Sokaklar hala bizim! ...
Perşembe günü bizim için nasıl başladı? Çarşamba'dan başlamak gerek anlatmaya... Çarşamba, okuldaki süresiz oturma eylemine başladığımız ilk gündü. Bütün günü, bütün geceyi yemekhanede, başka bir dünyanın halen mümkün olduğunu hem kendimize hem de okuldaki tüm öğrencilere hatırlatmaya çalışarak geçirdik..
Ve sabah istenmeden beklenen bombalama başladı.. Kahvaltıda ağlak yüzlerimizle "n'apsak" diye dolanırken, hepimizin aklında belki de tek bir şey vardı: sokaklar halen bizim...
Yemekhane bize dar geldi, kampus bize dar geldi ve bir servise atlayarak kendimizi Galatasaray'a, bizimle birlikte susmayıp haykırmak isteyen diğerlerinin yanına attık.. Öğlen yürüyüşü sakin sessiz bir isyan içinde geçti.
Kocaman seslerle Taksim'e
Galatasaray'dan sadece ses çıkararak, slogan atmadan, belki atamadan, söyleyecek bir şey bulamadan, sadece kocaman sesler çıkararak taksim meydanına kadar yürüdük, meydanda heykelin etrafında iç içe geçen halkalar oluşturup "yurtta sulh cihanda sulh" yazılı çelengi heykelin önüne bıraktık, ve sessizce dağıldık..
Kalabalık sessizce dağılırken, "biz" sessizce toparlanabilmek için biraz simit alıp çay içmeye gittik.. Bu sefer herkesin aklında, aylardır düşündüğümüz, ama keşke gelmese dediğimiz günün asıl eylemi vardı.. 'bombalamanın başladığı gün saat 18:00'de Atatürk Kültür Merkezi'nde (AKM).
Bombalamanın başladığı gün saat 18:00'de AKM'nin önündeydik.. Önce küçücük bir kalabalıktık, etrafta belki hiç görmediğimiz kadar çok polisin arasında ufacıktık. Yavaş yavaş, akın akın, gürül gürül çoğaldık...
Herkesin özgürlüğü için İstiklal'de
Arada sırada her kafadan bir ses çıktı, arada sırada herkes hep bir ağızdan "savaşa hayır" diye bağırdı... Bizi orada birleştiren, hepimizin içini acıtan, hepimizi bağırtan çığlıktı "hayır!", hayır diyebilmekti bizi Taksim'e çeken.. Bağıra çağıra yürümeye başladık, oradan oraya, oradan buraya derken birden kendimizi İstiklal'de bulduk.
İstiklal'de biz özgürdük, İstiklal'de biz herkesin özgürlüğü için yürüdük, koştuk, bağırdık, çağırdık. Savaşa hayır demek için ellerimizi çırptık, ıslık çaldık, ses çıkardık.. Akşam okula döndüğümüzde haberlerde izlediğimizden çok farklıydı her şey.
Orada biz "bir şey" söyledik. Orada biz, "hep beraberiz" dedik, hep beraber olduğumuz için "kurtulacağız" dedik. İstanbul'un tam da göbeğinde, savaşsız bir dünyanın mümkün olduğunu, hiçbir halkın yalnız olmadığını haykırdık. Biz hep beraber düşündük, düşündüğümüzü hep beraber ifade ettik, ettik ki bizi de yok sanmasınlar, ettik ki biz de varolabilelim.
Tüm dünyanın "değişebilir"cileri
Ama bizi halen yok sayıyorlar. Bizi halen güçsüz sayıyorlar. Bu sanrılar belki de bizim kendimizi güçsüz görmemizden alevleniyor, bu sanrılar belki de "nasıl değişir" kuşkularımızdan güç alıyor.
İşte bu sanrıları yok etmek için, kendi gücümüzü hissedebilmek için, otoriteler önünde de kendimizi var edebilmek için, önce "biz", sonra şehrin, sonra ülkenin, sonra da tüm dünyanın "değişebilir"cileri, hayır diyenleri haykırmalı.
Hayır diyen herkes yüksek sesle karşı çıkmalı, hayır diyen herkes "bi'şey yapmalı".
Sesimizi çıkarmazsak!
Her zaman tam zamanı.. Dünyada olan hiçbir vahşete göz yummamalı, sokakların bize, dünyanın bize ait olduğunu unutmamalıyız. Biz bunu geçen perşembe akşamı çok net bir şekilde yaşadık, yaşarken hatırladık.
Benim dünyamda savaşa yer yok. Ve ben bunu haykırmak istiyorum ki, benim dünyamda savaşanlar bunu duysun, sesler çoğalsın, birleşsin, ve benim dünyamda savaşmak isteyenleri sustursun..
Perşembe günü bunlar oldu.. Atılan taşların, yanan bayrakların yanından, her türlü şiddete "hayır, hayır... Hayır, hayır, hayır!" diyerek geçip giderken biz, işte bunları yaşadık, sesimizi çıkarmaya korkmadık, korkmadığımız için sesimizi çıkarabildik.
Çünkü biz biliyoruz ki, biz sesimizi çıkarmazsak, kimse bizi duymaz...
"Sen yoksan bir eksiğiz.." (DE/NM)
* Didem Ermiş Sabancı Üniversitesi öğrencisi