Hareketin aktivistlerinden Dr. Naomi Levy Weiner, geçtiğimiz hafta "Bölünmüşlüğü Aşan Eller" örgütünün "Çözüm Sonrası Kıbrıs Vizyonu"nu sunduğu bir toplantıya katıldı. Weiner, "Four Mothers"ın tarihini ve deneyimlerini Kıbrıslı kadınlarla paylaştı:
"Four Mothers" hareketi nasıl başladı? Kimler ne için mücadele ettiler?
Ben Kudüs'te yaşıyorum. Hareketimiz, sekiz yıl önce başladı ve dört yıl önce İsrail'in Lübnan'dan çekilmesiyle sona erdi.
Dört yıl boyunca çok aktiftik. Pek çok kadın, askerlerin ölmesinden acı duyuyordu. İsrail, Lübnan'ı işgal etmişti ve bu ölümler anlamsızdı.
Pek çok erkek, kendi eşim dahi, o günlerde bize "Siz bu işlerden anlamıyorsunuz" diyordu. Hükümet yetkilileri, ordudaki generaller sürekli Lübnan'da kalmamız gerektiğini ileri sürüyordu. Erkeklerimiz de, "Eğer generaller bunun önemli olduğunu söylüyorsa, doğrudur" diyorlardı.
Bu hareketi başlatan kadınlar, İsrail'in Lübnan'da bulunmasında bir haklı neden bulamıyordu. Bu, İsrail'in güvenliği için değildi...
İsrail Lübnan'da bulunduğu için, Hizbullah da bize saldırıyordu. İsrail askerleri öldürülüyor, ancak Hizbullah'ın İsrail'e roketlerle saldırmasından çekindikleri için karşılık da veremiyordu. Askerler, yalnızca orada bulundukları için öldürülüyorlardı.
Hareketi, dört kadın oluşturmuştu; ben sonradan katıldım. İsrailli Yahudi bir kadınım, harekete katıldığımda oğlum henüz 14 yaşındaydı.
"Four Mothers" hareketi, neler yaptı?
Kudüs'te beş, altı kadındık. Tel Aviv'de altı, yedi kişilik bir grup, Kudüs'te ise on kişi kadar vardı. Her Cuma, trafiğin en sıkışık olduğu saatlerde sokaklarda, köşe başlarında pankartlarımızla duruyorduk.
Pankartlarımızda, "Öldürülecek yeterince çocuğumuz yok", "Kan dökülmesine artık yeter" gibi yazılar vardı.
Herhangi bir İsrail askeri öldürüldüğünde, 14.00-16.00 saatleri arasında sokağa çıkıyor, mumlar yakıyorduk. Hiçbir zaman şiddete başvurmadık. Tüm gösterilerimize medyayı çağırdık. Gazeteler, radyolar ve televizyonlar da bize ilgi gösteriyordu. Böylece, insanlar varlığımızdan haberdar oluyordu.
Bu arada, konuyla ilgili makaleleri topluyor ve okuyorduk. Profesörlerle konuşarak bilgilerimizi artırıyor, insanlara neden Lübnan'dan çekilmemiz gerektiğini daha iyi anlatabiliyorduk.
Hemen destek bulabildiniz mi?
Başlangıçta insanlar deli olduğumuzu düşünüyor, "Onlar ne anlar ki" diyorlardı. Erkekler, "Rahminizle düşünüyorsunuz, duygusalsınız", "Mantıklı düşünseydiniz, İsrail'in Lübnan'daki varlığının İsrail için olduğunu görürdünüz" diyorlardı.
Bir kısmı, oğullarımızı kaybetmemizin üzücü ancak yurdumuz için gerekli olduğunu savunuyorlardı. Onlarla büyük tartışmalara girdik.
Bazı insanlar bizi İsrail karşıtı olmakla suçluyordu. İsrail'in Lübnan'dan çekilmesine karşı olan insanlar, durduğumuz yerin tam karşısına geçip bayrak sallıyorlardı. Ben de bu nedenle bir bayrak satın aldım.
Bize karşıt olarak kurulan bir hareket, kendilerini "İsrail'in Lübnan'dan çekilmesine karşı olan babalar hareketi" olarak adlandırıyordu.
"Azınlıklar her şeyi söyleyebilir"
Grubunuz, gücünü nereden alıyordu? Nasıl bu kadar kararlı ve etkili olabildiniz?
Gruptaki kadınlar, ne için orada bulunduklarını çok iyi biliyorlardı. Bir de parlamentodaki milletvekillerine, bakanlara sürekli telefon açıyorduk. Cumhurbaşkanını, Başbakanı, Kudüs belediye başkanını, önemli politikacıları görmeye gidiyorduk.
Söylediklerimize inanmıyorlardı; ama yavaş yavaş bizim gibi düşünmeye başladılar.
Ordudan birkaç kişi de hareketimizi desteklemeye başlamıştı. Onlar çok azdılar ve orduda da azınlıktaydılar. Çünkü, ordunun Lübnan'daki varlığına karşı çıkanlara terfi verilmiyordu. Terfi alamayanlar da ordudan ayrılıyorlardı.
Psikolojide, azınlıklarla ilgili şöyle bir şey var: İnsanlar "azınlıklar çılgınca şeyler söyleyebilir" diye düşünürler; "bunlar gerçekten deli" diye düşünürler. Ama sürekli bundan söz ettikleri için, bir süre sonra kendileri de öyle düşünmeye başlarlar.
Eşim, harekete karşıydı. İki yılın sonunda benim yerime insanları ikna etmeye başladı. İnsanlara Lübnan'da bulunmanın anlamsızlığını anlatıyordu ve bu noktaya varması tam iki yılını almıştı.
Bazı kadınların çocukları ordudaydı ve onlar, çocuklarından hareketimizde yer aldıklarını gizliyorlardı.
Hareketiniz, hükümetin kararlarını etkilemeyi başaracak kadar büyümeyi nasıl başardı?
Hiçbir zaman çok büyümedik. Sayıca çok azdık, ancak çok ses çıkarıyorduk. Bir kadın hareketiydik. Kudüs'te kimi zaman beş, kimi zaman yedi kişiydik. Çok iyi dost olmuştuk. Tüm masraflarımızı kendi cebimizden karşılıyorduk. Pankartlarımızı kendimiz hazırlıyorduk. Hepimiz, önemli bir iş yaptığımızın farkındaydık.
Kimi zaman, bir ay boyunca sokakta bekliyorduk. Her yıl bir ay, dönüşümlü olarak başbakanın evinin önünde duruyorduk. Hareketin başlarında bize karşı olanlar, zamanla bizi desteklemeye başladılar.
Ve Başbakan Barak, dört yıllık mücadelenin sonunda, İsrail ordusunu Lübnan'dan çekti. Bunu yapmadan önce, pek çok kez bizimle konuştu. Eğer bize tüküren taksicileri diyalog toplantılarına davet etmeseydik, bizi vatan hainliğiyle suçlayanlar karşısında yılgınlığa düşseydik, kamuoyunu bu kadar etkilemiş olmasaydık, Barak, orduyu Lübnan'dan çekmekten korkacaktı. Ve Barak ordudayken, Lübnan'da kalmaktan yanaydı.
Ordunun Lübnan'dan çekilmeye başladığı gün ne yaptınız?
O gün buna inanamamıştık. Ağlıyordum... Kuzeye, sınıra gitmiştik.. Gözlerime inanamıyordum... Hayatımda yaptığım en önemli şeydi bu... Lübnanlıların insan hakları çiğneniyordu, İsrail askerleri de, Lübnanlılar da ölüyordu... Durum korkunçtu... Bunun sona ermesi nedeniyle ağlıyordum... (BB)
(*) Sevgül Uludağ'ın röportajı, Yenidüzen gazetesinde 10-11 Mart'ta yayımlandı. Özetleyerek yayınlıyoruz. (BB)