Namık Kemal Tartanoğlu, Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıkan romanında, makus talihine dur diyen Nazife’nin hikâyesini anlatırken, 10 dairelik apartmandaki tiplemeleriyle toplumun kadına bakış açısını sorguluyor.
“Bu kadınları tabii ki tanıyorum. Hepsi yakın çevremde yaşayan ve hepsi ‘kanlı canlı’ insanlar. Ama onları sadece ben tanımıyorum ki, sizler de tanıyorsunuz. Hemen yanınızdalar; biraz uzaktan görmüş de olabilirsiniz, sadece duymuş ya da okumuş da. Nasıl yaşadıklarına, neler çektiklerine, umutlarına, çaresizliklerine bizzat şahit oldunuz. Olduk.”
Namık Kemal Tartanoğlu ile yazma serüvenini, motivasyonlarını ve kadınların direnişini merkeze alan romanını konuştuk.
Uzun yıllar hekimlik yaptıktan sonra önce kısa hikayelerle yazarlık serüveniniz başlıyor. İlk kitabınız olan Bir Erkeği Öldürmek 2023 yılında yayımlandı. Yazarlık serüveniniz nasıl başladı ve gelişti, motivasyonunuz neydi?
Kısa hikâyeler dediğiniz uğraşılarımın hepsi kimselere açamayıp kendime sakladığım karalamalardı. Çünkü yazdıklarımda aradığım lezzeti bir türlü yakalayamıyordum. Sonunda çalakalem yazmadan önce bu işin eğitimini almam lazım diye düşündüm. Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde Öykü ve Senaryo Yazma ile ilgili bir gece kursuna devam ettim. Oradaki değerli hocalardan biri olan Sayın Behice Özgen, şu anda da editörlüğümü yapıyor. Kurstan aldığım en önemli ders ‘yazar olmak için yazmak gerek’ oldu. Kendinizi kapatıp düzenli olarak her gün aynı saatlerde masaya oturmak ve saatlerce yalnız başına çabalamak… Oynayıp zıplayan düşüncelerinizle boğuşup onları dizginlemek ve satırlarınızın arasına sıkıştırmak… Yazar olmak hayaline kapılmadan sadece yazmak… Gördüklerinizi, duyduklarınızı, yaşadıklarınızı ve tabii okuduklarınızı kendi süzgeçlerinizden geçirip yazıya dökmek… Galiba, buna duygularınızı da katarsanız adı şiir oluyor. Motivasyonum neydi? Basit bir ifadeyle, düşündüklerimi aktarıp, arkamda kalıcı bir şeyler bırakmak isteği.
“Onları çok iyi biliyorsunuz”
Romanda farklı farklı kadın hikâyeleri, portreleri var. İlk romanda bir erkeğin kadın dünyasından anlatması ilginç. Neden böyle bir tercih yaptınız, bu kadınları tanıdınız mı, bu hikâyeye tanıklık ettiniz mi?
Galiba, yazar olmak için çevreye, insana, olaylara daha duyarlı, daha değişik bakabilmek gerekiyor. Bu kadınları tabii ki tanıyorum. Hepsi yakın çevremde yaşayan ve hepsi “kanlı canlı” insanlar. Ama onları sadece ben tanımıyorum ki, sizler de tanıyorsunuz. Hemen yanınızdalar; biraz uzaktan görmüş de olabilirsiniz, sadece duymuş ya da okumuş da. Ama onları çok iyi biliyorsunuz. Nasıl yaşadıklarına, neler çektiklerine, umutlarına, çaresizliklerine bizzat şahit oldunuz. Olduk. Nazife’yi tanıyorum. Şinasi, üniversiteden arkadaşımdı. Diğerlerinin bazılarını uzaktan gördüm, bazılarını da duydum... Kadın cinayetleri bir türlü gerilemeyen, hatta artan bir ülkede yaşıyoruz. Kadına şiddet, taciz, aşağılama da cabası.
Siz romanda rolleri değiştirip “farklı da olabilir”i gösteren bir olayı anlatıyorsunuz. Ben okumayı bitirdiğimde bütün iş karşı koymakta, “hayır” diyebilmekte diye düşündüm. Sizin de çıkış noktanız bu muydu?
Dünyada son 10-15 yıldır yeni bir değişime şahit oluyoruz. Ben kısaca; hakimler veya hakim olanlar diyorum, siz emperyalistler, oligarklar, para babaları, tröstler, burjuvazi... vs diyebilirsiniz. Artık çok açık oynuyorlar. Eskiden biraz saklamaya, biraz sabunlamaya çalışırlardı. Savaşlar çıkarıyor, sivil halkı öldürüyor, durmadan silah üretiyorlar. Milyonlarca insanı bilinçli olarak aç bırakıyor, kaçıp kurtulmaya çalışan göçmenleri denizlerde boğuyorlar. İnatla fosil yakıt üretip üç kuruş kâr için çevre kirliliğine ve küresel ısınmaya neden oluyorlar. İşkence yapıyorlar, düşünen insanları acımasızca yok ediyorlar. Düşünmeyi küntleştirmek için bağnazlığı teşvik ediyorlar.
Tek çare var. Kayıtsız şartsız, “hayır” demek. Gelecek umuduna karşı olan ne varsa hepsine “hayır” demek. Kadın sorunu da aynı. Sadece bizim ülkemizle sınırlı değil. Eğitim ve ekonomik yapı yükseldikçe azalsa da, dünyanın her yerinde kadına karşı şiddet olgusu var. Ve buna karşı koymanın tek yolu “hayır” diyebilmek.
Ne yapmalı?
Romanın mekânı 10 dairelik bir apartman. Her dairede yaşayanların hikâyelerini, kadına bakış açılarını flashback’lerle anlatıyorsunuz. Bunu yaparken kadın meselesinde toplumda var olan çarpıklığı mı irdelemek istediniz?
O apartman, ülkemizin ya da toplumun yüzde 80'i, belki de daha fazlası. Anlatmak istediğim aslında var olan çarpıklık değil. O zaten var ve herkes biliyor. Önemli olan bu çarpıklığa karşı ne yapılacağı. Romanımdaki kadınlar ülkemizdeki milyonlarca kadını temsil ediyor. İçlerinden çok azı, yaşamlarının belli bir aşamasına geldiklerinde “hayır” deyip, kötü döngüyü kırabiliyor. Nazife, Şerife, Şükran Anne, Selda Hanım bunlardan birkaçı. Tek ortak özellikleri var: Şu ya da bu biçimde erkek egemen davranışa ve şiddete “hayır” demeleri.
Her yeni yazara sorulur, ben de sorayım, şimdi sırada ne var?
Başlarken bir plan yapmıştım. Beş aşamalı bir yol haritası. İlk ikisini bitirdim. Üçüncüye çalışıyorum. Ve sonra iki tane daha. İlki, göçmenlik olgusunu irdeleyen bir film senaryosu. Adı, “Ötekiler”. Bitirdim. Fena çıkmadı. Ben bile beğendim(!) ama yeterli tanıtımı yapamadığımız için şimdilik bekliyor. İkincisi bu roman. Şu anda üçüncüsüne çalışıyorum. İddialı ya da hırslı değilim. Keyifle çalışıyorum, o kadar. Ve henüz kendime “yazar” diyemiyorum. Bu benim için en azından bir had bilmezlik, bir görmemişlik olur. Ben sadece bir “yazan”ım.
Namık Kemal Tartanoğlu hakkında
1956 yılında Karaman’a yakın küçük bir köyde doğdu.
İlk ve orta öğrenimini Niğde ve Konya’da tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde okudu, anestezi ihtisasını Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yaptı. Önce Adapazarı Devlet Hastanesi’nde uzman hekimlik, sonra İstanbul’da özel hastanelerde başhekimlik yaptı.
Bir dönem İstanbul Tabip Odası’nın yönetim kurulunda yer aldı. 26 yıllık hekimliği sırasında ve sonrasında öykü yazmaya başladı.
Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde öykü ve senaryo yazma konularında eğitim aldı. Yazar emekliliğini İzmir ve Londra’da yaşayarak ve yazarak geçiriyor.
(SE/TY)