Aslında yaşanan tam bir birleşme değildi. İki farklı şey birleşip, yeni bir sentez oluşturmamıştı. Doğu'daki Almanya'nın, Batı'ya katılmasıydı söz konusu olan. Yani, bu "birleşme"nin sonucu, yeni bir Almanya değil, toprakları genişlemiş, nüfusu artmış bir Federal Almanya Cumhuriyeti'ydi.
O dönemde, her iki taraftan halkın büyük kısmı birlikten yanaydı ve doğuda yaklaşık yarım yüzyıl bir biçimde sosyalizmi yaşayan toplumdan, kapitalizme geçişe karşı kayda direniş de görülmemişti.
Kimsenin öngörmediği bir süreç
Kimse, 1989'da Çekoslavakya ve Macaristan'a "tatil" amacıyla giden binlerce Doğu Almanya (DDR) vatandaşının bu ülkelerdeki Federal Almanya (BRD) temsilciliklerine sığınması ve Macaristan'daki sosyalist yönetimin bu insanları, kardeş sosyalist ülkeye iade etmek yerine, Batı'ya göndermesiyle başlayan sürecin, bir yıl sonra "birlik"le sonuçlanacağını tahmin edemiyordu.
Bunu daha sonra da ülke içinde "daha insancıl, daha demokratik bir sosyalizmi" hedefleyen kitle gösterilerinin yaygınlaşması izledi. İktidardaki "komünistler" de bu gösterileri şiddet yoluyla bastırmaya yönelmediler, buna en başta Sovyetler Birliği'nde "glastnost ve perestroika" sürecini başlatan Gorbaçov karşı çıkıyordu, ama sistemin yorulduğu, kendini koruma konusunda pek istekli olmadığı da açıkça ortaya çıkıyordu.
Batı'daki sağ-liberal hükümet, Almanya'nın yeniden birleşmesi olasılığını kuşkuyla hatta düşmanca karşılayan, kendileri için bir tehdit olarak gören ABD, İngiltere, Fransa gibi müttefiklerini ikna edince, başlangıçtaki dikkatli tavırdan vazgeçip, birleşme hedefini daha cesurca ve sıkça telaffuz etmeye başladı. Doğu'daki gösterilerin hedefi de bu arada değişmiş, muhalefet "Biz bir halkız" sloganı altında daha da genişlemişti.
Sonunda, 23 Ağustos 1990 gecesi, Doğu'nun parlamentosu "Volkskammer" (Halk Meclisi) Batı'ya katılım kararı aldı ve 3 Ekim 1990'da, DDR kendini fesih etti: Birlik gerçekleşmişti.
12 yıl sonra
Almanlar'ın 12 yıldır tek bir devletleri var ve tek bir anayasaları. Doğu ve Batı Almanya'yı ayıran sınır çoktan unutuldu. Batı'nın Doğu Almanya'nın ortasındaki adası, Batı Berlin'i çeviren ünlü duvar yok artık. Bugün bu duvarının sadece küçük bir bölümü ayakta kalmış durumda. Batı onu şimdi, sosyalizmin ne kadar insanlık dışı bir sistem olduğunu gelecek kuşaklara ve turistlere anlatmak için bir "ibret anıtı" olarak kullanıyor.
Almanya fiziksel ve hukuksal olarak birleşti. Ancak insanlar arasındaki birlik gerçekleşmedi. Doğu ve Batı'daki Almanlar arasındaki fark, aradan geçen 12 yıl boyunca azalmadı, arttı.
Doğu'daki insanların büyük kısmı başlangıçta sosyalist devletin çözülmesinden mutluydu. Artık "baskıcı yönetim" sona ermişti, bundan sonra çok partili, çoğulcu bir demokraside, "özgürlük" içinde yaşayacaklardı. Batı propagandasının etkisi altında kalan yığınlar sosyalizmin kazanımlarını görmez olmuşlardı. Kendini yenileme yeteneğinden yoksun iktidardaki Sosyalist Birlik Partisi (SED) de insanlara sosyalizmi, paylaşmayı, dayanışmayı sevdirmeyi becerememişti.
Batı'daki çok partili siyasi yapı kısa sürede yerleşti. Zaten sosyalizm döneminde batıdakilerle aynı aynı ismi taşıyan partiler kapanmamış, tuhaf bir çoğulculuk iddiasının dayanakları olarak açık tutulmuşlardı. Batı'dan gönderilen "uzman" siyasiler, doğudaki bu parti örgütlerinin başına geçtiler ve kısa bir sürede kendilerine benzettiler. Muhalefetin "hedefimiz bu değil, daha iyi bir sosyalizmdi" diyen ünlü isimleri de bu süreçte kayboldu gitti, ya da yeni sistem içinde orta çaplı siyasi kariyerlerle yetinerek ayakta kaldılar, ama artık onları kimse ciddiye almıyor.
Tüketim çılgınlığından işsizliğe
Sosyalist sistemin ekonomik yapısının çözülmesi de başlangıçta insanları mutlu etmişti. Bu çözülmenin ilk aşamasının sıkıntısız atlatmayı hedefleyen Batı'nın "bire bir" şikesi etkili olmuştu. İnsanların ellerindeki Doğu Alman Markı, "bire bir" kurundan Batı Alman Markı'na çevrilmişti. Bu durum büyük bir tüketim çılgınlığına neden oldu. Her şey, eskiden alamadıkları, yiyemedikleri, göremedikleri her şey bu insanların yaşamlarının bir parçası olmuştu. Muz, renkli televizyon, otomobil....
Paraları da vardı, yoksa bankalar borç da veriyordu...
Ama bir süre sonra paralar bitti, borçları ödeyemez hale geldiler.
Ve bu arada sosyalizmin çözülmesi tamamlanmıştı. Devlet kontrolündeki binlerce irili ufaklı işletme özelleştirildi. Yok pahasına bu şirketleri satın alanlar, ki bunlar genellikle Batı'daki büyük gruplar olmuştu, verimli çalışma gerekçesiyle yeniden örgütlenmelere gittiler... Bu da binlerce kişinin işsiz kalması demekti...
Batı mallarına yönelik tüketim, Doğu'daki firmaların ürünlerine talebin dramatik ölçülerde düşmesine, sıfırlanmasına neden oldu. Tüm eksikliklerine, aksamalarına rağmen sosyalist sistemin en gelişmiş ekonomisi DDR'deydi. Kısa sürede bu ekonomiden eser kalmadı.
Şimdi, Almanya'nın doğusunda çalışabilir durumda olan her dört kişiden biri işsiz. Bu oran kadınlarda daha da yüksek. Devletin herkese iş bulma zorunluluğu yoktu artık.
Kapitalizmin çözümsüzlüğü
Ekonomik yıkımı, işsizliği yaşayan bu insanlar arasında, SED'nin devamı olan Demokratik Sosyalizm Partisi'ni (PDS) alternatif olarak görenlerin artmasına neden oldu. PDS, batıda etkin olamadı ama doğunun bazı bölgelerinde ikinci, hatta birinci büyük siyasi güç olmayı başardı. Almanya'nın başkentinin bulunduğu Berlin eyalet hükümetinde koalisyon ortağı oldu. PDS'i seçenlerin büyük kısmı bir türlü iflah olmayan, inatçı ihtiyarlar değil, gençlerdi. Ancak PDS yönetiminin, sosyalizm vurgusunu geriye itip, partiyi sosyal demokratlaştırma politikası başarılı olmadı ve son seçimde büyük bir hezimet yaşandı. PDS, yoksulların sözcüsü olmayı başaramadı.
Son sel felaketleri nedeniyle iyice yoksullaşan Doğu'daki yıkım kapitalizmin insanlığın sorunlarına çözüm olamayacağının kanıtı oldu.
Neo-faşist saldırılar
Bu yıkımın ürettiği bir diğer olgu da faşizmin kitle tabanı kazanmasıydı. Özellikle işsizlik ve yoksulluğu en yoğun olarak hisseden, hiç bir gelecek perspektifi olmayan gençler arasında, yaşadıkları sıkıntıların yabancılardan kaynaklandığı yolundaki faşist propagandanın etkisinde kalanlar hızla arttı. Hayatlarında hiç yabancı görmeyen gençler, sokaklarda karşılaştıkları farklı görünüşlü insanlara saldırdılar, sığınmacıların tıkış tıkış yerleştirildiği yurtları kundakladılar, can aldılar ve daha da almaya hazır hale geldiler.
Doğu'da yabancılardan arındırılmış, sağcıların egemen olduğu "kurtarılmış bölgeler" oluştu. Böylece merkezleri Batı'da olan faşist, aşırı sağcı, ırkçı, nazi örgütler, Almanya çapında güçlendi.
Birliğe daha 50 yıl var...
12 yıl sonra Almanya'da özlenen birlik gerçekleşmedi. Ve bunun 50 yıl daha süreceğini savunuyor, bazı uzmanlar...İnsanlar arasında " ossi-wessi " (doğulu, batılı) ayrımı sürüyor. Ossi'ler kendilerini ikinci sınıf vatandaş olarak görüldüğünü düşünüyor, wessi'ler vergileriyle Doğu'nun ayakta kalmasını sağladığını sanıyor, ossi'leri küçük görüyorlar..
Ama 3 Ekim birlik kutlamalarına engel olmuyor bu durum.Dün de binlerce insan, Berlin'deki kutlama törenlerine katıldı.
İlginçtir, birlik nedeniyle bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Rau, ABD'ye teşekkür etti. Birliğe giden süreçte Almanya'yı desteklediği için. Ama birliğin gerçekleşmesini sağlayan ABD değil, Sovyetler Birliği idi ve sonra da Rusya Cumhuriyeti.
Rau'nun "teşekkürü" ederken Moskova'ya değil de Washington'a yönelmesinin nedeni hemen anlaşıldı.Irak krizi nedeniyle soğuyan Alman-Amerikan ilişkilerinde yeniden bir normalliğe geçilmesi gerekiyordu. Rau'nun jestine beklenen yanıt geldi. Bush da "bizzat elleriyle imzaladığı" bir mektubuna "yürekten selamları"nı gönderiyordu, Berlin'e.
Almanlar birleşemedi, ama 3 Ekim'leri kutlamaya devam edecekler ve bu yıldönümünü fırsat bilen medya da insanlara sosyalizmin ne kadar kötü olduğunu tekrar tekrar anlatacak.