Nerden çıktı bu "bizden" veya "öteki" olma hali? Bir de bu iki duruma da itiraz eden diğerlerinin tanımlamadaki yeri nedir?
Kim ötekiler?
Aidiyet duygusunu, insan olma algısı dışında, başka maddi oluşumlarla destekleyen tanımların sonsuz sarmalı diye özetleyebiliriz bu bizlik ve ötekilik terimlerini. Garip ama anlaşılır paradokslar ve tutarsız bir yabancılaşmayla ilerleyen sosyal bir hastalanma da diyebiliriz, sanki... Ve nihayetinde, bütün sosyal hastalıklar gibi, "bizdenlerin", "ötekilerin" ve dahi kalan herkesin çektiği, çileli bir çağ daha üretildi.
Sömüren, ezen, adaletsizce yöneten ve her türlü gücün, insan kanıyla beslendiği sistemlerin en büyük kozu, birilerinin "öteki" olarak sunulması ve "bizden" olanları bir arada tutabilmek adına yem olarak kullanılması.
Peki, kim bu "ötekiler"? İşte bu soruya, tek bir tanımla cevap verebilmek çok zor. İktidar kimin elindeyse ve toplumsal yapılanmada hiyerarşik sır(a)lama, neyi diliyorsa, ona göre değişen bir seyri var, "ötekiliğin". İnsan, içinde yaşadığı sosyal yapının bir alanında "bizden" olabiliyorken, başka bir alanında ki bir farklılıkla, bir anda ötekileşebiliyor artık.
En küçük toplumsal yapı olan aile içerisinde ve genel olarak ataerkil yaşama düzeninde, erkek cinsine göre kadın cinsi "öteki" olurken; kadın ve erkeğin heteroseksüel tercihlerinin, norm olarak dayatılmasıyla, eşcinseller "ötekileşiyorlar" birden. Kadın, erkek ve eşcinsel insanlardan oluşan bir semt, ekonomik gelir düzeyiyle veya etnik geçmişiyle başka bir semt için "öteki" sayılabiliyor. Sonra, içerisinde barındırdığı bütün "bizden" insanların varlığına rağmen, ülkenin coğrafi, iklimsel zorluklarla savaşan ve gelişmişlik düzeyi açısından geri kabul edilen bir kenti, diğerlerine göre "öteki" oluveriyor. Ve bu kentlerin sıralandığı bir bölgenin tamamı "öteki" olmaktan kurtaramıyor kendini. Refah düzeyinin nispeten, iyi sayılabileceği kentlerde de, dini tercihleri dolayısıyla "ötekiler" belirlenebiliyor. Ve içerisinde barındırdığı, bir "bizden" bir "öteki" olan tüm insanlarıyla, bir ülke, başka bir ülkeye göre öteleniveriyor.
Örneğin, yeni dünyanın devi, "özgürlükler" ülkesi Amerika'da, zenci ırk özellikleri taşıyanlar, onların yoğun yaşadığı yoksul kentler "öteki" sayılırken; Amerika'nın tamamı için, dünyanın kalan bütün ülkeleri "öteki".
Almanya'da, Alman vatandaşlığı içerisinde "öteki" sayılmaktan şikayet eden, yabancı menşelilere (örneğin Türk olanlarına) göre, Türkiye'de Kürtler "öteki"... Zamanın Nazi Almanya'sında, "öteki" sayıldıkları için soykırıma uğrayan Yahudiler için, bu gün Filistinliler "öteki". Tarihte, tehcir ve varlık vergisiyle, "ötekilerden" kurtulmaya çalışan Türkiye, bu gün AB ülkelerine göre "ötedeki ülke". Daha önce Saddam'ın zulmüyle toptan "ötekileşmiş" Irak halkları, bu gün mezhebine ve etnik kökenine göre, yek diğeri için "öteki".
Ötekinin ötekisi...
Tüm dünya canlılarını, sözde bilinçli akılla yönetmeye soyunan insanın, başkasının sırtından üretebildiği menfaatleri fark ettiği günden bu yana, herkes biraz "bizden" ve "öteki" olmanın tadına bakmış. Ve "öteki" olmanın ağızdan öte yüreklerde bıraktığı acı tada rağmen, gücü gücü yetene; iktidar o çağda neyle elde ediliyorsa, onu kullanarak ve bukalemun misali bir kimlikten diğerine geçmeyi medeniyet sayarak süregelmiş bu hastalık hali...
Toplumsal yapıyı oluşturanları her biri, cinsiyeti, cinsel tercihi, teninin rengi, etnik özellikleri, dili, kültürü, üretim ilişkilerindeki konumu, sosyal durumu ve daha bir sürü nedenle bazen "bizden", sırası gelince "öteki" olmayı yaşadığı halde, bu marazi durumu değiştirecek köklü çözümler üretilememiş. Neden üretilememiş? Çünkü kimlik elemanları olarak anılan bu ve benzeri durumların, "insan" olmaktan kaynaklı bütünlüğü, hiçbir sömürü düzeninin işine gelmemiş. Birilerinin, diğerlerini ezerek, çıkardığı posadan beslenebilmesi için, hep "ötekiler" gerekmiş.
Peki şu "ötekiler", bu kadar mı aymaz, duyarsız ve köle tabiatlıymış? Yaşamının bir yerinde, bir parmak bal misali "bizden" sayılmanın, hayatın tamamıyla kıyaslandığında, çoğunlukla "öteki" addedilmenin arızalarını onaramadığını kimse fark etmemiş mi? Muhtemelen akıllarını, her tür cinsel, toplumsal, ideolojik, etnik, ulusal ve sosyal kimlik dayatmalarından esirgeyip, özgürlük düşü kuranlar, oynanan oyunların farkındadırlar. Ama, bu farkındalık çok az insanın dimağında yer edindiğinden olsa gerek ki, çağlar geçmiş ve "bizden" olanlarla "ötekiler" yer değiştire değiştire varlıklarını sürdürerek bu güne kadar gelinmiş.
Bu gün dünyada "öteki" olmaya itiraz eden insanlar var. Üstelik "bizden" olma özellikleri daha ağır bastığı halde, bunu reddederek, sadece "insan" kalmaya çabalayanların, hayatları pahasına verdikleri desteği de arkalarına alarak. Ama, gelin görün ki, genellikle en az "bizden" sayılanlarınki kadar ikiyüzlü ve reel politikaların başlattığı savaşlar, başka "ötekiler" yaratmaktan ve gerçekten ötelenenlerin acısını arttırmaktan başka bir işe yaramıyor. "öteki" sayılanlar, asıl mücadele edilecek durumun hem "bizden" hem de "öteki" sayılmaktan kaynaklı derecelendirmeler olduğunu fark etmeden, sadece "bizden" sayılmanın savaşını veriyorlar.
Örneğin, henüz 9 yaşındayken babasının vaaz verdiği Baptist kilisesi, Ku Klux Klan üyesi, ırkçı beyazların saldırısına uğrayan ve bu saldırıda, birisi yaşıtı ve sınıf arkadaşı olan dört küçük kız çocuğunun hayatını kaybetmesine tanıklık eden, Amerika Dışişleri bakanı, siyah kadın Condoleezza Rice... Geçmişinde ötelenmiş olmaktan bu güne devşirdiği tek mücadele biçimini ırkçı bir beyaz gibi yaşamak olarak belirlemiş. Üstelik, sadece siyahların katıldığı bir cenazeyle defnedilen çocukların, öldürüldüğü kilise; Martin Luther King'in liderlik ettiği özgürlük eylemlerinin de merkeziydi. Muhtemelen, gerek Irak'ta ötelediklerinin yüzüne yansıyan karanlığının daha da kararttığı tenini görmemek için, aynalara küsen bu hatun, ırkdaşları, saatte 200 km. hızla esen bir kasırgada, ölüme savrulurken, kendine ayakkabı seçerek eğleniyordu. Kesinlikle biliyorum ki, Martin Luther King'in, "benim bir düşüm var" diye anlattığı yarınların, "öteki" olmaktan kurtulmak için, "bizim zalimlerden" olmakla bir ilgisi yoktu.
Ötelenmenin, ağrısını anne karnındaki bebeklerin bile duyumsadığı etnik azınlık unsurlarından Kürt'lerin, 1915 Ermeni tehcirinde, "öteki" ilan edilen Ermenilere yapılanlara suç ortaklığına soyunurken, sıranın kendilerine de geleceğini sezmemiş olmaları anlaşılabilir bir şey mi? Yoksa, "bizden" olan "beyazlarla" aynı yöntemleri izlemekte ısrar edip; bireysel ötelenmişliklerini, diğer ötelenenlerin acıları üzerinden iktidar yaratarak onardığını sanan ve "ötekiler" içinde başka bir "bizden" sınıfı oluşturarak, sonuçsuz ve kirli bir savaşı sürdürmelerini mi, örneklemeli...
Peki, soldan yana kabul edilerek, gizlice ve bazen alenen onaylanan 1960 darbesinin, ülkeye öğretip meşrulaştırdığı, zor gücüyle dilediğini dayatma eyleminin sonuçlarına ne demeli? Topyekûn yadsınan, muhafazakar ve ümmetçi olmaktan kurtulamamış sosyal ve kültürel yapının, lütuf mahiyetinde verilen özgürlükleri kullanarak geliştirdiği reflekslerle, 1971 muhtırası ve 1980 cuntasına kapı açtığını inkar edebilir miyiz?
Çarlık Rusya'sının zulmüyle ötelediği halkın, "bizden zalimlere" karşı gerçekleştirdiği devrimin, "bizdenleşme çabasına" dönüşerek, yeniden ürettiği "ötekiler" de diğer bir örneğimiz olabilir. Sonra bu örnekten hareketle, dünya sol tarihinde, Bolşevikleri "bizden" kabul edenlerin, Makhnoviçleri öteleyen zihniyetinin neden olduğu ve yer değiştirmiş "ötekiler" yaratmaktan başka bir işe yaramamış sistemin çökmesi, bütün özgürlük düşü kuranları "ötekileştirdiği" bir gerçek değil mi?
Bu örnekleri, insanlığın başlangıcından günümüze uzanan çağlar boyunca ve her coğrafyada farklı şekillenmiş ötelemeleri anarak çoğaltmak mümkün. Ama, ben gerisini sizlerin düşünmesini diliyorum. İnsan olmanın ağırlığının, bütün kimlik özelliklerini bastırdığı bir zamanın hayalini kuruyorum. "Bizden" olmanın dayanılmaz hafifliğiyle yer değiştirmeye çabalayan "ötekine", bu saltanatın geçici olduğunu anlatmanın yolunu bulmak derdindeyim. Öyle sanıyorum ki, durmadan övündüğümüz, insan bilincimizi ve düşünebilen beynimizi kullanarak, diğer canlıları "öteki" olmaktan kurtarmanın ilk elden yolu vicdan sahibi olmaktan geçiyor. Ama, özgürlüğün olmadığı yerde, vicdanlı insan bulunmaz ki... (ÖH/EK)