O gün de öylesine bir gündü işte. Ama saat akşamın sekizi sularında berbat bir sis kaplamıştı kentin üzerini. Neredeyse göz gözü görmüyordu. Kentin içinde bile araçlar sis farlarını yakarak çok temkinli akıyorlardı trafikte.
Hava alanındaysa saat 20.30 olmuştu ama İstanbul uçağından henüz bir haber yoktu. Uçağın alana iniş saati gecikmişti. Her defasında aynı saatlerde duyulan bilmem kaç sefer sayılı İstanbul-Diyarbakır uçağı alanımıza inmiştir anonsu henüz yapılmamıştı. Bu da bir tedirginlikti ve dikkatli gözlerden ve kulaklardan kaçmıyordu.
Görevlilerde bir telaş
Yalnız alandaki personel ve güvenlik görevlilerinde olağan dışı bir koşuşturma ve telaş başlamıştı. Ama nedense hiçbir açıklama da yapılmıyordu. Buna da alışkındı Diyarbakırlılar. Ne de olsa yirmi küsur yıldır olağan dışı koşullarda yaşıyorlardı. Bu tür kurumların bile olağan yaşama adaptasyonu zaman alıyordu demek ki!
Bekleyenler normal karşıladı önce. Belki uçakta ani bir hasta aciliyeti oluşmuştu da! Ondandı bunca telaş. Çünkü uçağa dair herhangi bir gürültü duyulmamıştı. Ama 15-20 dakikalık zaman dilimi içinde ambulanslar ve itfaiye alana yığılmaya başlayınca, doğrusu yolcularını bekleyen yolcu yakınlarında da bir telaş baş göstermeye başlamıştı. Ama hala her hangi bir açıklama yapılmamakta ısrar ediliyordu.
Ne zamanki olayı televizyonlardan flaş haber ya da alt yazıyla insanlar duymaya öğrenmeye başlamıştı, işte fırtına o andan sonra kopmuştu. Diyarbakırlılar ilgili ilgisiz hızla alana akın etmeye başlamıştılar. Diyarbakır dışındakiler de Diyarbakır'dan tanıdıkları ve bildikleriyle telefonlar aracılığıyla iletişim kurmaya çalışıyorlardı.
Adı bende saklı 2 TV kanalı
İlk golü maalesef medya yiyordu diyeceğim. İlk ağızdan kime ulaşabiliyorlardıysa onu canlı yayına konuk etmeye çalıştılar. O anda onlar için haberin doğru aktarılması değil, reyting kaygısıyla diğerlerinden önce verebilmekti mesele.
Adı bende saklı iki televizyon kanalı bana da canlı yayına telefonla katılmam için ulaştı. Kabul etmedim. Nedenim basitti. Evdeydim ve olayla ilgili televizyon bilgilerinin dışında hiçbir şey bilmiyordum. Yerel kaynaklara ulaşıp neyin nesi olduğunu öğrenmeye çalışıyordum.
Canlı yayına katılsaydım, bilinenleri tekrarlamaktan öte bir anlam taşımayacak ve etik de olmayacaktı. Hemen birkaç arkadaşa onları yönlendirdim. Ama maalesef herkes aynı duyarlılığı göstermiyordu. Çok ciddi sıkıntılar yaşanıyordu. Oturdukları yerden sanki uçağın yanındaymış gibi haber veriyorlardı.
Kim, hangi hastaneye
Yaşanan sıkıntıları birkaç başlık altında tartışmakta yarar var diye düşünüyorum.
Sağlıkta anormal derecede organizasyon bozukluğu görülenlerdendi doğrusu. Ambulanslar hastanelere taşınmaya başladıktan sonra problemler başlıyordu. Öncelikle hangi ölünün ve yaralının hangi hastaneye götürüldüğünü anlatabilecek bir Allahın kulu ortada yoktu.
Çünkü bu ve buna benzer durumlar için düşünülmüş bir kriz merkezi yoktu. Tıp Fakültesi'nin 12 kişilik olmak üzere bütün hastanelerin toplam ancak 20 kişilik morgu vardı. Oysa ortada 75 ceset vardı.
Basını engelleme şansı yok
Sağ kurulanların korunması olayı hiç mi hiç düşünülmemişti bile. Basın hızla onları canlı yayına çıkarmakla kalmıyor. Yayına çıkardığı yaralıları da mümkün olduğunca çok yayında tutmaya çabalıyordu. Yaralının olayın vahameti çerçevesinde travma geçireceği hiç kimsenin umurunda değildi.
Öylesine ki Devlet Hastanesi'nin baş hekimi bile çaresizliğini canlı yayında ifade etmek zorunda kalıyordu. Doktor Aziz Aziz Aydınalp'in "basına böyle bir engellemeyi yapabilme şansım hiç yok, her şey benim bilgim dışında oluştu" demesi de ilginçti.
Tıp Fakültesi araştırma hastanesinin kapalı spor salonuna tek sıra halinde dizilen cesetler olayın üzerinden 24 saat bile geçmeden ölülerin yakınlarına teşhis için açılmıştı bile.
Çaresizlik ve panik
O yanmış, tanınmayacak haldeki cesetlerle karşılaşan acılı ailelerin perişan ve travmalı halleri yürek yaralayan cinstendi. Ve gerçekten daha olayın üzerinden birkaç gün geçmeden bu kez de bu acıya ve o görüntülere tanıklık edenlerin rehabilitasyonu ve tedavisi kentin Tabip Odası yetkililerince tartışılıyordu.
Güvenlik güçleri baştan sona bu tür bir olay için eğitilmediklerinden yetersizdiler. Ne de olsa bu terör değildi ve başka bir şeydi. Halk tam bir panik havası içindeydi.
Çaresizliklerini her şekilde dile getirmek telaşındaydılar. Onları rahatlatacak hiçbir güç de yoktu, yine birbirine destek vermeye çabalayan yaralı ve acılı yakınlardan başka.
Hala rapor yok
Özetle; basınıyla, güvenliğiyle, sağlıkçılarıyla ve halkla birlikte tam bir keşmekeş ve belirsizlik göze çarpıyordu. Kentin milletvekilleri de ortalarda yoktu.
En önemlisi de kazanın üzerinden neredeyse on gün geçmesine rağmen halen bu kaza ile ilgili yerel düzeyde gerek eldeki verilere gerekse görgü tanıklarına dayanılarak herhangi bir raporlama çalışmasının yapılmamış olmasının vahametiydi.
Ne mi düşündüm? Bu ölen gariplerin hiç mi hakları yoktu be birader! (ŞD/NM)