İstanbul Trans Onur Haftası’nın, 10 Şubat 2024’te Kadıköy Süreyya Operası önünde “Depremde Yitirdiklerimiz İçin” başlığıyla düzenlediği basın açıklaması gerekçesiyle 11 LGBTİ+ aktivistine açılan davanın ilk duruşması, 13 Kasım Çarşamba günü saat 09.30’da İstanbul Anadolu 54. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülecek.
İddianamede, 11 LGBTİ+ aktivisti “kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşe katılarak ihtara rağmen dağılmama” suçlamasıyla yargılanıyor ve eylemin kamera kayıtları ve kolluk fezlekesi ile sabit olduğu ifade edilerek, şüphelilerin cezalandırılmaları talep ediliyor.
Trans aktivistlerden Yusuf ve Jiyan, kendilerine yöneltilen suçlamaları ve davaya giden süreci bianet’e anlattı.
“6 Şubat'ı unutma, unutturma”
6 Şubat depremlerinin yıldönümünde yaptığınız basın açıklamasında gözaltına alındınız ve ardından hakkınızda dava açıldı. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Davanın açılmasına gerekçe olarak gösterilen, trans haklarına yönelik artan düşmanlığı ve 6 Şubat depremlerinde yaşanan trajediyi anmak için gerçekleştirdiğimiz eylemde attığımız sloganlar. 6 Şubat'ta meydana gelen depremin yarattığı yıkımı ve ölümleri hatırlatmak amacıyla “6 Şubat'ı unutma, unutturma” sloganını attık. Ancak bu slogan, iddianamede bambaşka bir çerçeveye oturtuldu. Oysa biz siyasi iktidarın LGBTİ+ düşmanı politikalarına, rant-talan politikalarına karşı ve 6 Şubat deprem faciasının yıldönümünde katledilenleri anmak için oradaydık.
Hakkımızda açılan dava, trans kimliklerimizin kriminalize edilme çabalarına örnek oluşturuyor. LGBTİ+ hareketi ve topluluğu, uzun zamandır devletin baskıcı politikaları altında mücadele ediyor. Özellikle son yıllarda yapılan eylemler ve etkinlikler karşısında artan polis müdahalesi ve soruşturma süreçleri de bunun bir kanıtı. Önceleri Gösteri ve Yürüyüş Kanunu’na (2911) dayanarak basit idari para cezaları kesilirken, son dönemde bu suçlamalar daha ağır hâle geldi ve "terör örgütü propagandası yapmak" gibi ithamlarla karşı karşıya kalmaya başladık. Bu tutum, LGBTİ+ hareketinin kriminalize edilmesi amacıyla bilinçli bir şekilde yürütülen bir politikanın parçası elbette.
İstanbul Trans Onur Haftası duruşmaya çağırıyor
Gözaltı sürecinizde neler yaşandı?
Basın açıklamasına başladığımız andan itibaren gözaltı sürecinde maruz kaldığımız fiziksel ve psikolojik şiddet giderek arttı. Basın açıklamasını okumaya başlayan ilk arkadaşımızı hemen engellediler, açıklamayı okumaya devam ettiğimizde ise müdahaleyi daha da sertleştirerek bizi çevrelediler. Basın mensuplarını kalkanlarla alandan çıkardılar, böylece yaşananları kaydeden çok az kişi kaldı. Kısa bir süre sonra gözaltına alındık ve orada hepimize ciddi fiziksel şiddet uygulandı. Montlarımız yırtıldı ve ciddi darbeler aldık. Gözaltı süreci boyunca hepimiz benzer işkencelerle karşılaştık. Daha sonra emniyete götürülürken de ters kelepçelerle kollarımızda izler bırakan uygulamalara devam ettiler.
Özellikle gözaltı aracında bize “Ölürüm Türkiyem” gibi milliyetçi marşlar dinlettirilmesi, devletin LGBTİ+’lara yönelik baskıyı derinleştirmek için işkenceye psikolojik öğeleri de dahil ettiğini gösteriyor. Bir tür psikolojik işkence olarak gözaltında bu tür marşları açmaları, sadece fiziksel şiddetle değil, aynı zamanda kimliğimize ve varoluşumuza yönelik bir aşağılama ve inkârla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Bu tür pratikler, sadece LGBTİ+’lara değil, farklı kimliklere sahip topluluklara da sistematik olarak uygulanan bir politika haline gelmiş durumda. Bu marşlarla Kürtlere ve/veya sosyalistlere yapılan işkenceler de zaten dün gibi hafızamızda.
İstanbul Valiliği’nin açıklaması
Devletin LGBTİ+ hak savunucularını "illegal gruplar" olarak nitelendirmesiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Son yıllarda, özellikle LGBTİ+ etkinliklerine ve LGBTİ+’ların hak arayışlarına yönelik baskılar oldukça arttı. Bunun temelinde ise elbette devletin LGBTİ+ topluluğunu kriminalize etme amacı, toplumun geri kalanıyla bağını koparma, bizleri günbegün marjinalize etme çabası yatıyor. Bu nedenle de bir zamanlar yalnızca 2911 Sayılı Kanuna dayanarak idari para cezası ile geçiştirilen suçlamalar, artık "terör örgütü propagandası" gibi ithamlara dönüşmüş durumda.
Hatırlayalım, son İstanbul Onur Yürüyüşü’nde İstanbul Valiliği, yürüyüş çağrısını yapan İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası Komitesi'ni "çeşitli illegal gruplar" olarak nitelendirmişti. Devlet şöyle düşünüyor: Bunları toplumdan soyutlarsam sesleri de kesilir. Ancak bizler, dayanışmamızın gücüyle mücadeleye devam ediyoruz. Mücadelemizi susturmaya yönelik baskılar artarken, aslında toplum nezdinde daha görünür hale geliyoruz. Yani devletin bu tür suçlamalarla LGBTİ+’ları toplumdan dışlama ve kriminalize etme çabaları, haklarımızı savunma konusundaki kararlılığımızı daha da artırıyor.
Devletin ve bazı kesimlerin trans bayrağını “sözde trans bayrağı” olarak tanımlaması keza, LGBTİ+’lara yönelik inkâr politikalarının bir yansıması. Bu yaklaşım, transların varlığını reddeden ve kimliğimizi yok saymaya yönelik sistematik bir tavrı ifade ediyor. Buna ise tarih boyunca Kürtlerin, Ermenilerin ve “Türk” kimliği dışında kalan diğer halkların yok sayılmasından alışkınız. “Sözde Ermeni Soykırımı”, “Sözde Kürdistan” ifadeleri, şu an bizlerin varoluşuna yönelmiş durumda. Oysa trans bayrağı, küresel bir simge haline gelmiş bir özgürlük sembolü ve varlığımızın inkâr edilmesine karşı mücadelemizde simgesel bir öneme sahip.
Süreyya Operası önünde basın açıklaması yapan 11 LGBTİ+ aktivistine dava açıldı
Kesişimsellik
Kürt hareketiyle kesişimsel bir politika yürütmenizi nasıl açıklıyorsunuz? Bu, zaman zaman size yönelen bir “suçlama” haline geldiği için de merak ediyorum.
Bu politikayı yürütmek bizce bir tercih değil, zorunluluk. LGBTİ+ hak mücadelesi ile Kürt özgürlük mücadelesi arasında kesişimsel bir dayanışma var. Kürt hareketi gibi bizler de devletin baskıcı politikaları karşısında var olma mücadelesi veriyoruz. Tıpkı bizler gibi Kürt halkı da uzun yıllardır sistematik olarak bu tür baskı ve inkâr politikalarına karşı mücadele etti, etmeye devam ediyor. LGBTİ+ mücadelesi kesişimsel bir yapıya sahip olduğu için Kürt LGBTİ+’ların hakları da bu dayanışmanın bir parçası haline geliyor. Yani biz bu mücadeleyi toplumun her kesimi için adalet talebiyle sürdürüyoruz.
LGBTİ+ topluluğu olarak sadece kimliklerimizle var olma hakkı değil, toplumun eşit ve adil bir şekilde yaşaması için mücadele veriyoruz. Trans bayrağı gibi sembolleri tanımayan bir devlet, ülkenin tüm çeşitliliğini yok sayıyor demektir. O yüzden trans bayrağını “sözde” diye nitelendirerek bizi yok sayma çabalarına rağmen, dayanışmamızı ve mücadelemizi sürdüreceğiz.
POLİS ŞİDDETİYLE GÖZALTINA ALINDILAR
İstanbul Trans Onur Haftası Komitesi: Ellerinizi yaşamlarımızdan ve şehirlerimizden çekin
Duruşmaya çağrı
Hakkınızda açılan davanın ilk duruşması 13 Kasım’da. Duruşmayla ilgili ne söylemek istersiniz?
Hakkımızda dava açılan eylemde gözaltına alınırken ve emniyette maruz kaldığımız şiddetle ilgili tüm raporlar elimizde; yani bize uygulanan işkence belgelerle kanıtlanmış durumda. Ancak buna rağmen, bize işkence uygulayan kolluk kuvvetleri duruşma salonunda da karşımıza çıkıyorlar, hatta mahkemeye silahlı bir şekilde gelerek bize gözdağı vermeye çalışıyorlar. Artık bu tür davaların, iyiden iyiye LGBTİ+ hareketini yalnızlaştırma aracı olarak kullanıldığını görüyoruz. Ancak bu baskılara rağmen, adalet ve eşitlik talebimizi sürdürmekten vazgeçmiyoruz. 13 Kasım’daki davada da tüm ezilenler olarak dayanışma içinde olduğumuzu göstermek ve adalet taleplerimizi yükseltmek için bir araya geleceğiz. Yalnız değiliz; bu mücadelede toplumun farklı kesimlerinden destek alarak, dayanışmamızı güçlendiriyoruz.
Çünkü LGBTİ+ mücadelesi, toplumun tüm kesimlerini kapsayan, adalet ve eşitlik talebi üzerine kurulu bir mücadele. Transların, Kürt LGBTİ+’ların, sokaktaki hayvanların veya sosyal olarak dezavantajlı hâle getirilen diğer grupların hakları, aslında tek ve büyük bir mücadelenin parçası. Devletin “toplum yapısına uymayan” her yurttaşı hedef aldığı bu ortamda, hepimizin dayanışma içinde olması gerekiyor. Tam da bu yüzden herkesin, her topluluğun özgürlüğü ve eşitliği için alanlarımızda dayanışmamızı büyüterek, mücadelemize devam edeceğiz. (TY)