Lübnan’da yayınlanan El Hayat gazetesinin ekonomi bölümünde muhabirlik yapan Mayssaloun Nassar’la Lübnan’daki kültürel çeşitlilik, Arap kimliği ve Lübnan’daki Ermeni cemaati hakkında konuştuk. Mayssaloun, adının anlamını açıklayarak başlıyor: "Yeşil otlar vadisi". Sonra söyleşimiz boyunca, kendini ve ülkesindeki kültürel çeşitliliğin Arap kimliğiyle nasıl buluştuğunu anlattı.
Tam olarak ne işle meşgulsünüz?
Lübnan’da yayınlanan El Hayat gazetesinde ekonomi muhabiri olarak çalışıyorum. Yerel, uluslararası ve Arap ülkeleri bağlamında petrol ve yoksulluk gibi konularda yazıyorum. Ayrıca France 24 kanalına yerel politika ve ekonomi haberleri hazırlıyorum. Bir de, LBCI kanallarında (Uluslararası Lübnan Yayıncılık Şirketi) senarist olarak çalışıyorum. İki yıl önce, Euromed (Avrupa-Akdeniz işbirliği) ortalığıyla hazırlanan bir televizyon programı hazırlamıştım.
Lübnanlı bir kadın gazeteci olarak, Müslüman kimliğinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Dinin düşünce sistemimizi ve kültürümüzü belirleyen bir parça olduğunu özellikle belirtmek istiyorum. Bireysel yaşantılarımızda dil, sosyal değerler ve Araplık gibi pek çok başka değer ve kimlikten başka değerlere de sahibiz. İslam’dan bahsettiğimiz zaman, dini sadece politik tüketim amaçlı olarak kullanan politik parti ve grupları düşünmemek lazım. Bu da, bence tüm dünyadaki insanların inandığı başka bir inanç sisteminin daha var olduğu anlamına geliyor: kutsal din ve tüm dünya üzerinde yaşayan insanların paylaştığı bir inancın, insanı esas alan özü.
Bu açıdan, kadın bir gazeteci olarak ben güncel konularda yazarken kendi gazeteci kişiliğime; içinde yaşadığım toplumu ve dünyayı kendi Müslümanlığımı katarak yazıyorum. Müslüman kimliğimin pek çok zenginliği de içinde barındırdığına inanarak, modern İslam’ın geleneksel İslam’dan farlı olduğunu düşünüyorum. Modern İslam’ın getirdiği pozitif alışkanlıkları benimseyen biriyim ve tüm dünyada yansıtılan bir Müslüman kimliğinden daha farklı bir İslam olduğunu biliyorum. İslamiyet, uluslararası basında her gün yansıtılmak istendiği gibi sadece terörizm değil ve Müslüman olmanız, sizin terörist olacağınız anlamına gelmiyor. Bizim Lübnan’daki Müslüman dünyamız aslında çok toleranslı ve modern dünyanın modern sorunlarıyla, yeni düşünceler ve yeni yollarla bağlantı kurmaya çalışıyor.
Lübnanlı bir gazeteci olarak, Müslümanlığımla gururlanıyorum çünkü bu kimlik bana büyük ve zengin bir medeniyetin, İslam medeniyetinin bir parçası olma fırsatını veriyor. Müslüman olsam da olmasam da bu böyle. Başkalarının düşüncelerini benimsesem de benimsesem de, bu daima tolerans kelimesini hatırlatıyor; yani geniş düşünmeyi ve açık fikirli bir gazeteci olmayı.
Hegemonik bir sömürgeci güce karşı her şeyden daha fazla korunması gereken şey: Kültürel çeşitlilik
Dürziler, Nasturiler ve Yezidiler gibi Lübnan’da yaşayan kültürel çeşitlilik hakkında neler biliyorsunuz?
Bu soruya cevap vermeden önce önemli bir noktanın altını çizmek istiyorum. Lübnan birkaç azınlık grubunun biraya toplandığı bir yer değil sadece. Biz bu ülkede -Lübnan’da- Ermenileri ve Kürtleri de kapsayan, bütün azınlık cemaatleriyle birlikte bir dili ve Arap kimliğinin bir yüzü olan bir Arap kültürünü paylaşıyoruz. Bütün bir coğrafyayı birbirine bağlayan, ortak sosyal alışkanlıklara ve bir dile sahibiz. İlk olarak Sünni Müslüman, Şii ya da Hıristiyan (Katolik, Ortodoks ya da Maruni) veya Dürzi, Kürt ya da Alevi olsak da; hepimiz Lübnanlı Arap kimliğini paylaşıyoruz. Lübnan’ın çeşitli azınlık gruplarından insanların yaşadığı bir ülke olduğunu tabii ki reddetmiyorum. Dürziler, Maruniler, Kürtler, Ermeniler ve Aleviler çeşitli bölgelerde gruplar halinde yaşıyor. Ancak çok fazla Yezidi yok.
Benim için kültürel çeşitlilik Lübnan’ı diğer ülkelerden zengin yapan bir zenginlik, ancak bu çeşitlilik bir taraftan Lübnan’a özgü bir travma yarattı. İsrail ve ABD gibi iki büyük güç bu çeşitliliği bozarak, taciz ederek ülkenin bir takım yerel ve politik sembolleri kontrol etmeye çalışıyorlar. Burada gazeteci kimliğimi saklayarak şunu belirtmek istiyorum: Ülkemin her türlü hegemonik güçten uzak kalması gerek. Son yıllarda İsrail, ülkemizi ciddi anlamda tehdit etmeye başladı ve biz bu küçük ülkeyi bütün kültürel çeşitliliği sağlayan azınlık cemaatleriyle birlikte savunduk ve hala savunmaya devam ediyoruz. Yabancı güçlerin, sahip olduğumuz ortak kimliği, kültürü ve bizi bir arada tutan değerleri mahvetmemesi için her şeyden daha fazla kültürel çeşitliliğimizi korumaya çalışıyoruz.
Genellikle azınlık grupları hangi bölgelerde yaşıyorlar ve kendi geleneksel kültürel yaşantılarını devam ettiriyorlar mı?
Lübnan aslında küçük bir ülke ve tüm kültürel çeşitliliğin bir karışımına başkent Beyrut’ta rastlamak mümkün. Genellikle Beyrut’ta yaşayan bir Kürt ya da Dürzi’nin geleneksel yaşantısını sürdürdüğü söylenemez, ancak dağlık alanda yaşayan Dürziler eski geleneksel alışkanlıklarına ve giysilerine sahipler. Ancak onlarla konuşmadan, sadece giysilerinden inançlarını anlamak zor. İsimlerinden bile anlamak zor. Mesela Nassar ismi hem Müslüman hem Hıristiyan hem de bir Dürzi aile üyesinde görülebiliyor. Yani inançları tamamen farklı ama ortak bir isme sahip.
Lübnan’daki Ermeni cemaati hakkında neler biliyorsun? Kendilerini nasıl tanımlıyorlar? Kültürel azınlık mı, yoksa diaspora mı?
Lübnan’daki Ermeni cemaati çok bütünleşmiş bir cemaat. Yeni kuşak Ermeniler, kendini “Ermeni kökenli Lübnanlı” olarak tanımlıyor. Politik, sosyal ve ekonomik bir yaşam olarak Lübnan’ı paylaşıyorlar. Kendilerini politik anlamda da, siyasal partiler yoluyla temsil ediyorlar. Mücevher ve tekstil alanında çalışıyorlar yoğun olarak ve profesyonel altın tasarımcısı olarak biliniyorlar.
Bu arada ben diaspora kavramına katılmıyorum, çünkü Ermeni nüfusu Türk katliamlarından sonra yok oldu. Yani onlar "diaspora" değil. "Diaspora" kavramı, genellikle Yahudi entelektüeller tarafından Arap ülkelerinde yerlerinden edilen Filistinlileri tanımlamak için kullanılan bir kavram. Bizim tamamen reddettiğimiz ve doğru olmayan bir şey bu.
Hrant Dink suikastı Lübnan’da nasıl yankı buldu? Ermeni cemaatinin ilk tepkisi nasıldı ve sen neler düşünüyorsun bu konuda?
Sadece Ermeni yazar ya da gazetecileri değil, bütün bir Lübnanlı entelektüel toplum Hrant Dink suikastıyla ilgilendi. Birçok haber ve makalenin yanı sıra çeşitli söyleşilerde yayınlandı. Ben bu olayı, sıradan bir cinayet olarak algılamadım; tüm diğer özgür ve bağımsız gazetecilerin kaderi gibi bir suikasttı ve onun ölümü bir toplumu değiştirme ve etkileme kapasitesine sahipti. Bu da sanırım bazıları için gerçekten bir tehdit olarak algılandı, yani tüm totaliter rejimlerde olduğu gibi… Ben bu büyük kayıp için gerçekten çok üzgünüm ve tüm dünyanın, bağımsız ve özgür gazetecilerin katledilmesine seyirci kalması karşında çılgına dönüyorum. (YK/TK)