Doğrusu soruna genel olarak dikkat çekmesi açısından başarılı da olundu.
Ama gelin görün ki daha kampanyanın ilk günlerinden itibaren konu, kadınların eksik temsilinden hangi kadın sorusuna kaydı. Nuray Mert, kampanyanın türbanlı kadınları görmezden geldiğini dile getirdi ve bıyık takanlara türban da takar mısınız diye sordu.
Yeni Şafak Gazetesi bu soruyu yönelttiği ve olumlu yanıt aldığı kadınların başörtülü fotoğraflarını yayınladı.
Ricea da kota!
Eleştiriler bununla sınırlı kalmadı. Kimileri Ümit Boyner gibi iş çevrelerinden kadınların katılması nedeniyle, kampanyanın tatlı su burjuvalarının eğlencesi olduğunu öne sürdü. Kimileri ise Condoleezza Ricea da kota ister misiniz diyerek meseleyi biyolojik cinsiyete indirgemenin tehlikelerine dikkat çekti.
Kuşkusuz üzerine konuşulan alan çok katmanlı bir sorun alanıydı ve daha pek çok şey söylemek de mümkündü. Zira eksik temsil sadece dindarlıkla ya da sınıfsal konumla sınırlı da değil.
Örneğin şimdiye kadar dile getiren olmadı ama Seçim ve Siyasi Partiler Kanunlarında yer alan ve Türkçe dışında dil kullanmayı yasaklayan hükümlerin de başka bir kadın kategorisini mağdur ettiğini belirtilebilir.
Dikat çekilmeyen mağduriyetler
Sadece seçim propagandaları esnasında Kürtçe konuştukları için ceza alan kadınlar oldu. Anlamadıkları bir dilden yapılan propagandaları dinleyerek tercih yapmak durumunda bırakılan kadınların durumunu varın siz düşünün. Yüzde 10 barajı olmasaydı bugün meclisin cinsiyet kompozisyonu farklı olacaktı.
Tüm bunlar elbette ki önemli. KA.DERin kampanyasında özgül olarak dikkat çekilmeyen mağduriyetleri görmezden gelmek imkansız. Ki bu mağduriyetlerin arasında başörtüsünün önemli bir yeri var.
Başörtülü kadınlar seçilme hakkından yararlanamadıkları gibi eğitim ve çalışma haklarını da kaybediyorlar. Yıllardır bu alanda telafi edilmeyi bekleyen mağduriyetler var.
Eksikler kampanyayı eksiltir mi?
Kampanyanın yoksul emekçi kadınların özgül temsil sorunlarına dikkat çekmediği de doğru. Daha düne kadar ülkemizde sendikaların siyaset yapması bile yasaktı.
Mevcut siyasal kurumlar, seçim sistemi, siyasi partilerin yapısı, seçilme koşulları falan bir araya geldiğinde yoksul emekçi kesimlerin bizzat kendi çıkarlarını temsil edebilmeleri neredeyse imkansız.
Tüm bunlar KA.DERin kampanyasını anlamsızlaştırır mı? Bıyık takmak yetmez diyerek eleştirilmeliler mi? Hatta Türban da yetmez bir de puşi takmalısınız demek mi gerekir?
Bunca katman tek kampanyaya sığmaz
Evet ama böylesi katmanlı bir sorunun bütün boyutlarının tek bir kampanya ile kapsanmasını beklemek insafsızlık olmaz mı? Kaldı ki KA.DERli kadınların böyle bir niyeti de olmayabilir.
Başta başörtüsü sorunu olmak üzere özgül mağduriyetlerin bulunmasının, bunları teker teker dile getirmeyen bir kampanyayı önemsizleştirmeyeceğini düşünüyorum.
KA.DERin başlattığı genel kampanya, özgül mağduriyetlere dikkat çekmeye engel değil. Aksine onun yarattığı duyarlılık üzerinden bu mağduriyetleri tartışmak mümkün ve anlamlıdır.
Çoklu kampanyaya engel yok ki
KA.DERin kampanyasını destekleyen bu yazının tek emeli aynı anda çoklu kampanyalar yapmamızın mümkün, anlamlı ve gerekli olduğunu söylemek değil; bir de bıyığın bütün mağduriyet alanlarını kesen gücü var.
Dindar kadınların başörtüsü nedeniyle meclisten dışlandıkları, Kürt kimliği ile siyaset yapmak isteyenlerin engellendiği ya da emekçilerin kendi çıkarlarını temsil edemedikleri çok doğru ama eğri oturup doğru konuşmak gerekirse- bu kadınların önündeki tek engel başörtüleri, etnik kimlikleri ya da sınıfsal konumları mı?
İslamcı erkekler bu kimliklerinden ötürü ne çalışma yaşamından ne de siyasal alandan dışlandılar. Aksine malumunuz olduğu üzere bugün iktidar konumundalar. İktidar olduktan sonra, örgütlenme başarılarında ve iktidara gelmelerinde önemli bir rolleri olan başörtülü kadınların sorunlarını meclise taşımadılar bile.
Peki sendikalar?
Sınıfsal perspektiften eleştiri yapanların ve kampanyada Boynerin bulunmasını sorunsallaştıranların, öncelikle mevcut sendikalardaki kadınların ne derece temsil edilebildikleri sorusunu yanıtlamaları gerekmiyor mu?
Kürt kadınları açısından da durum farklı değil. Demokratik Toplum Partisinin (DTP) cinsiyet kotası uygulaması ya da eşbaşkanlık sistemi, Kürtler adına söz söylemenin, esas olarak erkek işi olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Nitekim Kürtlerin çıkarları söylemi sıklıkla kadınların çıkarlarını görünmez kılabiliyor.
Özcesi, kadınların sınıfsal konumlarının, etnik ya da dinsel kimliklerinin siyasal temsillerini güçleştirmesi, kendi sınıfları, etnik ya da dinsel toplulukları içinde de cinsiyete dayalı bir ayrımcılık olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Zira özgül mağduriyetleri aşan ve badem ya da pos biçiminde olmasının da bir şeyi değiştirmediği ortak bir mağduriyet alanından söz ediyoruz. (HÇ/BA)