PersonaNonGrata, Asi Keçi Ankara Sanat İnisiyatifi’nin Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Tarihi Kent Merkezi Projesi kapsamında yıkmayı planladığı yapılardan olan Anafartalar Çarşısı ve Ulus İşhanı’ndan gerçekleştirdiği disiplinlerarası bir kamusal sanat etkinliği.
Ekibin ikinci kamusal sanat etkinliği olan PersonaNonGrata’yı seramik sanatçısı Özgür Ceren Can ile konuştuk.
Önce Asi Keçi’yi tanıyalım. Ne gibi bir ihtiyaçtan doğdu, kimlerden oluşur?
Asi Keçi, Solfasol Gazetesi’nde kültür-sanat alanıyla ilgilenen kişilerin karşılıklı etkileşimleriyle birlikte “Neden Ankara’da bienal yok?” sorusunu sormaları ve buna bir cevap aramalarıyla doğdu. Zamanla bienali sorgulamaya başladık ve Ankara’da olmasını istediğimiz şeyin o ‘tariflenen’ bienal olup olmadığını tartıştık.
Bütün güç odaklarını reddeden, yöntemi bilmese de ortak akılla başka bir yöntem arayan, onu şekillendiren, dönüştüren, belki sürdürülebilir bir model haline getirebilen bir şeyler deneyebilir miyiz diye düşündüm ve bir çağrı yaptım. Bunun üzerine bu fikrin etrafında epeyce kişi toplandı ama daha sonra bu muğlak fikri şekillendirme işi çetrefilli bir hal aldıkça Can ve Özlem Mengilibörü, Erhan Muratoğlu ve ben kaldık. Amatör, bağımsız, kolektif olarak tariflediğimiz bir çatı kurduk.
İlk kamusal sanat etkinliğimiz olan Ankara’nın Ölü Doğası sürecinde ve daha sonrasında da Galip Kürkçü ve Orhun Bora Çetin gibi sanatçılar dahil oldu. Aramızda hayatını sanattan kazanan çok az kişi var. Tasarımcı, mimar, öğretmen, şehir planlamacı gibi oldukça disiplinlerarası, aynı sanatsal tercihlere meyleden, tanımlamalardan kaçan, muğlaklıktan korkmayan bir ekibiz.
Disiplinlerarası olmasının sanatçı açısından ne gibi etkileri oluyor?
Asi Keçi’yle sanat yapmayı ve bu etkinliği bizim için heyecanlı kılan bu disiplinlerarasılık. İşe başyapıt kompleksiyle girmediğin için kendi uzmanlık alanının dışına çıkabiliyorsun çünkü etrafında seni destekleyen insanlar var. Ben mesela seramik sanatçısıyım ama Asi Keçi’yle videoyla uğraştım, kolaj ve yerleştirme de yaptım.
Ya kamusal sanat?
Kamusal mekânla ilişki kurmak sanatçı için çok özel bir deneyim. Sadece mekânın mimari unsurlarıyla ortak bir estetik dil yakalamaya çalışmıyorsun, oranın anlamlı olan kısmıyla, hafızasıyla, işleviyle, içinde yaşayan insanların gündelik rutiniyle de ilişki kuruyorsun. Bunlar senin işini, tasarım sürecini çok geliştiren, bir taraftan da zora sokan şeyler olduğu için her zaman yakalanabilecek bir deneyim değil sanatçı için.
“Başka bir cumhuriyet döneminin estetik anlayışı”
Burayı seçmenizin bir sebebi var, biraz ondan bahsedelim...
Bizim sanatı kamusal alana taşımakla ilgili bir derdimiz vardı. Bunu ilk Ankara’nın Ölü Doğası ile en iyi bildiğimiz yer olan Tunalı Hilmi Caddesi ve civarında yaptık. Tekrar sokağa çıkmak istediğimiz sırada ülke çok ciddi güvenlik problemleri yaşamaya başladı, bombalar patladı, OHAL çıktı ve sokakta bir şey yapmak imkânsız hale geldi. Biz de kendimize yarı kamusal alanlar bulmaya çalıştık. Bir yerel yönetimden destek alsak bazen o bile yeterli olmayabiliyor. Bu noktada da aklımıza çarşılar, pasajlar geldi.
100. Yıl civarında mekân bakıyorduk. Bu süreçte Salt Ulus’tan Aslı Alpar aramıza katıldı. Salt için çarşıdaki seramik eserler üzerine verdiğim seramik turunda, tezim de bu konu üzerine olduğu için çarşı yönetimiyle iletişim halindeydim. Burası olması fikrini Aslı attı ortaya. Ankara Dayanışma Akademisi’nde Akın Atauz’un Kentlerle Arkadaşlık dersinde Ulus’la yeniden yakınlaşmıştım ama bir kısmımız bu fikri başlarda benimsemedi, çünkü çok uzun zamandır kopmuşuz buradan, sadece geçtiğimiz bir yer olmuş.
Aslında bu çarşı, mimari olarak modernizmin çok yüceltildiği başka bir cumhuriyet döneminin estetik anlayışını yansıtıyor; toplumsal bir hafıza, kent belleği de var burada. İçinde çok soyut, modern sanat eserleri var. Çarşı yönetimiyle görüştük, yerel yönetimin seçmenleri oldukları halde ekmek teknelerinin ellerinden gitmesi ve seslerinin duyulmamasından dolayı ciddi bir karamsarlık içinde olan yönetim de fikrimize olumlu baktı.
Hâlâ da işleyen bir yer...
Evet gayet yaşayan, üçte bir oranında boşaltılmış, müşterisi olan, atıl durumda olmayan bakımlı bir çarşı... Belediye birtakım hizmetleri kesmiş ama esnaf kendi bütçesiyle hem güvenliği hem de temizliği ileri düzeyde sağlıyor.
Esnaf etkinliğe nasıl bakıyor?
Onların tek önemsediği bizim burada olmamız. Elbette yaptığımız işlerle de ilgilendiler, özellikle de çarşıyla ilişki kuran sanatçıların işlerine duygusal olarak karşılık veriyorlar ama asıl meseleleri sanat etkinliğinin içeriği, özelliği falan değil, kendileri dışında birilerinin buraya gelip onların derdini anlamış olması, onlarla birlikte “Bu çarşı yıkılmasın” diyor olması.
Tek umutları onların dışında birileri de bu yıkıma karşı durursa yerel yönetimin fikrinin değişebileceği yönünde. Devletle ilişkileri çok da sorgulayıcı olmadığından protesto etmeyi hiçbir zaman düşünmüyorlar. Bu yüzden de sanatla seslerini duyurmak onlara da iyi geldi.
Yapmaya çalıştığınız şeyle de örtüşmüş oldu bu dayanışma.
Evet çünkü bizim temamız “persona non grata”, istenmeyen kişi. Kime göre, neye göre istenmeyen olduğunuz çok değişen bir şey. Kendi seçmenlerinin yaşadığı bir çarşıyı bir anda istenmeyen ilan edip o insanların taleplerini hiçe saydılar. Çarşıdakiler de tam olarak ifade edemeseler de kendilerini öteki ve dışlanmış hissediyorlar.
Dışarıdan baktığınızda bu insanlarla başkayız, birbirimizin ötekisiyiz, birbirimizi anlayamayız gibi önyargılarımız vardı. Hiç öyle birbirinden farklı insanlar olmadığımızı gördük bu süreçte. Hem onların hem de bizim önyargılarımız yıkıldı.
Ortak hüzünle üretilen işler
Burada yapılan işlerden bahseder misiniz?
Duvar resimleri yapılmasını istedik ama tarihi bir yapı olduğundan duvarlara müdahale edemiyoruz. Kapatılan dükkanların önüne brandalar geriliyor, onları boyamaya karar verdik. Çok büyük olduklarından evde, atölyede yapılacak gibi değildi; o yüzden de buranın terasında çalıştı sanatçılar.
Teknik ekiple, güvenlik görevlisiyle, esnafla iletişim halinde üretildi o eserler. Zaten etkinlik öncesinde burada birkaç forum yapmıştık. Buranın dışından burayla ilgili bir şey çalışılması mümkün ama biz çarşıyı epey yaşamış olduk. Buranın kafesinde yedik içtik, kimi malzemeleri buradaki dükkanlardan tedarik ettik. Ben korkup giremeyeceğim bodrum katlarında teknik ekiple çay içip sohbet ettim. Alımlayıcı kitlenin peşinen hüzünlenmiş olduğu ortak bir hüzünden işler ürettik. Hepimiz çarşıya çok bağlandık. Böyle bir ilişki kurduk ve işler de bundan çok etkilendi haliyle.
Peki alışverişe gelen insanlar sergiyi fark ediyor mu?
Büyük oranda fark etmiyorlar. Asılmış, yerleştirilmiş işleri fark ediyorlar tabii ki ama bunun bir sergi olduğunu çok anlamıyorlar. Halihazırda sanatçı performans yapıyorsa -mesela Sırbistan’dan gelen KURS burada çalıştı- çok ilgi gösteriyorlar.
Bizi yakaladıkça “Bunlar ne, sergi açıldı mı?” gibi sorular soruyorlar fakat çok geniş bir kitlenin farkında olduğunu söyleyemem. O kitle buradaki seramik eserlerin de farkında değil zaten. Geçiş güzergahı olarak da kullanılıyor burası, o trafiğin içinde hızlı hızlı hareket eden insanlara etkinliğin çok da değdiğini düşünmüyorum. (BK/YY)