Hrant Dink Cinayeti davası avukatı Fethiye Çetin'in davada yer almayan bilgileri paylaştığı kitabı "Utanç Duyuyorum: Hrant Dink Cinayetinin Yargısı" Metis Yayınları'ndan çıktı. Çetin 367 sayfada 19 Ocak'tan önce Hrant Dink ile tanışmasını, cinayet öncesini ve yargılamayı anlattı. 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nde Çetin’in Hrant Dink hakkında yazdıklarından, “Bırakın bu palavraları” başlıklı bölümü yayınlıyoruz.
Zaten onu ilk gördüğümde cesaretine ve açık sözlülüğüne hayran olmuştum.
Hrant Dink adını yayın hayatına atıldığını öğrenir öğrenmez müptelası olduğum Agos gazetesinden biliyordum ama onu ilk görüşüm Siyaset Meydanı programında televizyon ekranında olmuştu.
Siyaset Meydanı'nda saatlerce, sabahlara kadar süren tartışmaların yapıldığı, milyonlarca insanın ekrana kilitlenip sabahladığı günlerdi. Konu başlığını pek hatırlamıyorum ama Siyaset Meydanı, o gece, Türkiye'de azınlıklar ve sorunlarım konu etmişti.
Rum, Ermeni, Yahudi konuklar ile bazı akademisyenlerin konuk edildiği, çok geç saatlere kadar oturup izlediğim bu programın en son konuşmacısıydı Hrant. O vakte kadar, arada ürkek ve kaçamak sözlerle sorunlara değinilse de azınlık mensubu katılımcıların çoğu, "Hayatımızdan memnunuz... Bir problemimiz yok Allaha şükür... Şimdilik mutluyuz..." gibi cümleler kuruyorlardı.
Hatırladığım kadarıyla Hrant söze azınlık vakıflarının mülk edinmelerinin nasıl yasaklandığını, o güne kadar edinilmiş mülklerin, hukuka aykırı gerekçeler yaratılarak nasıl ellerinden alındığını, Yargıtay'ın ülkenin azınlıklarını "yabancı" olarak nitelediği kararı anlatarak başladı. Sonra Ermeni yetimlerinin elleriyle tırnaklarıyla kurdukları Tuzla Ermeni Yetimhanesi'nin gasp ediliş hikâyesine geçti. Gaspedilen sadece mallar değil, o yetimlerin emekleri, hayatları, hayalleriydi. Hrant Dink, emeği, hayatı ve hayali gaspedilenler arasındaydı.
Etkileyiciydi konuşması, öylesine sahici, öylesine samimi, öylesine sade ve inandırıcı...
Konuşmasının bir yerinde diğer konuşmacılara bakarak şöyle bir şeyler söyledi: "Bırakın bu palavraları... Çok iyiyiz... Çok mutluyuz... Sabah kalkıyoruz iyiyiz, sonra?.. Sonra sorunlar, sorunlar... Kötüyüz!.."
Geçmiş gün, kelimelerin hepsini tam aklımda tutamadım ama "palavra" deyişini hiç unutamadım. Birdenbire, öyle pat diye ortaya atmıştı sözü; "Bırakın bu palavraları..."
Birileri alınacak mı bu sözden diye kaygılandığımı, yerimden doğrulduğumu hatırlıyorum ama kimse alınmadı, herkes onu büyülenmiş gibi büyük bir dikkatle dinledi. Çünkü Hrant Dink, hep yaptığı gibi bu sefer de o ânın hakikatini söylüyordu. Konuşmasının büyüsü, sesine sinmiş samimiyetindeydi.
Sonraları onun düşündüklerini eğip bükmeden doğrudan söyleyişine ve kimsenin de onun sözlerine alınmadığına sayısız defa tanık olacaktım.
Programı başından sonuna, zaman zaman öfkelenerek, sıkıntıyla izlerken bu adam içime su serpmişti adeta.
Sonra hiç ağaç dikemeyen, hiç bahçe yapamayan Ferman'm hikâyesini anlattı.
Ferman, Siirtli bir Ermeni, Marmara Ereğlisi'nde yazlığı var, bir de bahçesi, lakin bahçede tek bir ağaç yok. Domates, biber, mısır, ay çekirdeği ekmiş de Ferman, bir tek ağaç dikmemiş bahçeye. Soranlara şöyle diyormuş: "Dikmem arkadaş, ne zaman ağaç diktim de meyvesini yiyebildim ki..."
Yayıldığım koltuktan kalkmış ve "işte bu," demiştim, "işte bu kadar." Bir küçücük hikâye ile neler anlatmamıştı ki...
O, ölümüne korkulan geçmişi, minicik bir hikâye ile sermişti ortaya...
Yapmacıksız, sıcacık hali ve elini havada sallayıp "palavra" deyişi belleğime takıldı kaldı, unutamadım. (FÇ/AS)