20 Ocak 1998’de kurulan Gazeteciler Meclisi’nin temelleri, Metin Göktepe’nin öldürülmesinden sonra Aydın ve Afyon’da yapılan duruşmaların takibinde, Özgür Gündem ve ardıllarına uygulanan baskılara karşı dayanışma eylemlerinde ve Işık Yurtçu’nun cezaevinden çıkartılması için yürütülen mücadelede atılmıştı.
Rıdvan Akar: O sıralar 32. Gün’deydim. Başlangıçta 20 civarında ÖDP’li gazeteci bir araya gelip parti için bir çalışma yapmayı düşündük. Sonrasında partiye değil gazetecilik mesleğine bir fayda sağlayalım, spektrumu geniş tutalım diye karar verdik. Bu şekilde bir meslek hareketi oluşturma kararı alındı, o toplantı akabinde ÖDP telaffuz edilmedi. |
Meclis katılımcısı olmak için üyelik, aidat, kadrolu olmak, sarı basın kartı sahibi olmak gibi zorunluluklar yoktu. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) aksine sadece Basın İş Kanunu’na tabi olan ‘212’li tabir edilen gazeteciler değil, 1475 sayılı (şimdi 4857) İş Kanunu’na tabi sayfa sekreterleri gibi basın emekçileri de dahil edilmişti.
Tüm genç gazetecilerin meclise katıldığını gören TGC’nin tüzüğü de bir süre sonra demokratikleşmek zorunda kaldı. Üyelik, 5 yıllık deneyim ve sarı basın kartıydı gerektiriyordu. Bu bir yıla indirildi ve basın kartı zorunluluğu kaldırıldı.
Kuruluşunun ilk yılında Gezi Parkı’ndaki evlendirme dairesinde yüzlerce gazetecinin katılımıyla hararetli toplantılar yapıldı ve mesleğin çeşitli sorunları tartışıldı. Toplantılara ana akım medyanın kamuoyunun çok iyi bildiği köşe yazarları da, sigortasız çalıştırılan stajyer muhabirler de katılıyordu.
Son 10 yılda ilk defa böylesine bir katılım gerçekleşiyordu.
Hiyerarşik bir örgütlenme yerine organizasyonu sağlayan ve iki ayda bir değişen ‘kolaylaştırıcılar kurulu’ oluşturuldu.
98’de meclis, bir yazısından dolayı hakkında tutuklama kararı çıkan gazeteci Ragıp Duran için hemen refleks göstererek bir kampanya başlattı: Babıali’de toplanan basın çalışanları Duran’ı cezaevine uğurladı ve tutukluluğu süresince eylemler yaptı.
Rıdvan Akar: Toplantılara katılan toplam gazeteci sayısı 850 civarındaydı, Babıali şenliği ve arabalı vapur etkinliğini de katınca 1000’i geçmişti. En önemli özelliklerinden biri farklı siyasi görüşlerden insanları bir araya getirmesiydi. İslamcı, liberal, solcu, Kürt hareketinden basın çalışanlarının varlığı hem meclisin hakiki bir meslek hareketine dönüşmesi hem de fikri çeşitlilik açısından önemliydi. Örneğin Akit gazetesinden, Yeni Şafak’tan, Samanyolu TV’den arkadaşlar vardı. Kürt medyası da meclisi adeta bir misyon gibi benimsemişti, ciddi katılım vardı. |
Ragıp Duran: Meclis yeni bir modeldi. Başkanı, başkan yardımcısı, genel sekreteri olmayan, yeri yurdu olmayan, tüzel kişiliği olmayan, son derece özerk, doğal ve içten bir örgütlenmeydi. Basının içinde bulunduğum 35-40 yılda Gazeteciler Meclisi gibi başka bir örgütlenme hatırlamıyorum. |
Sendika üyeliği teşvik edildi
90’ların başlarında gazete binaları geleneksel basın semti Babıali’den İkitelli, Güneşli ve Mahmutbey’de plazalara taşınırken gazeteciler de kentten ve birbirlerinden kopmuş, sendikasızlaşmıştı. Radyo ve televizyon yayıncılığında TRT tekeli sona ermiş, birçok yeni radyo gazete ve televizyon kanalı kurulmuştu ama bunların büyük çoğunluğu birkaç büyük medya grubunun himayesine girmişti. 28 Şubat süreci ve Andıç olayında ordunun medya sahipleri üzerindeki etkisi açığa çıkmıştı.
Basın çalışanlarının sansürden özlük haklarına birçok sorunu vardı.
Meclis, tüm bu sorunları tek başına çözme iddiasıyla ve sendikaya bir alternatif olarak kurgulanmadı. Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) ve Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD), TGC gibi meslek örgütlerine üyelik teşvik edildi.
Rıdvan Akar: TGS belli gazetelerde sendika yeterliliği almasına rağmen toplu iş sözleşmesi için irade sağlayamamış, buna dönük tepkiler artmıştı. İstanbul şubesi tasfiye olmuştu. TGC zaten yaşlılar örgütüne dönmüştü, hâlâ da öyledir. Gazeteciler bir arayış içerisindeydi. Meclis işte böyle bir dönemde, terörle mücadele yasaları, baskılar, iş güvencesizliği, editoryal bağımsızlık gibi sorunların çözümü için bir çekim merkezine dönüştü. En baştan beri sendikanın veya cemiyetin yerine geçecek bir hareket olmadığımızı, tam tersine meslek örgütlerini güçlendirmeyi amaçladığımızı söyledik. Buna rağmen meslek örgütlerinin bizi rakip olarak görmesini engelleyemedik. |
Ahmet Şık: Meclise gelen birçok basın çalışanı sendikanın yerini bile bilmiyordu. Meclis sendikadan bağımsız olsa da katılanların sendikaya üyeliği almaları gerektiğini söylüyorduk ama birçok muhabir işten kovulma korkusuyla bunu yapamadı. |
Her işyerine bir meclis
Meclise katılanlar 60’a yakın basın kuruluşunda çalışıyordu. Herkesin kendi işyerinde bir meclis kurup ve kararlar alabileceği bir örgütlenme şekli hayata geçirilmeye çalışıldı.
Önemli kazanımlardan biri Doğan Holding’de enflasyonun çok gerisinde kalan yıllık zammı protesto etmek adına işyeri meclisinin yemek boykotu gibi eylemler düzenlemesiydi. Boykota katılım artınca yıllık zam yüzde 30’dan yüzde 33’e çıkartılmıştı.
Ancak bu örgütlenme az sayıda işyerinde hayata geçirilebildi.
Elif Ilgaz: Büyük bir heyecanla başladık, her gazete her televizyonda en az iki kişi örgütlenmeyle ilgili çalışacak diye işe koyulduk. Ben o sırada Yeni Yüzyıl’daydım, işyerindeki panolara afişler asmak gibi cürretkar bir tavra girdik. Ama Süleyman Sarılar’ın - meclisteki faaliyetinden dolayı olduğunu biliyorduk - Hürriyet’ten atılmasıyla bizde de ufak ufak korkular başladı. Gazetede çok kimse yanaşmadı, bir müddet daha sürdürmeye çalıştım. Sergi, şenlik, arabalı vapur gibi etkinliklerde katılım çoktu ama örgüte gel, sendikaya katıl deyince herkes duruyordu. |
Rıdvan Akar: Nihai amaç tüm illerde gazeteciler meclisleri kurmak, sonra da bunların birleşimiyle bir konfederasyona gitmekti. Bunun ilk nüvesi 98’de Bolu’da atıldı, bir minibüs dolusu gazeteci gidip meclisin kuruluş sürecini selamladı. Devletin gözü üzerimizdeydi, örgütlü sendikal harekete dönüşme riski karşısında medya elitlerinden de tehditler geliyordu, böyle devam edersen işini kaydedersin diye. |
Ragıp Duran: Egemenler açısından ne kadar tehlikeli bir örgütlenme olduğu ortaya çıkmıştı, Süleyman Sarılar’ı hemen Hürriyet’ten attılar. Tabii sebebin Gazeteciler Meclisi faaliyeti olduğunu söylememişlerdi. |
2000’de gündem Andıç, Hayata Dönüş ve
1999’da sönümlenmeye yüz tutan meclis, 2000 Aralık’ta Bayrampaşa Cezaevi'ndeki ‘Hayata Dönüş’ operasyonu ve Muammer Karaca Tiyatrosu'nda düzenlenen ‘Basın Meslek ilkeleri Açısından Andıç’ paneli sonrasında yine hareketlendi. Meclisin düzenlediği panelde Cengiz Çandar 28 Şubat sonrasında Genelkurmay’ın talimatıyla Hürriyet, Kanal D ve Sabah’ta kendisi hakkında yayınlanan yalan haberlerden dolayı yayın sorumluları Zafer Mutlu, Fatih Çekirge, Ertuğrul Özkök, Sedat Ergin ve Uğur Dündar'ı suçlamıştı.
2000 Aralık ve 2001 Ocak’ta Gazeteciler Meclisinin toplantılarını yaptığı Nazım Kültür Evi ve Mümtaz Sevinç Tiyatrosu Sahnesi polis tarafından mühürlendi. Gazeteciler polis baskısının, o günlerdeki toplantılarda cezaevi operasyonlarının konuşulacak olmasından kaynaklandığını söylemişti.
1 Mart 2001’deki toplantıya 400’e yakın gazeteci katıldı ve işten çıkarmaları protesto etmek için eylem kararı alındı. Gazeteciler Sabah gazetesi binası önüne yürüyerek Egebank’ın hortumlanmasına ithafen gazetenin önüne hortumlar bıraktı.
Rıdvan Akar, bu eylemlerin ardından 2001-2002’de “sola çekilmeye” çalışılan meclisin yalnızlaştığını, meclis faaliyetlerinden dolayı işten çıkartılan gazeteciler hakkında aynı duruma düşme endişesiyle tepki verilmemesi gibi sebeplerin dayanışmayı gitgide zayıflattığını anlatıyor.
“Yeni Türkiye’de medya bitti”
Rıdvan Akar: Bugün benzer bir örgütlenmeye kesinlikle ihtiyaç var ama aynı ivmeyi yakalayamayacağımızı düşünüyorum çünkü çok kutuplaşmış, politikleşmiş durumdayız. Gazeteciler Meclisi güçlüyken Zaman çalışanlarının ciddi kadro sorunu vardı, oraya da ‘işyeri meclisi’ kurulmuş ve kadrolu olmaları sağlanmıştı örneğin. Bugün siyaset gazetecileri böldü. Bu dönemin birçok açıdan 90’lara kıyasla daha ağır olduğu kanaatindeyim, o dönemde iktidar kendi medyalarını yaratmazdı, ordu ve cuntaya rağmen haber yapabilen gazeteciler vardı. Bugünse iktidar kendi medyasının yanında diğer medya kuruluşlarına da nüfuz etti, onları da kontrol ediyor. Ahmet Şık: Yeni Türkiye’de medya bitti, en pespaye ve aşağılık dönemi yaşıyoruz. 90’larda ülkenin her yanında kan banyosu yapılan bir dönemde dahi gazetecilik yapabiliyordum, yazdığımı ana akımda daha kolay yayınlatıyordum. O günlerde Metin Göktepe, Manisalı gençler davası gibi olayların üzerine giden ana akım muhabirlerinin hiçbiri şu anda ana akımda yok, barınamıyor. Elif Ilgaz: 90’lar çok kötüydü ama bu daha kötü. Ayrıştırma, kutuplaşma var. Sürekli işten çıkartmalar, gazete kapatmalar… Hemen kapıyı gösteriyorlar gazetecilere ve kovulan arkadaşlarının iş yükü de kalanların üzerilerinde. Dayanışmaya çok ihtiyaç var ama dayanışmayı bırakın gazeteciler nefes alacak durumda bile değil. |