Türkiye'nin yenileşme tarihinde, özellikle Tanzimat'ın ilanında gördüğü destekler ve yardımlar, her türlü nasihat nasıl oldu da verimli olamadı? 1828 seferinin * acı sonuçlarından, Nizip yenilgisinden, Mora ihtilalinden, Navarin felaketinden sonra canlanan uyanış fikirlerinin zorunlu sonuçlarından dolayı ilan edilen Tanzimat, niçin faydalı bir şekilde uygulamaya konulamadı? Neden bütün bu gecikmelerin bu illetlerin nedeniyle tekrar 1293** felaketine gidildi. Niçin 1293 inkılabı*** devam edemedi?
Fırsatları kaçırdık
Niçin Berlin Kongresi'nin o müthiş ameliyatı, vücut ve ruhumuzda hiç bir değişiklik meydana getirmedi?
Bu kadar acı akıbete, üzüntü verici tarihe, uyanış derslerine - ani ve sürekli bir şekilde - hiç bir millet uğramamıştır diyebilirim. Fakat yine yeryüzünde hiçbir millet bu kadar felaketlerden, nasihatlardan, yardımlardan sonra tam bir acz ve zaaf durumuna -toplumsal, ekonomik ve siyasal hayatım değişikliğe uğratmamak için- daha yok edici durumlara, daha müthiş musibetlere düşmeyi göze almamıştır.
Bir Türk, Avrupalı zihniyeti ile tarihinin son yüzyıla ait olaylarım okusa, kaçırılan fırsatlara, göz yumulan durumlara, ahmakçasına uğranılan felaketlere ağlamaması, kalbinin en derin köşesinde, sefil toplumsal hayatımıza karşı nefret duymaması mümkün değildir.
Biz ne Avrupa'ya küselim ne de düşmanlarımıza suç bulalım. Bütün suçu kendimizde bulalım. Tarihimizi okuyalım. îdaresizliklerimizi göz önüne getirelim. Bugünkü toplumsal ve ekonomik hayatımızın sefil ve perişan durumunu araştıralım. O zaman ne boş şeylere, ne cahilane safsata ve taassuplara kurban gittiğimizi anlayalım. Anlayalım da, artık bu kangren olmuş yaralarımıza bir sargı arayalım.
Ben bu sargıyı Avrupalılaşmakta görüyorum. Gerek şahsi tecrübelerim, gerek araştırma ve incelemelerim Avrupalılaşma - Garplılaşma veya Yenileşmenin tek kurtuluş olacağına bende güçlü bir kanaat uyandırdı. Asyalı ve Doğulu hayatımızla ne kişiliğimizi ne de bağımsızlığımızı koruyamayacağımıza, sönmüş bir medeniyeti tekrar dirilterek Batı'ya üstün gelemeyeceğimizden kesinlikle eminim.
Belki Avrupalılaşmak ile eski gelenekleri, eski İslam medeniyetini de canlandırmayı başarabiliriz. Her halde gelişme ve ilerlememizin en büyük aracı Avrupalılaşmak olacaktır.
Şunu da şimdiden söyleyelim ki, Türkiye ne kadar çok Avrupalılaşacak olursa o derece Frenkleşmiş olmayacaktır, sadece koyu taassup, lüzumsuz adetler ve gelenekler gevşeyecektir.
Ben Avrupalılaşmayı tamamen farklı anlıyorum. Yoksa şimdiye kadar kıyafet değişikliği ve bazı adab-ı muaşeretle sınırlı görülen bozulma ve kötü ahlak olarak ortaya çıkan Avrupalılaşmayı kasdetmiyorum. Bu tarzda Avrupalılaşmak bize felaketlere neden olan şeyleri araştırmaya, dirilmek ve yaşamak için adet ve geleneklerimizden mutlaka değişmesi gerekenler varsa onları feda etmeye katlanmalıyız. Artık eski göreneklere, cahilce taassuba kurban olmamalıyız.
Milli ve vatani çıkarlarımızı her şeyin üstünde tutmalıyız. Varlığımızı koruma ve bağımsızlığımızı sürdürme tek hedefimiz olmalıdır. Duygularımıza, yüzyılların toplayıp getirdiği adet ve geleneklere esir olmamalıyız.
Her şeyde yenilik ve ilerlemeyi tercih etmeliyiz. Eğer milli şanımıza, dini hayatımıza şeref ve saadet veren mazideki göreneklerimiz varsa onları da aksine hem hayata geçirmeye hem de unutulmuş ise canlandırmaya çalışmalıyız.
Avrupalılaşmak demek yenileşmek demektir
İşte ben bu bakış açısından Avrupalılaşmanın önemini ispat edeceğim. Avrupalılaşmayı her şeyi yıkıp yeniden yapmak diye algılamayacağım. Bu hal bizi daha büyük bir felakete sürükleyebilir. Aslında az - çok herkesçe bilinen Avrupalılaşmak hakkında kalem oynatmam belki hafife alınabilir. Fakat çoğunlukla pek tabii görülen, herkesçe bilinen bir konudan uzun uzadıya bahsetmek, zannedildiğinden çok yarar verecektir.
Bazılarımızın kökleşmiş saplantısıyla, bazılarımızın görünüşe aldanmasıyla, bazılarımızın da ya görenek ya da riya sonucu çoğunlukla pek kötü ve pek zararlı gördüğü Avrupalılaşmak, bugünkü toplumsal mücadelelerimizin ve milli inkılaplarımızın adeta ruhudur diyebilirim.
Bundan böyle eski tutumlarımızla, Asyalılığımızla, Doğulu hayat tarzımızla bu gemimizi yürütemeyiz. Hiç boşa inat etmeyelim. Eski medeniyetlerin kalıntı ve harabeleri, ihtişamlı mazimizin güzide anıları bizi bugünkü sefil hayattan ve yenilgilerden kesinlikle kurtaramaz. Büyük-küçük hepimiz itiraf etmeliyiz ki. Balkan Savaşı'nda yenilen ve hezimete uğrayan ordu ve donanmamız değil, kokuşmuş, bozulmuş toplumsal hayatımız, "Doğululuğumuz"dur. (NK)
* Osmanlı-Rus Savaşı
** 1877-78 Osmanlı- Rus Savaşı
*** Meşrutiyet'in ilanı (1876)
**** 1876'da Romanya'da doğan Tüccarzade İbrahim Hilmi "Avrupalılaşmak" kitabını 1916'da yazdı. Prens Sabahattin'in "Türkiye Nasıl Kurtulabilir?" (1913) kitabının da yayıncısıdır. Daha sonra "Çığıraçan" soyadını alan İbrahim Hilmi 12 Haziran 1963'de öldü. Gündoğan Yayınları kitabının yeni Türkçe halini 1997'de "Osmanlı Klasikleri" serisinde yayımladı.