Fark herşeyi affeder mi?
Türkiye'de rock kültürü, Batı'dan ithal alternatif kültür gelişimi her zaman ilginç gelişmeler gösterdi. Rock'n roll giyim ve yaşam tarzına meyilli genç insan sayısı 1980'lerden sonra hızla arttı Türkiye'de. İlk başta çok yadırgandılar, aileler ve mahalleli dayak attı, sonra büyük basın üstlerine geldi, sonra "satanizm" söylentileri yayıldı. Ama rock kültürünün gelişimini kimse durduramadı. Büyük bir kısmı para/promosyon babası müzik kanalı MTV odaklı olan ama ne nasılsa, belki de Türkiye'de yaşandığı için alternatif adını alan "kültür", kadınları da içine alıverdi. Yetişme çağındaki pek çok kadın için ailesinden farklı bir tarzda müzik dinlemek bile bir özgürleşme aracıydı. Üstelik, rock müziğinin içindeki bazı türler, gerçekten kadın özgürleşmesi hakkında önemli sözlere yer veriyor, genç kadınları baş döndürücü bir biçimde hayatı tanımak, hayatın tadını çıkarmak yolunda yüreklendiriyordu.
Popüler rock parçaları içinde, düzene karşı olmak, kapitalizmi yıkmak, gelenek denilen şeyi tümüyle ortadan kaldırmakla ilgili çok ciddi düşünülmüş, yazılmış sözler içerenler de bulunuyordu. Ama Türkiye'de bütün rock müzik festivallerinin bu kadar dolduğuna ama festivallere katılan insan sayısının oy sandığı başında ya da protest dergi tirajlarında eksik çıkmasına filan baktığımızda, "alternatif" rock kültürünün hakiki yıkıcı, devrimci, değiştirmeci yönlerini ithal edemediğimizi söyleyebiliriz. Tabii, müzik sadece bir eğlence kaynağı da olabilir, öyle de kalabilir ama o zaman dinlediğimizle sürüden "farklı" olduğumuzu iddia etmek neden? Farklıysak, niye farklıyız, farklıysak, niye farklı ve mutlu olabileceğimiz bir düzen için çalışmıyoruz? Üstelik "farkımız" bize mutluluk getiriyor mu? "Fark" herşeyi affeder mi?
Tek tip, tek vücut
Türkiye gibi rekor düzeyde eviçi şiddet, işyeri ve sokakta taciz olayı yaşanan bir ülkede, yeni kuşak kadınların kendilerini en azından bir eğlence biçimiyle bile özgür bulmaları, en azından dört gün, beş günde olsa, aile, baba, ağabey baskısından uzakta, kendi yaşıtlarıyla eğlenebilme hakkını edinmiş olmaları takdir edilmesi gereken bir durum. Ama bakalım, bir hakkı elde etmek, bize o hakkı kendi çıkarlarımız daha doğrusu iyiliğimiz için kullanma zekasını ve dirayetini de beraberinde getiriyor mu? Bu yıl, dört günlük bir festival alanı gözleminde, çoğunluğu göz önüne alarak bu soruya evet, demek maalesef mümkün değil.
Bir kere, ilk göze çarpan unsur "üniformalaşma". Evet, anlatmak istedikleriniz için giysileriniz, görüntünüzü kullanmak kestirme bir yoldur. Ama bütün anlatmak istedikleriniz festivale gelmeden alaleleacele pembeye, maviye, farklı tonlarda kızıla boynamış saçlarınız mıdır? Binlerce geçn kadını bir alana topluyorsunuz ve bir bakıyorsunuz, içlerinde %70'i birbirinin kopyası gibi, aynı saç boyaları, aynı makyaj ve ayakkabısından çorabına, eteğinden küpesine aynı giyim kuşam. Okullarda üniformaya isyan eden yeni kuşak kadınlar, okulun çok çok uzağında bu kadar üniformalaşmaya itiraz etmiyor, birbirinin içinde erimekten, birbirine benzemekten korkmuyor mu? Yoksa moda denilen kavram hapseder, başına silah dayarcasına, biz kadınları bir şeyin tek bir görüntü politikasıyla mümkün olduğuna mı ikna etmiş durumda?
Görünmek değil, görmek
Erkekler için görünmek hiç bir zaman önemli olmadı, çünkü onlar yüzyıllardır görmek peşinde. Görünmeyi önemseyen kadın için ise görünmek, artık fark edilmenin de bir adım ötesinde; her "alternatif", kadınlar için bir kalıp oluşturur durumda. Medya baskısı arttıkça, tektipleşme de artıyor. Erkekler saç boyalarına, makyaj malzemelerine, çeşit çeşit kot pantolona para harcamazken, "küçük kadınlar", kendilerine her renkli derginin örnek alınacak güzellik timsali olarak sunduğu çeşit çeşit kağıt bebeğe baka baka tektipleşiyorlar. Renkli derginin işlediği konunun da önemi yok. Aylık bir müzik dergisi de olabilir, bir gazetenin magazin eki de. Pop dinlerken Deniz Seki, rock dinlerken PJ Harvey... Sonunda her göz önünde olan kadın, göz önünde olmayanlar, özellikle de yeni yetme kadınlar için bir role-model mertebesine yükselir. Çünkü kadın "görünmeli"dir, "görünmeyi öğrenmenin" yolu, "görünen kadına" benzemektir. Gerçekten öyle midir?
Bu son H2000'de de, çevrenizde bir dolu PJ Harvey, Dolores O'Brian, Courtney Love, Gwen Stefani görebilirdiniz. Erkekler Kurt Cobain'e, Nick Cave'e, ya da Thom Yorke'a benzemeye pek uğramamıştılar. Bir kısmı rahat bol pantolon, lekeli bir t-shirt'le ortalıkta top oynuyor, bitmemesini diledikleri çocukluklarının tadını çıkarıyorlardı. Kadınların dikkate değer bir kısmı ise, kimi zaman bebek sesiyle konuşsalar bile, bazı şeylerin cıs, yasak, öcü olduğu çocukluğu bitirmek, alaşağı etmek üzere epeyce uğraşıyor gibiydiler. Bu kadar makyajı, bu kadar boyayı neye yorabilirsiniz?
Piyasalarda hareketlenme ve kurt erkekler
Büyük kentlerde ve yazın tatil mekanlarında bar denilen yerlerin bazılarınca "piyasa" diye nitelendirilmesine alıştık. Elbette, kent ortamı içinde insanların sevgili bulmak için içkili, müzikli yerlere dadanmaları kendi tercihleridir. Ama yüzüne normalde bakılmayacak, ipsiz sapsız bir dolu hin erkeğin de o bar senin, bu bar benim dolaşıp avlanır misali bir gecelik olsun sevgili aramaları karikatür dergilerinde layığıyla hicvedilmektedir ve de hicvedilmelidir. 1980'lerden sonra özellikle İstanbul'da türeyen bu cins, "avcı" erkeklerin hiç bir kadın için hayırlı olmadığı da tecrübelerle sabittir. Zaten dünya çağında feministler, cinsel devrimin kadınlara ne getirip ne kaybettirdiğini tartışıp duruyorlar. Türkiye'de de cinsel özgürlük özellikle erkeklerin çok işine yaradı, tüm dünyada olduğu gibi daha çok almaya, daha az paylaşmaya, daha çok kaçmaya hakları olduğunu sandılar. Bir barda bulanık gören her genç kadını, meme ya da kalçadan ibaret görüp eve atma isteği, bu erkeklerdeki son zeka ve duygu kırıntılarını da yok etti. Peki, o mekanlara sadece gezip tozmak, müzik dinlemek, arkadaşlarıyla iki satır sohbet etmek üzere giden kadınların suçu neydi?
Doğal olarak bu son festival ortamında da tasvir edilen erkek türünden bolca mevcuttu. Belki bize de bir şeyler düşer, mantığıyla ortalıkta sağa sola baka baka gezinenleri göz ucuyla baksanız bile teşhis edebilirdiniz. Oradaydılar işte, bütün arsızlıkları ve muziplikleriyle... Ve eğleniyorlardı.
Ömerli ayazında ipli bikini
Bu arada bu erkeklerin kalabalık olarak bulundukları yerlerde, güzel, gerçekten güzel, genç, henüz 15 ya da 16 yaşında, fark edilmek isteyen kadınlar da dikkatinizi çekiyordu. Havuz desen havuz yok, deniz desen deniz yok, sıcak desen, o da abartılacak gibi değil, ortalıkta bikiniyle gezinen genç kadınlar var. Yani bir nevi revü atmosferi. Üstelik bu bikinili sahneler, Ömerli gecelerinin ayazında da izleniyordu. Pek çok kişi rüzgar nedeniyle sırtına bir hırka geçirirken ortalıkta bırakın slip'i, boxer'lı bile bir tane erkek yokken, incecik ip bikinili kadınlara rastlıyordunuz. Cazibe simgesi olmak bu kadar mı arzulanacak bir şeydir? Hadi anne, baba baskısından kurtuldunuz, erkeklerin beğenisini kazanma gibi bir baskının altına girmekte bu ısrar, bu ayak direme neden? Bu kadar şahane bir festival programı varken, müzik dinlemenin ve dans etmenin zevkini çıkarmak varken, niye bir baskının altında ezilip duruyorduk?
Festival alanında dört gün boyunca bir tane ağlayan erkek görülmüş müdür, bilinmez, ben üç saat içinde beş tane ağlayan kadın görmeyi başardım. Bütün bu iletişim karmaşası, mutlu etmiyor muydu kadınları? Şenlik ortamında şenlenmek yerine göz yaşlarına niye gömülüyorlardı? Tuvalet kuyruklarında kadınlar arasında yine çoğunlukla sevgili dertleri, umutsuz aşk meseleleleri konuşuluyordu. Bazı kadınlar için bunları ertelemeye, bastırmaya bütün o coşkulu müzik, görkemli ses sistemi de yetmemişti, anlaşılan.
Yıllar geçiyor, kural değişmiyor
Özgür olmamız gereken yerde özgür olamıyorduk çoğunlukla. Fırsat bu fırsat deyip, kendi başınalığın tadını çıkaramıyor muyduk?
Bir arkadaşım, bira kuyruklarında daha çok kadınların beklediğini ve erkekler için bira aldıklarını söyleyince, pes, dedim. Evet, bu erkekler soğukta bikini giydirebildiklerine göre kadınlara, kuyrukta bekletip bira aldırmaya da güçleri yeter.
Biz 1990 kuşağı kadınlarının dünyayı değiştirmeye gücü yetmedi. 2000'li yılların genç kadınlarından çok şey bekledik, umutla. Çok ve özgürce bulunabildikleri yerlerde, barışı, eşitliği görmeyi istedik. Ömerli H2000, aslında o kadar güzel bir festivaldi ki, orada bulunan her kadının eğlenmeye gücü yetmeliydi. Yetebilirdi. Bir tek alanda olsun, tuvalet kuyruklarında göz yaşı döküp, makyaj tazelememeliydik... Bir dahaki yılki festivalde belki daha çok kadını eğleniyor ve mutlu görürüz. Ama insan ister istemez düşünüyor: Yıllar geçiyor, kural değişmiyor. Yine en çok eğlenen erkekler, yine en çok ve en erken özgürleşen erkekler...