Bugün 15 Mayıs Dünya Vicdani Retçiler Günü... Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına karşın Avrupa'da vicdani ret hakkını anayasasında bulundurmayan tek ülke.
Vicdani retçiler cezaevlerine konulmanın yanı sıra, kimliksiz, işsiz, eşsiz yaşamaya veya "sosyal kişilik bozukluğu" raporu ile yaşamaya mahkum edilmeye devam ediliyor.
Necip Fazıl Kocaoğlu da hayatının son on yılını zorunlu askerlik uygulaması nedeniyle tam anlamıyla bir "kuşatma" altında geçiriyor.
Son on yılda, kalan yedi aylık askerliğini vicdani nedenlerden ötürü tamamlamayan ve bu nedenle toplam beş kere cezaevine giren, türlü baskı ve işkencelerle karşılaşan Kocaoğlu, cezaevi dışında kaldığı zamanları da yakalanmamak veya kendi tabiriyle acı çekmemek için hayattan soyutlanarak, üç-dört ayda bir evin dışına çıkarak geçirmiş.
Kocaoğlu ile zorunlu askerlik yaptığı dönemi, kendisini vicdani retçi olmaya götüren koşulları ve Türkiye'de vicdani retçi olmanın bedellerini konuştuk.
"Erkeksen bağıracaksın"
Kocaoğlu 2002'de İzmir'de zorunlu askerliğe başlamış. Burada kışlaya adımını atar atmaz, askeriyenin klişe cümlelerinden biri nedeniyle sıkıntı yaşamaya başlamış: "Sivilde bağırarak konuşana deli derler, burada bağırmadan konuşana."
Kocaoğlu yapısı gereği bağırarak konuşmuyor. Hatta bir hayli kısık sesle konuşuyor. Yani askeriyede "erkeklik" ispatı olarak sunulan avazın çıktığı kadar bağırarak "Emret komutanım" diyebilecek insanlardan değil.
Ancak ordu mantığının tek tipleştirme argümanı karşısında "Ben bağırmıyorum, sesim bu kadar çıkıyor ve böyle konuşuyorum" demesi bir şey ifade etmemiş.
Kocaoğlu, gerek İzmir'de acemi birliğinde gerekse usta birliği olan Erzurum Oltu'da "erkek olacak kadar" bağırmadığı için sürekli olarak dayak yemiş, dirsekleri ve dizleri parçalanana kadar süründürme cezasıyla karşılaşmış.
Bu cezalandırma ve dayak süreci askerliği sorgulamaya başlamasına neden olurken, esas sorgulamayı görev yaptığı tank birliği sayesinde yaşamış:
"Sürekli olarak tanklara bakıyordum. O aletler geçerken kışlada aldığımız eğitimleri düşündüm. Aslında savaşa hazırlanıyorduk ve bir savaş çıkması durumunda biz o tankları kadınların, erkeklerin ve çocukların üstünden geçirecektik. Bunları düşündükçe askerlikten soğumaya başladım."
"Komutana gittim ve askerlik yapmak istemediğimi söyledim. O da silah çekip beni öldürebileceğini söyledi. Ben de 'öldürürsen öldür' dedim."
"Bir ay sonra, beş buçuk aylık askerken kaçtım ve Kayseri'ye ailemin yanına gittim. Bu sırada ailem komutanla konuşmuş ve komutan şartların değişeceği sözünü vererek, askerliği bitirmemi tavsiye etmiş."
"Bunun üstüne beş gün sonra ailemin de ısrarı ile kışlaya geri döndüm. Cuma günüydü. Komutan bana 'vatan haini' dedi ve pazartesi günü benimle hesaplaşacağını söyledi. Bunun üstüne gittiğim günün akşamı yine kaçtım ve eve döndüm."
"Bir buçuk ay sonra komutan yine ailemi arayarak durumun kötü olacağını söyleyince babam beni ikna etti ve ben yine kışlaya döndüm."
Bir garip kaçış
Kocaoğlu'nun kışlaya bu dönüşü oda hapisleri, disiplin koğuşları ve cezaeviyle de tanışmasının başlangıcı olmuş.
24 saat su, yemek vermeden, tuvalete gitmeden "acil manga odası"nda elleri ve ayakları bağlı şekilde tutulan Kocaoğlu, 2002'yi 2003'e bağlayan yılbaşında hücreye atılmış. Üç gün boyunca burada tutulduktan sonra çıkarıldığı mahkeme "20 günü yatılacak" diyerek 63 gün oda hapsi vermiş.
Ancak yer olmadığı için "cezanı yer boşalınca çekersin" denilerek askeri birliğine gönderilen Kocaoğlu'nun başına kaçmasın diye bu sefer 25 er zimmetlenmiş.
İki ayı hiçbir şey yapmadan bu askerle geçiren Kocaoğlu, bu kaçış hikayesini şöyle özetliyor.
"Benim tüm parama el koymuşlardı. Günde sadece 1-2 lira veriyorlardı. Ben de çarşıya çıkan askerlerden birine 1 liralık sayısal loto oynaması için para vermiştim. O lotoda dört tutturunca 20 liram oldu."
"Komutana çok daraldığımı ve çarşıya çıkmak istediğimi söyledim. Artık silahsız olarak biriyle birlikte nöbet de tutmaya da başlamıştım."
"Komutan da yanıma birini vererek beni çarşıya gönderdi. Ben de yanımdaki benden sorumlu askerden ilk fırsatta kurtulup loto bayiine gittim ve kuponu verip 20 liramı aldım. 5 lira minibüse, 12 lira trene verip Kayseri'ye geri döndüm."
"Komandonun işkencesi farklı oluyormuş"
Kocaoğlu bu kaçışında hayattan yalıtılmışlıkla tanışmış. Altı ay boyunca hiç evden çıkmadığını, parası olmadığı için dışarıdaki hayatın içini yaktığını ve bu nedenle tüm perdeleri de kapatarak sadece eski bir radyodan müzik dinlediğini anlatan Kocaoğlu, altıncı ayın sonunda eve gelen polisler tarafından yakalanmış ve inzibata teslim edilmiş.
Kayseri'de jandarma karakolunda dört gün kalan Kocaoğlu, jandarma aracıyla yirmi gün boyunca elleri kelepçeli olarak çeşitli illerde dolaştırıldıktan sonra sekiz gün "konaklayacağı" Erzurum Jandarma Karakolu'na götürülmüş.
Buradan Oltu'ya götürülen ve bir gün hücrede kalan Kocaoğlu, bu sefer de 20 gün yatarı olan 63 günlük oda hapsi cezasını çekmek üzere Kars Sarıkamış'a götürülmüş.
Bu sırada altı aylık firar nedeniyle mahkemeye çıkarılan Kocaoğlu, dört ay cezaya çarptırılmış.
"Dört ay cezayı yatmaya başladıktan 24 gün sonra mahkemeye çıktım. Mahkeme de askeri cezaevinde yer sorunu olduğunu da belirterek ara tahliye verdi ve beni geri askerlik şubesine götürdüler."
"Burada Kayseri Askerlik Şubesi'yle yapılan yazışmalar sonucunda 'mevcutsuz' yani yanımda asker olmadan Erzurum Oltu'daki birliğime teslim olmama karar verdiler."
"Ancak ben yine Kayseri'ye evime gittim. Bu firar da bir buçuk yıl sürdü. Bir buçuk yılın sekiz ayını sadece bir döşeğin olduğu bağ evinde geçirdim. Kış bastırınca soğuğa dayanamadım ve eve döndüm. İki ay sonra yine yakalandım ve bu sefer Kayseri Komando Tugayı Askeri Cezaevi'ne koydular."
"Burada ağır işkence gördüm. Sadece gece 22.00-00.00 arası uyumamıza izin veriyorlardı. Sonra sabaha kadar soğukta dışarıda karda yağmurda süründürüyorlardı. Üstümüzü değiştirmemize bile izin vermiyorlardı ve her gün sıra dayağından geçiriyorlardı."
Askeri cezaevinde isyan
Bu cezaevinde firar nedeniyle kendisi dışında bir mahkumun daha olduğunu söyleyen Kocaoğlu, o kişinin dördüncü günde ölüm orucuna başladığını anlatıyor.
Komandoların dört gün boyunca ölüm orucunu seyrettiğini ama işin ciddiyetini anlayınca, kendisinin ölüm orucunda olmamasına rağmen ikisini önce jandarma karakoluna, oradan da Sivas'ta Temeltepe Askeri Cezaevi'ne götürdüklerini, yolda kendisinin de arkadaşına destek amacıyla ölüm orucuna girdiğini anlatan Kocaoğlu, bu cezaevinde yaşananları şöyle aktarıyor:
* Sarıkamış'taki cezamın devamı olarak burada 38 gün kaldım. Cezaevine girdiğimizde müdür bize olumsuz yaklaşmadı. Biz de orucu sona erdirmeye karar verdik. Zaten artık arkadaşımın durumu kötüye gidiyordu.
* Bu cezaevinde mahkumların sözü geçiyordu. Eğitim, spor falan yapılmıyor, tek tip kıyafet giyilmiyordu. Hatta iki tane cep telefonu bile vardı.
* İçerdeki 37. günümde birileri tahliye oldu ve ertesi gün koğuşlara baskın düzenleyen gardiyanlar ve cezaevi yönetimi elleriyle koymuşlar gibi lavabo boruları içine torbalarda saklanan cep telefonlarını buldular.
* Cezaevinde toplam iki koğuş vardı ve dokuz cinayetten yargılanan bir kişi "ağa"ydı. Cezaevi müdürü bundan böyle eğitime başlanacağını, tek tip kıyafet giyileceğini duyurunca "ağa" camı kırdı ve bir cam parçasını bir mahkumun boğazına dayayarak müdürü tehdit etti.
* Bunun üstüne gardiyanlar geri çekilince "ağa"nın talimatıyla tüm yataklar toplandı ve ateşe verildi. Kapının önüne ranzalar çekildi. Ancak biz içerde kaldık. Kalorifer borularını patlatıp ıslattığımız yanmayan bezleri yüzümüze sardık ve yere yatıp dumandan olabildiğince az etkilenmeye çalıştık.
* Bir süre sonra bizi çıkarttılar ve ertesi gün savcılığa götürüldük. Çoğu mahkum sivil cezaevlerine nakledilirken firar suçundan yatan ben ve üç kişi yine birliklerimize teslim edildik.
Sonunda vicdani ret
Askeri birlikte bu sefer dokuz gün kalan ve sonunda yine kaçan Kocaoğlu'nun bu firarı da iki yıl sürmüş.
Bu aşamada bir bilgisayar temin eden Kocaoğlu, o dönemde tutuklanan vicdani retçi Halil Savda hakkındaki haberler sayesinde savaskarsitlari.org'la tanışmış ve vicdani reddi araştırmaya başlamış.
Bu aşamada öğrendiği vicdani ret hakkı, iki yıl sonra yakalandığında işine yaramış:
"Sivas askeri cezaevine götürdüler. Burada vicdani retçi olduğumu beyan edip bir dilekçe yazdım ve Sarıkamış'ta davalarıma bakan mahkemeye gönderdim."
"Mahkeme mevcut dosyalardan ikisi hakkında dava açmaya gerek görmedi ve beni 2007 Mayıs'ta serbest bıraktılar."
"Serbest bırakılmak demek askeri birliğe geri gitmek demek. Sivas Garnizon Komutanlığı'na götürdüler. Burada bir albay beni Erzurum'a 'mevcutsuz' göndermek istemedi. Ancak Kayseri'den yine 'mevcutsuz' kararı çıkmıştı ve bana bir gün yol izni verip askeri birliğime gideyim diye saldılar."
"Kimlik, iş, para yok"
Kocaoğlu, 2007 Mayıs'tan bu yana hala "firari". Beş yıldır kendine kimlik çıkartamadığını, dolayısıyla kimlik gerektiren hiçbir şey yapamadığını, hastaneye bile gidemediğini söyleyen Kocaoğlu'nun en büyük sorunu ise işsizlik.
Beş yıldır sadece üç, dört ayda bir dışarı çıktığını söyleyen Kocaoğlu, en temel haklardan olan vicdani ret hakkının bir an evvel tanınması ve son on yıldır yaşadıklarının sona ermesini umuyor. (EKN)