*Fotoğraf: Anadolu Ajansı
Yolculuğum başladığında henüz dünyada yoktum. Bana sormadılar 'İster misin bu yolculuğa çıkmak?' diye. Çünkü o sırada annemin karnındaydım. Ailem Sovyetler'in yıkılması, Taliban'ın ortaya çıkmasıyla beraber Afganistan'dan kaçarken annem bana hamileydi. Gözlerimi dünyaya İran topraklarında bir sığınmacı olarak açtım.
Afganistan'dan İran'a, oradan Türkiye'ye uzanan 30 yıllık öyküsünü şimdi bulunduğu Fransa'dan böyle anlatıyor Afganistanlı Farzad ve "doğuştan sığınmacı" diye tanımlıyor kendini.
Yeni göç dalgasıResmi olmayan sayılara göre, Türkiye'de 3,5 milyon Suriyeli ve uluslararası koruma altında bulunan ağırlığı Afganistanlılar olmak üzere 500 bin mülteci yaşıyor. Taliban'ın Afganistan'ı tümüyle ele geçirmesinin ardından başlayan göç dalgası ise Türkiye'de yabancı karşıtlığını bir kez daha yükselmesine neden oldu. | |
Taliban şiddeti
Farzad, "Annemi ben çok küçükken, kız kardeşimin doğumundan sonra kaybettim. İran'dayken hiçbir resmi evrakımız olmadı. Orada yasal yaşamıyorduk. Benim bir doğum belgem yok" diyor.
Türkiye'ye ise babasını ve kız kardeşini kaybedince gelmiş, bu "yolculuğunu" ise şöyle anlatıyor:
17-18 yaşlarındayken kaybettim onları da. Ne yapabilirim düşüncesine girmiştim. Bizim ev sahibiyle yaptığım fikir alışverişi sonucunda Türkiye'ye gelmeye karar verdim. Afganistan'ı görmedim, bilmiyorum. Ne duygusal ne de fiziksel hiçbir bağımın olmadığı bir ülke. Bir Hazara olarak halkımın Taliban'ın şiddetine maruz kaldığını bildiğim için oraya dönemezdim zaten. 2010 sonlarında Türkiye'ye 'yasal olmayan' yollardan Van'dan girdim. 10 yıl kaldım Türkiye'de ve 2020'nin sonunda sınır dışı kararım çıktı. Ben Birleşmiş Milletler'e (BM) kayıtlıydım. Göç İdaresi'nden önce sığınma taleplerini değerlendirme, üçüncü ülkeye yerleştirme gibi işlemleri BM yapıyordu. 2014'te Göç İdaresi birtakım işleri üstlendi.
BM'den mülteci statüsü
Farzad, "BM'ye kayıtlı" olmasına karşın sınırdışı edilmesine anlam veremediğini söylüyor:
"Talepler reddedildiğinde mahkemeye veriyorsun ama kazanma şansın neredeyse sıfır! Oradan da reddini alıp sınırdışı oluyorsun, yani üçüncü ülkeye gidemiyorsun. Ben hem Çanakkale 18 Mart Üniversitesi'nde öğrenciydim hem de BM tarafından mülteci olarak statü almıştım. Türkiye'de bir geçerliliği yoktu ama uluslararası bir statüm vardı. Tüm bunlara rağmen Göç İdaresi beni reddetti. Sebebini sorduğumda oradaki görevli memur 'Kotam vardı, onu dolduruyordum' dedi.
"BM beni Cenevre Anlaşması'na göre kabul ediyor, siz de aynı Cenevre Anlaşması'na göre şartlı kabul etmiş olsanız da beni reddediyorsunuz. Nasıl oluyor bu? Orada 'Biz güçlü Türkiye'yiz, sen ne demek istiyorsun? 'BM kabulüm var, beni sınırdışı edemezsiniz' mi diyorsun?' filan diye konuşmalar geçti. O şekilde ben ret kararımı alıp mahkemeye başvurdum, heyet oy çokluğuyla beni reddetti ve sınırdışı kararım kesinleşti."
"En şanslısı benim sanırım"
Göç İdaresi'nden çıkan kararların tamamını "politik" bulduğunu söyleyen Farzad, "Bir arkadaşım durumu Fransa Konsolosluğu'na mektupla anlattı ve BM'nin bana verdiği sertifikayı ve evrakımı sundum. Onlar da beni haklı buldular. Son zamanlarda bu ret kararlarının çıktığı bu dönemlerde en şanslı ben oldum sanırım. Çünkü başka Afgan olup sınırdışı kararıyla Avrupa'ya gelmiş kimse tanımıyorum" ifadelerini kullanıyor.
Göç İdaresi'nin BM'nin "mülteci" olarak tanıdığı bir kişiyi sınırdışı edemeyeceğini belirtip "Ama birçok organın haklı bulduğu bir kişi reddedilebiliyor. Benim aynı zamanda 'vatansız' statüm de vardı" diyor.
Ayrımcılık nasıl arttı?"2014'e kadar hiç, halk tarafından şahsen bir ayrımcılığa uğramadım. Tercümanlık için gittiğim karakolda bir başkası için 'Bu Afganlar vatan haini' dedi komiser bir keresinde, o kadar! Ama tabii bu LGBTİ+'lar için böyle değildi. Bir süre kaldığım Nevşehir'deki LGBTİ+ Afganlar bıçaklanıyordu, dövülüyordu, dışlanıyordu. "Sonra Suriye'de savaş patladı. Göçmen sayısı arttıkça, ekonomi günden güne kötüleştikçe insanlar sebep aradı. Rahatlıkla suçlayabilecekleri göçmenler vardı. Önce Suriyelilere başladı ayrımcılık. Siyasilerin söylemleri de çok etkiledi bunu." | |
İran'ı hatırlamak
Farzad'ın, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Türkiye'nin Taliban'ın inancıyla alakalı ters bir yanı yok" sözlerine de itirazı var:
Taliban gibi bir örgütle kendini nasıl bir tuttu ki? Anlam veremedim. Türkiye adına değil, kendi adına konuşmuştur. Benim için bu onun şahsi yorumudur, kesinlikle Türkiye ile alakası yok.
Muhalefet partilerinin "İktidara geldiğimizde mültecileri geri göndereceğiz" yönündeki ifadelerinin de göçmenleri zor durumda bıraktığını belirten Farzad, "Sığınma başvuru sahipleri, şu anda hem sağ hem sol tarafından siyasi bir araç olarak kullanılıyor. Biri diyor 'Ben gelince herkesi geri göndereceğim', diğeri halk ne istiyorsa ona göre yorum yapıyor. Bu, gerçekten bana İran'ı hatırlatıyor. Hükümetin dili çok önemli bu noktada. Bu dil halkın göçmenlerle olan ilişkisini şekillendiriyor ve bence iyiye gitmiyor" diyor.
"İyi ki Türkiye'de değilim"
Farzad, Fransa'dayken Türkiye'yi özlediğini ve bir gün dönmeyi istediğini söylüyor. Türkiye'ye göç ettiğinde onu burada en çok etkileyen şeyin "ülkenin laiklik anlayışı" olduğunu da "Yeni geldiğimde tramvaya binmiştim, Gülhane'de bir cuma namazı saatinde insanlar sokaklarda namaz kılıyordu, hemen karşısında da barlarda bira içiyordu başkaları. 'İşte Müslümanlık, özgürlük, din anlayışı budur' demiştim" ifadeleriyle anlatıyor.
Yine de çok sevdiği Türkiye'nin, uzakta da olsa, bugünlerde "göçmenler için tedirgin edici" olduğunu belirtiyor.
Çocukluğumu, gençliğimi ve yaşayamadıklarımı Türkiye'de yaşadım sanki. Ondan dolayı çok bağlıyım, seviyorum Türkiye'yi. Ama yeni göç dalgasına karşı halkın söylemini duyduğumda 'İyi ki şimdi Türkiye'de değilim' dedim. Afganistan'ı neden korumadınız, neden orada savaşmadınız?' deniliyor. Afganistan'da hükümet 'Taliban'ı ağır silahla vurmayın' diyordu ama Taliban'ın bir saldırısında yüzlerce insan ölüyor. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve diğer ülkeler de farklı eylemler yapıyor. Afganistan'ı kimden koruyacağız?
Uluslararası hukuka göre kavramlarMülteci: Vatandaşı olduğu ülke dışında olan ve "ırkı, dini, tabiiyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncesi nedeniyle zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu" için vatandaşı olduğu ülkeye dönemeyen veya dönmek istemeyen kişiler. Sığınmacı: Mülteci olarak uluslararası koruma arayan ancak statüleri henüz resmi olarak tanınmamış kişiler. Bu tanım genellikle mülteci statüsü almaya yönelik başvurularının hükümet ya da Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) tarafından karara bağlanmasını bekleyen kişiler için kullanılıyor. Statüleri resmi olarak tanınmamış da olsa, sığınmacılar menşei ülkelerine zorla geri gönderilemezler. Göçmen: Hem maddi ve sosyal durumlarını iyileştirmek hem de kendileri veya ailelerinin gelecekten beklentilerini artırmak için başka bir ülkeye veya bölgeye göç eden kişi ve aile fertleri. Düzensiz göçmen: Göç ettiği ülkeye o ülkenin yasalarını ihlal ederek giriş yapan, ülkede kalmak için yasal hakkı bulunmayan, ülkenin yasalarını ihlal ederek çıkış yapan kişiler. Vatansız: Kendi yasalarının işleyişi içinde hiçbir devlet tarafından vatandaş olarak sayılmayan kişiler. Türkiye'de durumTürkiye Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi'ni 1961 tarihinde onayladı. 1967 yılında Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Protokol'ü de onayladı. Ancak Cenevre Sözleşmesi ile düzenlenen coğrafi sınırlama ilkesini sürdürmeyi seçti. Türkiye'de bu kavramlar 2014 tarihli 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile düzenlendi. Yani Türkiye Avrupa dışından gelenleri mülteci olarak kabul etmiyor. Avrupa dışından gelenler, üçüncü ülkeye yerleştirilinceye kadar, şartlı mülteci statüsünde geçici olarak Türkiye'de kalabiliyor. *Burada Nilay Vardar'ın "Mülteci, göçmen, sığınmacı arasındaki farklar?" başlıklı yazısından faydalanıldı. | |
(DŞ)