Lozan Antlaşması'nın imzalanmasından beri, Türkiye ve Yunanistan farklı dinden vatandaşlarına yönelik olarak, dışişleri bakanlıkları tarafından "Lozan düzeni" adı verilen bir "karşılıklılık" mantığı içerisinde politika izlemekte, bunlara getirilen eleştirileri de karşı tarafın izlediği politika ile açıklamaktadırlar.
Diplomaside, yabancılara yani başka ülkelerin vatandaşlarına uygulanması söz konusu olan "karşılıklılık" kavramının, Lozan'dan bu yana iki ülkenin kendi vatandaşlarına uygulanması ile karşı karşıyayız.
Türkiye'de bu politikanın kurbanlarından biri de Rum Patrikhanesi 'dir. I. Dünya Savaşı sonundaki işgal döneminin Patrikhane fotoğrafını hep zihinlerinde yaşatan Türk bürokrasisinin karar verici kesimi, bu "yabancı kurum"dan cumhuriyet boyunca kurtulmanın yollarını aramış; bu yollardan biri olarak da, Yunanistan'da Batı Trakya Türkleri'ne yapılanlara misilleme olması amacıyla, "karşılıklılık" uygulanacakların arasına Patrikhane'yi de koymayı bulmuştur.
Türkiye, Patrikhane konusunda dışarıdan yapılan telkinlere hep bunun bir "Türk kurumu," dolayısıyla bir "iç iş" olduğu şeklinde yanıt vermiş ancak ona uygulamada bir "Yunan kurumu" gibi davranmış ve bazen açıkça da onun bir "koz" olduğunu ifade etmiştir.
Oysa Patrikhane, eğer bir "iç iş" ise, nasıl yabancılara karşı "koz" olabilir? Bir Türk kurumunun "karşılıklılık" ilkesi çerçevesinde değerlendirilmesi nasıl söz konusu olabilir? Bu çelişki, 1959 tarihli, Türk ve Yunan dışişleri bakanlıkları tarafından hazırlanan Bitsios-Kuneralp ikili tavsiye raporuna da yansımış, burada Patrikhane Yunan tarafınca isteklerde bulunulan, Türk tarafınca da kabul edilen konular arasında yer almıştır.
1955, 1965 ve bugün
Patrikhane'nin Cumhuriyet döneminde Türkiye kamuoyunda açıkça "karşı taraf" olarak görülüp eleştiri konusu yapıldığı üç temel dönem vardır:
Birincisi, Kıbrıs Sorunu'nun ortaya çıkıp, 6-7 Eylül'ün zemininin hazırlandığı 1955 yılı; ikincisi Kıbrıs Sorunu'nda bir başka evreye tekabül eden 1964-65 dönemi ve son olarak da Doğu Bloku'nun çöküşü ve küreselleşme ile başlayan ve sürmekte olan dönem.
6-7 Eylül sürecinde, bu konuda resmî bir açıklamaya rastlanmamakla beraber, basında bazı yazarlarca ve özellikle Türk Ortodoks Patriği Efthim'in ağzından, Kıbrıs sorununda Rum tarafının destekçilerinin başında Patrikhane'nin geldiği, İstanbul Rumlarının Yunanistan'ın Kıbrıs politikasını para yardımında bulunarak desteklediği gibi ifadeler sık sık dile getirilmiş; Patrikhane'nin "ekümenikliği" hatırlatılarak -ki bu dönemde henüz ekümeniklik tartışması yoktur- Patrik Athinagoras'ın neden Makarios'u aforoz etmediği gibi sorular sorulmuştur.
6-7 Eylül'de Patrikhane'nin hesabına, yakılan ve yağmalanan kiliseler, tahrip edilen patrik mezarları ve yaralanan bir papazın ölümü düşecektir.
En ilginci 1964-65 krizidir çünkü Dışişleri Bakanlığı ilk defa Patrikhane'yi Türk-Yunan ilişkileri ve "karşılıklılık" çerçevesinde ele aldığını açıklamıştır. Bu tarihten itibaren bu politika sürecek, Patrikhane Türk-Yunan ilişkilerinde bir pazarlık kozu olarak kullanılacaktır.
1964 yılında Kıbrıs'ta başlayan Türklere saldırılar sırasında, Patrikhane'de görevli iki metropolit sınırdışı edilecektir. Mayıs 1964'te Türkiye'nin bu hareketini Yunanistan'ın BM'ye şikayet etmesi üzerine, BM'deki Türkiye Büyükelçisi Orhan Eralp, bu konuda BM Genel Sekreteri U Thant'a şu cevabî mektubu gönderecektir(1):
"İki metropolit Yunan ajanı gibi çalışmış, Yunan emir ve isteklerini Ortodoks Türk vatandaşlarına yayma, empoze etme gibi bir görev üstlenmişlerdir. Üstelik, Rum azınlık okullarının yönetmelikleri ile çatışan davranışlarda bulunmuşlar, Rum kökenli Türk vatandaşların sadakatini sarsacak Yunan propagandası yapmışlardır.
Yalnızca azınlığın değil, Türkiye'nin saygınlığını ve güvenliğini de tehlikeye düşürmüşlerdir. İki görevli Yunan hükümetinin yayılmacı eğilimleri için beşinci kol gibi çalışmışlardır."
Aynı yıl, Patrikhane'nin matbaası kapatılacak, bu nedenle gazetesi Apostolos Andreas ve dergisi Orthodoksia da yayınına son vermek zorunda kalacaktır. Bu dönemde bir kabine üyesi basına, Patrikhane'nin bir haftaya kadar istimlakine başlanacağı bilgisini iletecek, bu şekilde korkutma politikaları da izlenecektir.(2)
Bunun bir örneği olarak, bir istimlâk Tarabya'da gerçekleşecek ve bugünkü Tarabya Oteli'nin yapılması için, Ayios Yeorgios Kilisesi yıkılacaktır.
Aynı dönemde, Ortodoks din adamlarına Rum okullarına giriş, Heybeliada Ruhban Okulu mezunlarına Rum okullarında öğretmenlik yapma yasağı getirilecek, 4-9 Eylül 1964'te Patrikhane kuşatılacak, Patrikhane Kilisesi'nin tapusu üzerine tartışma başlatılacak ve Büyükada Yetimhanesi kapatılacaktır.(3)
Patrikhane karşıtı kampanya
Ancak Yunanistan, İstanbul'daki bu yaptırımlarla fazla ilgilenmeyecek, Türkiye Yunanistan'ı Kıbrıs konusunda masaya oturtma çabasında başarıya ulaşamayacaktır. Yine de bu kriz anının yarattığı kolaylıkla, normalde çok tepki toplayacak bu yaptırımları bir oldu-bitti ile uygulayabilecek ve asıl amacına, Patrikhane'nin beslendiği her türlü kökü kesip onu yoketmeye doğru kararlı adımlarla ilerlemeye devam edecektir.
1965 yılı boyunca da Patrikhane karşıtı kampanya basında devam eder. Kıbrıs sorunu nedeniyle, Türk-Yunan ilişkileri iyice gerginleşir. 16 Nisan 1965'te Dışişleri Bakanlığı sözcüsü çok önemli bir açıklama yaparak, "Türk-Yunan ilişkileri Lozan'da kurulan dengeye dayanır. Kıyas yolu ile Kıbrıs meselesi, Oniki Ada'da yaşayan Türklerle, İstanbul'da oturan Rumlar ve Patrikhane bu muvâzene [karşılıklı iki şeyin denkliği] içinde mütalaa edilir" der.(4)
Patrikhane'nin, Türk Yunan ilişkilerinde "karşılıklılık" ilkesi içerisinde değerlendirildiği böylece ilk defa bir resmî ağızca dile getirilmiş olur.
Patrikhane'nin teftiş edileceği şeklinde haberler, basında yer almaya başlayınca, Athinagoras, Patrikhane'nin Türk hükümeti tarafından teftiş edilemeyeceğini dile getirir.
Karşılıklı söz düellosu şiddetlenir; Başbakan Yardımcısı Süleyman Demirel, "icab ederse, Patrikhane'nin hudut dışına çıkarılabileceği"ni (5) açıklar.
19 Nisan 1965'teki Bakanlar Kurulu toplantısından da "Patrikhane'nin behemahal teftiş edileceği" (6) kararı çıkar. Maliye Bakanlığı, bir heyeti, Patrikhane'nin mali kayıtlarını incelemekle görevlendirir.
Hemen ardından Paris Büyükelçisi Bülend Uşaklıgil, 26 Nisan 1965'te Uluslararası Diplomasi Akademisi'nde verdiği Patrikhane konulu konferansında, Patrikhane'nin ancak millî bir Türk kurumu olması ve Türk kanunlarına harfiyen riayet etmesi şartıyla Türkiye'de kalabileceği yorumunu yapma ihtiyacını duyar. (7)
Tam bu dönemde, Washington'daki CENTO toplantısında, Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, ABD Dışişleri Bakanı Dean Rusk'a, bir süredir beklenmekte olan iki muhribin Türkiye'ye neden verilmediğini sorar ve şu yanıtla karşılaşır:
"Patrikhaneye karşı icra ettiğiniz baskıyı kaldırır, sürdürdüğünüz hesap tetkik işlerine son verirseniz... bu iki muhribin verilmesini en kısa zamanda sağlayacağım." (8)
Genelkurmay Başkanı, Başbakan'a konuyu iletir, bunun üzerine denetime son verilir ve muhripler de bir süre sonra alınır.
Bu dönemde Patrikhane kapısına bir polis kulübesi yerleştirilir ve bazı kişilerin Patrikhane'yi ziyaretleri engellenir. Bunun üzerine İstanbul'daki Yunan Başkonsolosu Karandreas, Vali'ye hükümetinin bu konudaki hassasiyetini bildirir.
Aynı sırada, Cumhuriyet dönemi boyunca Patrikhane'ye karşı bir denge unsuru olarak kullanılmak üzere bir kenarda bekletilen ve gerginlik dönemlerinde kullanılan Türk Ortodoks Patrikhanesi, Galata'daki Ayios Nikolaos ve Ayios İoannis kiliselerine 1965 yılının Ağustos ayında el koyduğunu açıklar.
İki cemaat arasında kargaşa ve gerginlik artınca, Emniyet, Ayios Nikolaos kilisesini "kapatır" ve önüne girişleri engellemek üzere bir bekçi koyar. (9) Konu mahkemeye yansır ve taraflar birbirlerinden davacı olurlar. İçişleri Bakanlığı, mahkeme sonuçlanıncaya kadar kiliselerin idaresini Türk Ortodoks Patrikhanesi'ne verir.(10)
Mahkeme sonucunda da iki kilise Türk Ortodoks Patrikhanesi'ne bırakılır. Bu dönemde felçli babası Papa Efthim'in yerine vekalet eden oğlu Turgut Erenerol kiliselerin neden bu tarihte geri alındığı sorusuna "cemaatin kalabalıklaşmasını" gerekçe gösterir. (11)
Papa Efthim'in oğlu Selçuk Erenerol bir görüşmemizde, bunun gerçekleşmesini Başbakan Ürgüplü'nün istediğini söylemişti.(12)
Emniyet, 1974-1978 yılları arasında, beş metropolite gerekçe göstermeden pasaport vermez: Halkidona (Kadıköy) Metropoliti Meliton, Stavrupoli Metropoliti ve aynı zamanda Heybeliada Ruhban Okulu Müdürü Maksimos, Haldia (Tokat) Metropoliti Kirillos, Filadelfia (Alaşehir) Metropoliti Vartholomeos, Melitini (Malatya) Metropoliti İoakim.(13)
Bugünkü durum
Son evre, Doğu Bloku'nun çöküşünden beri yaşanmaktadır. Bu dönemin başından beri Patrikhane konusu Türkiye'de gündemi meşgul eden konuların başında gelmektedir.
Azınlıkların ve sorunlarının daha görünür ve ses getirir hale geldiği bu dönemde, azınlıkların ulus-devlet için bir güvenlik sorunu olduğu şeklindeki 19.yüzyıl mirası düşünce de içerde daha yüksek bir sesle dile getirilmeye başlanmıştır.
Bu dönemde Heybeliada Ruhban Okulu'nun ve Patrikhane'nin statüsünün Yunanistan'la sorunların çözümünde önemli bir koz olduğu, artık Harp Akademileri yayınlarında bile açıkça belirtilmektedir. (14)
Aynı yayına göre, örneğin, "Fener Patrikhanesi'ne gelen Yunan devlet adamlarına, Batı Trakya Türkleri'ne yapılan muamele ile eşdeğerde muamele yapılmalı, ellerini kollarını sallayarak Fener Patrikhanesi'ne girip çıkmalarına mani olunmalıdır."
1991'de ağabeyi Turgut Erenerol yani II. Papa Efthim'in ölümünden sonra yerine geçen Selçuk Erenerol, Türk Ortodoks Patrikhanesi'nin stratejisini esas olarak Rum Patrikhanesi karşıtlığı üzerine kurar.
Milliyetçi çevrelerin bir kısmınca hep rağbet görmüş olan Rum Patrikhanesi hakkındaki tezleri bir kaç cümlede özetlenebilir: Patrikhane Megali İdea'nın takipçisidir, Yunanistan'ın emrindedir, sınırdışı edilmeli ve cemaat Türk Ortodoks Patrikhanesi'ne bağlanmalıdır.
TBMM'de milletvekillerinin de her zaman Patrikhane ile ilgili sorularında "karşılıklılık" ilkesini vurguladıkları görülmektedir. Bir örnek olarak, 23 Ocak 2002'de Sadi Somuncuoğlu 'nun "Fener Rum Patriği'nin kullandığı unvan, iç ve dış gezileri, Heybeliada Ruhban Okul'nun açılması girişimleri ve Batı Trakya azınlığının hakları ile arasındaki karşılıklılık ilkesi üzerine Başbakan'a yönelttiği soru" gösterilebilir.
Bu dönemde, "karşılıklılık" ilkesi konusunda şikayetçi olanların arasına bizzat Patrik de katılır ve şu açıklamayı yapar: "...bilhassa Lozan'dan sonra bizi Türk-Yunan ilişkilerinde bir koz olarak kullanıyorlar...Yunanistan, Batı Trakya'daki Müslümanlara kötü davranıyorsa buradaki iki üç bin Rum'un suçu ne? Aynı şey Batı Trakya Türkleri için de geçerli..." (15)
Bu noktada, birçok benzer ve farklı sıkıntıyı yaşamakta olan Batı Trakyalı Türklerin de yanlış iki tavrından söz etmek gerekiyor: Birincisi, müftülerini seçmelerine izin verilmeyen Batı Trakyalılar, bu politikayı eleştirirken, Türkiye'deki Rumların patriklerini özgürce seçebildiklerini söylemektedirler. Bu yolla "karşılıklılık"ın karşılığını istemektedirler. Oysa ki yanılmaktadırlar. Çünkü patrik Türkiye'de özgürce seçilememekte, valiliğe bildirilen aday listesinden, istenmeyen isimler gerekçe gösterilmeksizin çıkarılmaktadırlar.
İkincisi, ki özellikle Türkiye'deki Batı Trakya derneklerinin izlediği bir çizgidir; Batı Trakya'da yapılanlara karşı Patrikhane'ye de benzer yaptırımlar uygulanmasını istemekte hatta bazen protestolarını Patrikhane önünde gerçekleştirmektedirler.
Örneğin, Ağustos 1991'de Yunanistan'da İskeçe Müftüsü görevden alınır ve Türklerin protesto gösterileri sertlikle bastırılır. Bunun üzerine Patrikhane 25 Ağustos'ta yaklaşık yüz kişilik bir grup tarafından kuşatılır. Patrik'in Yunanistan'ı kınamasını isteyen eylemciler, Patrikhane önündeki eylemleriyle, beş gün boyunca giriş çıkışlara izin vermezler.
Sonuç olarak, Türkiye'nin AB üyeliğine adaylık sürecinin hız kazandığı özellikle son beş yılda AB karşıtı çevrelerin, azınlıklar ve Patrikhane konularını birer saldırı hedefi haline getirdikleri, AB ile mücadelelerini bunların üzerinden gerçekleştirmeye çalıştıkları gözlemlenmektedir.
Kopenhag kriterleri gereği AB, Türkiye'den bu konularla ilgili mevzuatını düzeltmesini istedikçe, bu durum içerdeki kamuoyuna "ayrıcalık isteniyor" şeklinde sunulmakta, bu da giderek yükselen milliyetçiliğin en temel gündem maddelerinden birini oluşturmaktadır.
Bu kesimlerce devletin eşitsiz uygulamaları savunulmakta, bu konudaki iç istekler duymazdan gelinmekte, dıştan gelen istekler de "işte içişlerimize karışıyorlar" denilerek kamuoyu kışkırtılmaya çalışılmaktadır. Oysa sorunun çözümü, azınlıklara uygulanan ayrımcılıkların bir an önce ortadan kaldırılması ve devletin vatandaşlarının dinine göre davranmaktan vazgeçmesinden geçmektedir.
* Bu yazı, Elçin Macar'ın 7-9 Temmuz 2005 tarihlerinde, Strasbourg'da "Muslims in Europe and Elsewhere Others in Muslim Lands" başlığı ile düzenlenen XIX. AFEMAM (Assocation Francaise pour L'Etude du Monde Arabe et Musulman) kongresinde sunduğu tebliğden kısaltıldı.
* Ara başlıklar bianet'e aittir.
Kaynakça
1 Alexis Alexandris, The Greek Minority of Istanbul and Greek - Turkish Relations 1918-1974, Atina: Center for Asia Minor Studies, Second Edition, 1992, s. 302
2 Milliyet, 21 Nisan 1964
3 Alexis Alexandris, "To Mionotiko Zitima, 1954-1987", İ Ellinotourkikes Shesis 1923-1987, Atina: Ekdosis Gnosi, Defteri Ekdosi, 1991, s. 513 ve 537
4 Milliyet, 17 Nisan 1965
5 Yeni Gazete, 19 Nisan 1965
6 Yeni Gazete, 20 Nisan 1965
7 Yeni Gazete, 29 Nisan 1965.
Büyükelçi'nin benzer görüşlerini belirttiği bir yer için bkz. Bülend Uşaklıgil, "La Turquie et le Patriarcat D'Istanbul", Cultura Turcica, c: 1, no: 2, 1964
8 Em. Tümg. Celil Gürkan'ın konuşması, Üçüncü Askeri Tarih Semineri-Türk Yunan İlişkileri, Ankara: ATASE, 1986, s. 207-208
9 Milliyet, 6 Eylül 1965.
10 Akşam, 25 Eylül 1965.
11 Le Journal d'Orient, 29 Eylül 1965.
12 Selçuk Erenerol ile görüşme, 7 Ağustos 2001.
13 Patrik Vartholomeos ile görüşme, 1 Ağustos 1998.
14 Zekai Baloğlu, Grek Devleti, Patrikhane ve Rahipler Okulu, İstanbul: Harp Akademileri Komutanlığı Yay., ikinci baskı, 2000, s. 11
15 Yeni Yüzyıl, 23 Aralık 1994