkiye’nin kendi güvenlik tedbirlerini almasını anlayabildiklerini ama zorla kayıp da dahil olmak üzere yaşanan insan hakları ihlallerine gerekçe olarak "Terörle Mücadeleyi” göstermesinin kabul edilir olmadığını söyleyen Es-Slami, Türkiye’yi uluslararası yasalara uymaya çağırdı.
Es-Slami Türkiye’nin geçmişte yaşanan kayıplara ilişkin sorumluluk alması gerektiğini ve geçmişiyle yüzleşmesi gerektiğini söyledi.
“Zorla Kayıplar Sözleşmesi imzalanmalı”
Gelecekte de benzeri olayların yaşanmaması için bunun gerekli olduğunu söyleyen Es-Slami, “Zorla kayıplar yasada ayrı bir madde olarak yer almıyor. Bu durum ülkenin kendi yasalarında da belirtilmemiştir” diye belirtti.
“Ülkenin güneydoğusunda yürütülen askeri operasyonlar kayıplar ve insan hakları ihlallerine zemin sunuyor.”
Es-Slami, Türkiye'ye derhal BM’nin Zorla Kayıplar Sözleşmesi'ni imzalama çağrısında bulundu.
“Aileler cenazelerine ulaşamadı”
Çalışma grubunun bölgeyi ziyareti sırasında tanık olduklarından ciddi rahatsızlık duyduğunu belirten Es-Slami, ailelerin operasyonlar sırasında kaybettikleri yakınlarının cenazelerine tam olarak ulaşamadıklarını söyledi.
Es-Slami yargısız infaz ve diğer hak ihlalleri iddialarının had safhada olduğunu da sözlerine ekledi.
Ayrıca, Suriye savaşı boyunca Türkiye’ye sığınmış, Ezidi kadınların da aralarında bulunduğu birçok insanın ve özellikle de çocuklar üzerinden insan ticareti yapıldığını, birçok çocuğun kayıp olduğunu dile getirdi.
Türkiye BM’yi suçladı
Türkiye'nin BM Cenevre Ofisi nezdindeki Daimi Temsilcisi Büyükelçi Mehmet Ferden Çarıkçı ise raporla ilgili, “Çalışma Grubu'nun Türkiye ile ilgili raporunda PKK'nın bir terör örgütü olarak adlandırılmamasını esefle karşıladığımızı ifade etmek istiyorum” dedi.
Operasyonların “sivillerin korunması için yapıldığı” iddiasında bulunan Çarıkçı, ailelerin cenazelere ulaşamamasıyla ilgili de “Cenazeler çatışmalarda birer kalkan olarak kullanıldığı için aileler cenazelerine ulaşamıyor” dedi.
İfade özgürlüğü tepkisi
Konseyin dünkü oturumunda da Türkiye’de gazetecilere yönelik baskılar eleştirildi.
Article 19’den Andrew Smith, Olağanüstü Hal yetkilerinin kötüye kullanıldığını belirterek, bu durumun gazetecilere yönelik bir baskı aracına döndüğünü söyledi.
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü'nden (RSF) Hélène Sackstein de Özgür Gündem'e destek amaçlı Nöbetçi Yayın Yönetmenliği kampanyasına katılan gazetecilere yönelik baskılara dikkat çekti.
RSF'nin Türkiye Temsilcisi, bianet raportörü Erol Önderoğlu'nun kampanyaya katıldığı için "örgüt propagandası" yapmakla suçlandığını hatırlatan Sackstein, bu ve benzeri örneklerin gazetecilerin neden acilen koruma altına alınması gerektiğini çok iyi ifade eden örnekler olduğunu kaydetti. (AS)