"Büyük olasılıkla uzun ve kanlı bir savaş olacağı", dolayısıyla bu olumsuzluk içinde barış ve küresel adaletten yana mevcut umutvar dinamiklerin güçleneceği şeklinde çoğumuzun kapıldığı görüş ve beklenti gerçekleşmedi. Aksine Amerika Birleşik Devletlerini (ABD) bile şaşırtan bir kısa zamanda Bağdat düştü.
Bu ise, yine hepimizin öngörü ve beklentisinin aksine, "şahinleri yalnızca daha çaresiz" yapmadı, "kısa dönem önceliği olduğu görülen kendi planlarını" daha büyük bir pervazsızlıkla uygulamaları için yollarını açtı.
Terör daha da artacak
Öyle ki, artık bu pervazsızlığı sürdürmek için "bir tane daha seçim kazanmaya ihtiyaçları" kalmadı. "Ekonomik programları(nın da) ABD'yi iflasa sürükleme" olasılığı yerine, krizini görece aşmasını sağlaması gündeme geldi; elbette ki ekonominin yoğunlaşacak militarizasyonu ve dünyamızın yoğunlaşacak acıları pahasına...
Ancak dünyanın aleyhine olan bu durum, ABD'nin ekonomik olarak yelkenini şişireceği, ekonomik göstergelerinin yükseleceği anlamına geliyor.
Bu sürpriz gelişmeyle birlikte gücün terörü, dünyanın başında, etkisi görece artan bir araç haline gelecek. Güç politikalarının meşruiyeti, kısa vadede dünyamızı teslim alacak. ABD'nin imparatorluk siyaseti uygulaması ve bunu kabul ettirmesi görece kolaylaşacak.
ABD'li şahinlerin küresel hakimiyeti artacak ve bir şekilde "yenilgiye uğratılabilecekleri" beklentisi orta vadede olanaksızlaşacak. Dolayısıyla "bu noktada açık olan dünya siyasi mücadelesinin keskinleşmesi" eğilimi kısa vadede ABD hegemonyasının pekişen gücü karşısında gerileyecektir.
Özetle Bağdat'ın böylesi erken düşüşü, ABD eksenli yeni dünya düzeninin orta vadeli zaferi oldu. Böylece dünyanın çokkutuplu kurumlaşması olasılığı yanı sıra uzayacak bir savaşla küresel direnişin kurumlaşacağı ve yaygınlaşacağı beklentisi ciddi bir darbe yedi. Dolayısıyla dünyamız kötü bir dönem geçirecek demektir.
Çabuk ulaşılan zaferin nimetleri
Bu olağanüstü çabuk zafer, ABD'ye, görece üstünlükleri ve Afganistan hakimiyetinin sunamadığı denli bir etkinlik elde etmesini sağlamıştır. Bu sayede dünya-sistemini kendi isteklerine uygun olarak yeniden şekillendirecek bir hegemonik güç olarak konumlanma olanağı elde edecek.. Bu kolay zafer onun II. Dünya Savaşı sonrası konjonktürünün sağladığı avantajlarla donanmasını sağlayacak.
İyice etkisizleşmiş bir Birleşmiş Milletler (BM), alternatif iç bütünlüğünü yitirip karşı hegemonya odağı olmaktan çıkmış bir Avrupa Birliği (AB), potansiyel bir alternatif odak olarak daha da etkisiz bir Şanghay Beşlisi, kendi telaşına düşerek daha da pusmuş bir Arap Birliği karşısında askeri performansı ve gözü kara aklıyla devasa bir ABD hegemonyası kurulmasının avantajları elde edilmiştir.
Bu hegemonya, II. Dünya Savaşı sonrası ABD'den çok, savaş öncesi Hitler Almanyası'nın çok daha etkin, etkinliğini diğer büyük güçlere kabul ettirmiş halini andırmaktadır.
Küresel sermaye ve onun yeni-liberal ideolojisinin, Sovyetlerin yıkılmasıyla elde ettiği etkinlik de, ABD'nin söz konusu bu hegemonyasını pekiştiren araçlar olarak işlev görecek.
Oysa aynı yeni-liberal ideolojinin etki ve yaygınlaştırılma alanı içinde bulunan AB, Japonya ve Rusya'nın ABD hegemonyası karşısında etki alanlarını genişletme mücadelesinin neden olduğu çokkutuplulaşma eğilimi, yeni liberal ideolojinin pervazsızlığını sınırlayan bir işlev görüyordu.
Dolayısıyla eğer ABD saldırının Bağdat önlerinde 3-5 ay tıkanması sağlanabilmiş olsaydı hem farklı bir dünya yönelimine girecektik hem de yeni-liberal ideolojinin Sovyetlerin çöküşüyle sağladığı etkinlikte ciddi bir mevzi kaybı gerçekleşecek, küresel sermaye ve IMF'nin pervasızlığı ciddi bir mevzi kaybına uğrayacaktı.
Bağdat'ın bu kolay düşüşüyle birlikte çokkutuplulaşma eğiliminin önü alınmış, SB'nin sağladığı denge bir yana geçen 10 yıldaki görece çokkutupluluğun sağladığı olanaklar da yitirilmiştir. Böylesi mutlak bir hegemonyayı elde edebilmek için ABD'nin Bağdat'ta nükleer silah kullanmaktan bile çekinmeyeceği bekleniyordu. Ancak uzayacak bir direniş, atom bile kullansa ABD'nin bugünkü denli güç elde etmesine olanak vermeyecekti.
Uzayan direniş, dünya çapında burjuva ve sosyalist güçlerin kurumsallaşmasını sağlayacak, bu koşullarda atılacak bir atom bombası, onun galibiyetini olsa olsa bir Pirus Zaferi ile sınırlı tutacaktı. Üstelik uzayan direniş ABD'nin ekonomik göstergelerini bozacağı gibi, hegemonyasının maddi temellerini de zayıflatacak, alternatif güç odaklarının onu zorladığı bir konum oluşacaktı.
ABD'nin pervasızlığı
Esasen ABD'yi böylesi pervasız kılan şey de, Sovyetlerin yıkılması sonrası elde ettiği hegemonyada belirgin gerilemeydi. Japonya görece ekonomik gerilemesine rağmen koruduğu gücüyle ABD hegemonyası karşısında maddi bir tehlike oluşturmaya devam ediyordu. Avrupa Birliği (AB) etki alanı içinde tutulmakla birlikte, alternatif bir proje olarak gelişiyor ve ekonomik performansı yanı sıra kendi merkezkaç eğiliminin siyasal, askeri ve mali olanaklarını geliştiriyordu.
AB'nin salt bu konumu bile, örneğin ABD karşıtlığı temelinde dünyada Dolar'dan Euro'ya yönelişe olanak sunarak ABD parasal hegemonyası için ciddi bir kriz faktörü oluşturuyordu. Rusya, II. Dünya Savaşı sonrası Almanya ve Japonya'yı anımsatan bir şekilde kendini toparlamış, bağlı cumhuriyetlerin çoğunluğuyla ilişkilerini önemli oranda onarmış ve yenilemişti.
Çin'in göz kamaştırıcı ekonomik performansı ve Şanghay Beşlisi'nin oluşumu ise, yükselen bir güç odağı oluşturuyordu. Bütün bunlar, dünya çapında ABD hegemonyasını gerileten, öngörülebilir bir gelecek için onu dünyada sıradanlaştıran, çokkutuplu bir yeni dünyada büyük güçlerden biri konumuna doğru iten bir anlam taşıyordu.
Özetle kendi içinde bile ne zamandır ciddi bir mevzi kaybeden ABD silah ve petrol tekellerinin konumu bir yana, dünya güç dengelerindeki bu değişimler, bizzat ABD siyasal eliti açısından da kabul edilemez bir durum oluşturuyordu.
Bu koşullar, Bush ve ekibini iktidara taşıyor ve yeni bir dış politika konsepti oluşturarak pervazsızca hayata geçirmeye yöneltiyordu. Bu açıdan baktığımızda, bütün dünyaya rağmen Afganistan ve Irak'ta uygulanan gözü karalık, bunlara yol veren 11 Eylül eyleminin de pekala ABD derin güçlerince yapılabilmiş olduğunu tekrardan düşündürtmektedir.
Bu açıdan Wallerstein'in, "11 Eylül 2001'de Osama bin Laden tarafından ABD'de yapılan başarılı saldırı" nitelemesi kuşkulu olmaya devam etmektedir. Tüm bu faktörler çerçevesinde ABD'nin Afganistan'a ve Irak'a saldırısının, bölgesel itiraz eğilimlerini kırmak, kendi petrol ve silah sektörü kapsamında güncel ekonomik problemlerine çözüm üretmek yanı sıra, çokmerkezli bir dünyayı zorlayan bizzat bu potansiyel rakiplerine karşı yapıldığı gerçeğine işaret etmektedir.
Bu açıdan baktığımızda, Bağdat'ın kolay düşüşünü arkalayan önümüzdeki orta vadede (15-20 yıl) daha hiyerarşik bir sistem ile karşı karşıya kalacağız demektir. Bu noktada Wallerstein'in, önümüzdeki 50 yıl için söz ettiği iki seçenekten, "daha hiyerarşik ve eşitsiz" olan birinci seçenek şimdiden gerçekleşmeye başlamıştır. Ancak O, bu her iki seçeneğin de "kapitalist olmadığını" söylüyor ki bu, (eğer çeviri hatası değilse, -ki makalesinin bütününde öyle görünmüyor) kapitalizmin kavramsal anlamı açısından kabul edilemez bir yanlıştır.
Onun ikinci seçenek olarak önümüze koyduğu "daha demokratik ve eşitlikçi olan" ikinci seçenek ise, daha sonraki dönemin asli seçeneği görünüyor.
Gerekçelendirmesini başka bir yazıya bırakıp hemen burada belirtmeliyim ki, ABD'nin askeri zorla dünyaya dayattığı vahşi kapitalist bir neo-liberalizmin 20-25 yıldan öte sürdürülebilir olmadığı, ama sosyalist bir devrimin de bu dinamik ve dengelerde de mümkün ve uygulanabilir olmadığı, dolayısıyla bizi orta vade sonrasında bekleyen seçeneğin, küresel kapitalizme karşı küresel mücadeleyle kapitalizm koşullarını aşamamış ama demokratik bir yapı olduğu belirtilmelidir.
Bu belirleme sosyalist güçlerin önlerine uygulanabilir ve elde edilebilir bir seçenek koymaları açısından da ayrıca önem taşımaktadır.
Bu anlamda ABD'li şahinlerin, kapitalizmi "daha kötü başka bir sistem ile değiştirmeye" değil, kendi özel çıkarları ve hegemonyaları altında, vahşi standartlarına geri çekmeye çalıştıklarını söylemek durumundayız.(NK/BB)
*Vurgular ve ara başlıklar Bianet'e aittir.