"Bozuk" Türkçeleriyle geride bıraktıklarına "bir gün mutlaka zengin olarak" geri döneceklerini haykırıyorlardı. İlk gidenleri bekleyen en önemli sorun dil sorunuydu.
Onun dışında Almanlarla bir problem yaşamadılar. Hem Almanların onlara "ihtiyacı" vardı. "Çoook para" kazanmaya gelen bu insanlar için fabrikaların bitişiğinde yapılan barakalar konut sorunu ve dolayısıyla iletişim sorununu da çözmüştü.
Üç-beş kelime dil öğrenen bu kesimlerden yanlarına ailelerini de alanlar ise "ucuz"luğundan dolayı tercih kentlerin dışında yıkılmaya yüz tutan evleri ediyor, Alman makamları da bunlara daha az kira yardımı verdiği için göz yumuyordu. Ve son yıllarda büyük sorunlara yol açacak olan "getto"lar yavaş yavaş oluşmaya başladı.
Gelenlerin alman toplumu ile iç içe geçip, sosyal ve kültürel olarak uyuşmaları da engellenmiş oldu. Bugünlerde alman siyasetçilerinin de itiraf etmek zorunda kaldıkları gibi, "zamanın yöneticileri gelenleri misafir olarak görmüştü. Misafirin en az yük getireni de tabiki sevilecekti"
Boş ve ucuz binaları "yıkır da altında kalırız" korkusu bile yaşamadan dolduran kitleler yavaş yavaş Türkiye'deki gibi, "küçük" İstanbullar, Kayseriler oluşturmuşlardı. Alışveriş ve ulaşım araçları dışında Almanlarla pek karşılaşmayan hatta pek çok fabrikayı "şef ve yöneticiler hariç" Türkiyelileştiren bu insanlar, Almanlar için sevilen zararsız misafirlerdi.
İlk yapılan anlaşmaya göre işçiler 2 yıllık geçici çalışma iznine sahipti, süre dolunca, Alman firmaları bu zaman zarfında yaptıkları işi iyice öğrenmiş olan Türkiyeli işçileri çıkarmaya yanaşmadı. Bunun sonucunda gelenlerin ikamet süreleri azaltıldı, zaten gelenlerin çoğu ailelerini yanlarına getirmişlerdi bile. Ve her bir aile "Çocuk yardımı"ndan faydalanmak için çoktan nüfus sayısını arttırmaya girişmişti bile. bu durum Almanları ükrüten ilk gelişme oldu. Ünlü yazar Max Frisch bu yeni durum karşısındaki şaşkınlığıni şu cümleye sığdırmıştı: "Biz işgücü çağırdık, ama insanlar geldi"
12 Eylül kültürel çatışmayı derinleştirdi
12 Eylül 1980 darbesi ile ülkede yaşama şansı kalmayan binlerce siyasinin çareyi Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerine kaçmada bulmasıyla çatışma derinleşti. Farklı politik kimliklere sahip bu insanlar Türkiye'deki "etki" alanlarını kaybetmemek ve ülkedeki mücadelelerine destek sağlamak için geldikleri ülkelerde de örgütlenmeye başladılar. Tabi bunlardan en çok etkilenen Almanya oldu. 80 öncesi gelen işçilerin aksine politik mülteciler kendi aralarındaki etkileşimlerini sıkı tuttular. Camiler, cemevleri ve derneklerin sayısında patlama oldu. Genişlemek isteyen bu kesimler daha önce gelen işçilere ve çocuklarına da el attı.
Fabrikalardaki kötü çalışma koşulları başta olmak üzere pek çok soruna müdahale eden, eski işçileri ve ailelerini örgütleyerek çeşitli sosyal haklarını almaya çalışan bu insanlar işverenler ve devlet yöneticilerini telaşlandırdı. Çeşitli eyaletlerde yabancıların Alman toplumuyla uyumu için bütünleşme programları hazırlandı.
Örgütlenen yabancılar devletten ve sosyal kurumlardan çeşitli haklar da aldılar. Bunların başında anadillerini okullarda öğrenme ve kendi dillerinde kamu yayınlarından faydalanma hakkıydı.
Bunun için Almanya'nın kamusal radyolarından olan Berlin Eyaleti'ndeki SFB'nin bünyesinden bir özerk kanal oluşturuldu: Radyo Multikulti. Türkçe, İspanyolca, Arapça, Kürtçe ve 14 ayrı dilde daha günlük yayınların yapıldığı radyoya daha sonra pek çok özel kanal da eklendi.
Federal Hükümetin yabancılarla ilgili çalışmaları hız kazandı. Çalışma Bakanlığı, Yabancılar Bürosu ve İçişleri Bakanlığı'nın ortaklaşa hazırladıkları çeşitli uyum programlarıyla ilgili çalışmalar yabancılar ve Alman toplumu arasındaki farklılıkları en aza indirmeyi planlıyor.
"Vatandaşlık Hakkı" gecikti
Şimdiye kadar gelen yabancılara sadece "Oturma İzni" veren Almanya son yıllarda gelen "çatlak" seslere kulak vermek zorunda kaldı. Özellikle seçim propagandalarında "herkesin haklarını savunacakları" sözünü veren Yeşiller ile Sosyal Demokratlar "Vatandaşlık Yasası"nı değiştirip, yabancılara vatandaşlık hakkının verilmesini kolaylaştırdılar.
Fakat yeni yasa "Çifte Vatandaşlık" yerine yabancıların alman vatandaşlığına geçmesini öngördüğünden, yabancılar geldikleri asıl ülkelerinde "yabancı" konumuna düşmemek için vatandaşlığa geçmemeyi tercih ediyor. Bunların başında Türkiyeliler geliyor. Türkiye'ye dönmeyi unutmayan önemli bir kesim Alman vatandaşlığına geçmek istemiyor. Çünk geri döndüklerinde Türkiye'de "yabancı" olarak yaşamak istemiyorlar.
Yeni Göç Yasası
Ülkedeki alman nüfusunun giderek azalmaya başlaması ve yabancıların genç bir nüfusa sahip oluşlarının ürküttüğü alman siyasetçiler, uzun erimli olarak nüfus dengesini sağlamak ve işgücü ihtiyacını karşılamak için yeni bir yasa hazırlamaya çalışıyor.
Şu anda yurtdışı edilme tehlikesiyle korkusuyla yaşan 250 bin yabancının bulunduğu ülkede, 11 Eylül ABD saldırısı sonrasında vatandaşlığa geçiş başvuruları sıkı denetlenmeye başlandı. Eskiden sadece vatandaşlığa geçiş için Almanca bilmek gerekirken, şimdi "Oturma İzmi "almak için bile Almanca bilme şartı aranıyor.
İçişleri ve Çalışma Bakanlığı'nın ortaklaşa hazırladığı yeni "Göç ve Çalışma Yasası"nın kendilerini olumsuz yönde etkileyeceğini belirten yabancılar yerel ve federal parlamentolarda destek aramaya çalışırken, Hükümet ortağı Yeşillerin Erzincanlı Berlin Eyalet Milletvekili Özcan Mutlu, Türkiye kökenli Alman milletvekilleri arasında yabancılarla ilgili sorunlar konusunda yeterli iletişim ve desteğin olmamasından yakınıyor.
Özellikle siyasi ilticaların önemli bir sorun oluşturduğunu belirten Mutlu, ülkede "sınırdışı edilme ve oturum izni alma" arasındaki ince bir çizgide bulunan 250 bin yabancının bulunduğunu söylüyor.
"Yeni gelenler olumsuz etkilenecek"
Hazırlanan yasa taslağının önceden gelenleri pek etkilemeyeceğini söyleyen Federal Yabancılar Bürosu Basın Sorumlusu Bernd Knopf, yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte yeni gelecek olanların zorlanacağını belirtiyor.
İlticacıların yüzde 80'inin devletten sosyal yardım aldığını belirten Knopf Türkiye'den gelenler için şu rakamları veriyor:
"2000 yılında Türkiye'den 9000 kişi bize iltica için başvurdu. Bunların yüzde 90'ı Kürt kökenli."
En Yüksek iltica başvurusunun geldiği ülkenin Irak olduğunu söyleyen Knopf, Türkiye ve Afganistan'ın ise sonraki sırayı paylaştığını açıklıyor.