Mersin'de Uğur Türkmen ile İzmir'de Mehmet Ali Kanmaz adlı tutuklu yakınları da kendi evlerinde ölüm orucunu sürdürüyor.
'Gökyüzüne uçmuyoruz, ölüyoruz'
Kardeşi Abidin Şimşek'in Kandıra F Tipi Cezaevi'nde bulunduğunu söyleyen ve ölüm orucunu 149 gündür sürdüren Hülya Şimşek , kardeşinin ve tüm tutukluların kaldığı tek kişilik hücrelerin açılmasını istiyor. Hükümetin cezaevindeki ölümlere karşı sağır ve kör olduğunu vurgulayan Şimşek, "Bu politikayla ne cezaevleri sorunu, ne de bu ülkenin diğer sorunları çözülebilir. Bu durumda hükümet, olsa olsa her gün yeni hapishanelere ihtiyaç duyacaktır" diyor ve soruyor:
"Ecevit yıllardır politika yapmak için güvercin uçuruyor. Güvercin uçurmak neyi simgeliyor?"
Sonra sorusunu kendisi yanıtlıyor:
"Bizim, hapishanedeki yakınlarımızın ve bu halkın kanatları yok. Biz gökyüzüne, özgürlüğe uçmuyoruz. Biz ölüme gidiyoruz, bu halk da açlığa, işsizliğe, sefalete gidiyor."
Dışarısının da içerisi gibi hücreleştirildiğini söyleyen Şimşek, "İnsanlar parasızlıktan evlerinde televizyonun önünden ayrılamıyorlar. Her yer hücreleştirildi" diyor.
Evde, içlerinde BBC, ATV gibi televizyon kanallarının da bulunduğu bir çok kurumdan gelen gazeteci var. Ölümlerden sonra çok sayıda gazeteci, her gün gelip son durumu öğreniyor. Yazar Bilgesu Erenus , beş gündür bu evde kalıyor. Edip Akbayram'ın eşi Ayten Akbayram da tutuklu yakınlarını ziyarete gelmiş.
19 Aralık 2000'de gerçekleşen "hayata dönüş" operasyonundan bir hafta önce tahliye edilen Reşit Sarı, tutukluların örgüt baskısıyla ölüm orucuna yattıklarına dair propagandanın asılsız olduğunu ispat etmek istediği için bu eyleme başladığını söylüyor. Sarı, "Ben çıktıktan sonra dünyanın öbür ucuna da gidebilirdim, ama buradayım. Dışarıda örgüt baskısı yok, ama ben ölüm orucundayım" diyor.
'Tutuklular bırakınca, biz de bırakırız'
Ölüm orucunun 125. gününde olan Sarı, "Cezaevindeki tutuklular ölüm orucunu bıraktığı zaman, biz de bırakırız. Ama bırakmak için öncelikle, tecridin kayıtsız şartsız kaldırılması ve sorunun çözümünde tek muhatap olan devletin, tutukluların karşısına oturması gerekli."
Sarı'ya, Cezaevindeki tutukluların talepleri arasında Terörle Mücadele Yasası'nın kaldırılması, Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin(DGM) kaldırılması gibi kısa vadede gerçekleştirilemeyecek talepler olduğunu, bu taleplerin ölüm orucu eylemiyle kazanılma ihtimali olup olmadığını soruyoruz.
Sarı, "Bizim, 20 Ekim'de açıkladığımız tüm talepler geçerlidir. Hatta artık bu taleplere, 19 Aralık 2000'de yapılan operasyonda 30 tutsağın ölümünden sorumlu olan güvenlik güçlerinin yargılanması da dahil oldu. Bu eylem cezaevinde başladı, cezaevinde biter. Devlet tecridi kaldırır. Tutsaklarla diyaloga geçer. Bunun biçimini de kendisi belirler. Bu diyalog sonunda tutsaklar ikna olursa, bu bizim için yeterlidir. Biz de onlarla birlikte bu eyleme son veririz. Ayrıca hemen bugünden hayata geçirilebilecek talepler var. Biz öncelikle bunları bekliyoruz " dedi.
Evin koridorunda, ölen arkadaşlarının anısına bir eylem panosu hazırlanmış. Üzerinde bu evde yaşamını yitiren Gülsümün Ada Dönmez ve Canan Kulaksız'ın resimleri var. Ölüm orucundaki tüm tutuklu yakınlarının fotoğrafları bulunan bir afişte şöyle yazıyor:
"Her an ölebilirler. Ya biz, ne kadar yaşıyoruz onlar ölürken?"
Kendisiyle birlikte ölüm orucuna yatan kardeşi Canan Kulaksız'ı önceki gün kaybeden Zehra Kulaksız , 148 gündür ölüm orucunu sürdürüyor. Kulaksız, "Bu bir irade savaşı. Bu savaşı biz kazanacağız. Öncelikle hükümet, tutsaklarla görüşecek. Tutsaklar bitirirse, biz de bitireceğiz" diyor.
Gülsüman Ada Dönmez ve Canan Kulaksız'ın ölümünden sonra basının eve olan ilgisinin artıp artmadığını sorduğumuz Fatma Şener, sitemle "Artmış ki sen gelmişsin" diyor. 155 gündür ölüm orucunda bulunan Şener, "Biz zaten ölümlerden sonra bu eve olan ilginin artacağını biliyorduk. Bedeli bizim için çok ağır oldu, daha da ağır olacak" diye konuştu.
Fatma Şener ve Hülya Şimşek, basına verdikleri demeçlerde sık sık tekrarladıkları "Biz yaşamayı seviyoruz" cümlesini kanıtlamak istercesine aylardır uğraştıkları bahçelerindeki çiçeklerle ilgilenmeye devam ediyorlar.
Evde oruca yatan beşinci kişi Şenay Hanoğlu 'nun eşi Yücel Hanoğlu Tekirdağ F Tipi Cezaevi'nde. 155 gündür eylemi sürdüren Hanoğlu, artık konuşmakta güçlük çekiyor ve yatağından çıkmıyor.
Yazar Bilgesu Erenus , gazetecilerin özellikle televizyon kanallarının son günlerde bu eve ilişkin tehlikeli başlıklar atmaya başladığını belirterek, "Ölüm Evi" tanımının sıklıkla kullanıldığını, bu evin ölüm değil "Nasıl Daha İnsan Olunur Evi" olduğunu söyledi. Erenus, "Özellikle oruçtaki arkadaşlarımızın aileleri bu başlıktan çok ürktüler. 'Acaba bir müdahale mi geliyor. Çocuklarımızı zorla çıkarıp, müdahale mi edecekler?' diye telaşlandılar. Müdahale ihtimali, bu başlıkları atanlar için de büyük sorumluluk" dedi.
Arkadaşlarına refakat etmek için evde kalan Hakkı Şimşek , 155 günü şöyle anlatıyor:
"Elinize bir gül verildiğini düşünün. Onun gün gün soluşunu, kuruyuşunu izliyorsunuz. Onların eriyişini izliyorum."
Eve sık sık ziyarete geldiğini belirten Ayten Akbayram, yetkililerin duyarsızlığını şaşkınlıkla izlediğini belirterek, "Bir hükümet düşünün ki, öğrencisini, memurunu, işçisini sokaklarda dövüyor. Mahkumunu cezaevinde bombalıyor. Sanatçısını dinlemiyor. Her şeye kulaklarını tıkamış" diye konuşuyor.
'Hayata döndürmek bizim görevimiz'
Bu satırlar yazıldığı sırada Sağlık Bakanı Osman Durmuş , bir basın mensubunun "Ölüm oruçlarına dair ne yapacaksınız?" şeklindeki sorusuna, "Hayata döndürmek bizim görevimiz " diye cevap veriyor. Artık "hayata döndürme" sözü kimseyi rahatlatmıyor, aksine tutuklu ve hükümlü yakınlarının yüreklerine korku salıyor. Hükümetin, en son tutukluları hayata döndürme girişimi olan 19 Aralık 2000 tarihli cezaevi operasyonu, 2'si er, 30'u mahkum, 32 kişinin ölümüne yol açmıştı.(YV)