43.İstanbul Film Festivalinde Ulusal Kısa Film Yarışması bölümünde yer alan Eksi Bir, apartman yöneticisi Enver Bey’in, bodrum katında yaşayan yeni kiracılardan ‘koku’ geldiğine inanmasıyla, kiracıları daireden çıkarmak için apartman sakinlerinden imza toplamaya başlamasını konu alıyor.
Filmde Müfit Kayacan, Devin Özgür Çınar, Aram Dildar, Senan Kara gibi başarılı oyuncular rol alıyor.
Yönetmen Ferhat Özmen’le Eksi Bir’e dair konuştuk.
“Bu filmle kişisel bir tutum almak istedim”
Hikaye nasıl başladı? Filmin çıkış noktası neydi?
Son yıllarda Türkiye ile sınırlı kalmayıp dünyada da mülteci, göçmen düşmanlığına yönelik söylem ve politikaların oldukça gündemleştiğini hepimiz görüyor ve yaşıyoruz. Sokakta, işte, kamusal alanda... Dolayısıyla hayatın her anında bu ötekileştirici tutum ve davranışlara rastladığımı söyleyebilirim. Fakat bununla da kalmayan özellikle Türkiye ve Avrupa’da artık devletlerin siyasal karar ve mekanizmalarının bu doğrultuda şekillendiğini sağ hükümetlerin yükselişlerinde de görebiliyoruz.
Dolayısıyla kişisel olarak da dünyanın ya da Türkiye’nin gündemini takip ettiğim her an, göçmenlere ilişkin haberlerle çokça karşılaşıyorum. Bu meseleye karşı bu filmle kişisel bir tutum almak istedim açıkçası.
Evimi sadece Türklere kiraya vermek istiyorum diyen ev sahipleri eğer kiracı iyi bir miktarda para verirse evini herkese kiralıyor aslında. Filmde de Enver bey, dairesini fahiş fiyattan İranlılara kiralıyordu. Para işin içine girince mevzu değişiyor mu?
Bunun sınıfsal bir mevzu olduğunu düşünüyorum. Sadece İranlılarla ilgili bir durumdan ziyade orta-üst sınıf dışarıdan gelen insanların Türkiye’de kolaylıkla yaşayabildiklerini ve bu anlamda herhangi ötekileştirici bir tutumla karşılaşmadıklarını görüyoruz. Fakat mülteciysen, alt sınıfsan, bu ülkenin vatandaşı bile olsan, mültecilerin yaşadıkları kimi sorunlarla karşılaşıyorsun. Açıkçası çok boyutlu, birçok farklı süreci ve faktörü olan bir konu. Fakat nihayetinde Türkiye özelinde yaşanan sorunların temelinde sınıfsal ve kültürel etmenlerin olduğunu düşünüyorum. Bu hikaye de böylesi bir dert ve gündemden gelişti.
Mültecilerle dayanışmak isteyen, mülteci dostu, insan dostu, yaşam dostu olan insanlara annem üzerinden daha rahatlatıcı bir mesaj vermek istedim.
Enver bey apartman sakinlerinden imza toplarken imzaya net bir şekilde karşı çıkan karakter Kürt bir kadındı. Bu karakteri seçmenizin özel bir nedeni var mı?
O karakteri oynayan kadın benim annem. Aslında ben bir yönetmen olarak filmde bu meseleye karşı olan duruşumu annem üzerinden kendi dilimde bir yerde durduğumu hissettirmek istedim. Mültecilerle dayanışmak isteyen, mülteci dostu, insan dostu, yaşam dostu olan insanlara annem üzerinden daha rahatlatıcı bir mesaj vermek istedim. Bu yüzden daha agresif, bu meseleye naif diyemeyeceğimiz, bir tık daha saldırgan bir tutumdaydı.
Benim yönetmen olarak da bu meseleye bakışım annemin tepkisi gibi. Bu yüzden annemin diyaloğu bu anlamda bilinçli bir tercihti. Bence oradaki en mantıklı tepki de yıllarca ötekileştirilmenin, dışlanmanın her türlü halini yaşayan Kürtlerden, sembolik bir Kürt anneden gelmesi benim için önemliydi. Ben annemin oradaki öfkesinin aslında tetiklenmiş travmalarla ilgili olduğunu düşünüyorum.
Karakter de gerçekte 90’larda, 80’lerde göçle ya da köyü yakılmış biri olarak gelmişse buradaki koku meselesinden dolayı dışlanan kişiyle bu anlamda ortak bir hikayeye ya da konuma sahip olduğunu hissetmiştir ve böyle bir tepki vermiştir diye düşünüyorum
Karganın Aşınan Gagası filminizde de anneniz oynamıştı. Filmlerinizde annenizin yer almasının bir nedeni var mı?
Aslında bir nedeni şu; benim kafamda annem gibi karakterlerin hikayeleri dönüyor. Aslında annem dışında rahat, beraber çalışacağımız herhangi birini tanımıyorum. Annemden de çok memnunum bir yönetmen olarak. Annem filmlerde isteğimi de verdiği için bunu sürdürmek istiyorum. Benim için muadili yok. Hem gerçekten iyi oynadığını düşünüyorum hem de annem olduğu için her zaman çalışabiliyorum.
Filmde bir apartman sakini, sigortasız ve az maaşla mülteci çalıştırmayı savunuyordu. Bu güncelde de Türkiye’de yaşanan bir durum. Çok sayıda patron bu koşullarda mülteci çalıştırıyor. Ancak insanlar patronlar yerine mültecilere tepki gösteriyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Tabii ki asıl hedefi şaşırttıklarını düşünüyorum. Mültecilerle ilgili yaşadığımız bütün problemler, aslında dünyada kabul görmüş, Avrupa Birliği’nin de kabul gördüğü iltica prosedürlerinin uygulanmamasından kaynaklı.
İnsanlar yeterince sağlıklı koşullarda barınamıyor, yasal bir şekilde iş bulamıyorlar. Boş zaman diyebileceğimiz, sosyalleşebilecekleri bir zamanları dahi yok ya da çok kısıtlı. Şu an bir mülteci; bir maç izleyemiyor, müzik dinleyemiyor, kendi anadilinde bir kitap okuyamıyor.
Ülkede her şeyin kötüye gittiği bir dönemde en basit, en kestirme yol, mültecilere saldırmaktan geçiyor. Ülkenin kötü gidişatının asıl muhataplarını hedef almayıp ya da en basiti bu politikaları eleştirmeyip sokakta senin dilini bile henüz tam öğrenmemiş insanları hedef gösterip onları mağdur etmek; ülkenin, siyasetin, insanların kanıksadığı, bunu sıradanlaştırdığı bir durum var.
Bence bu çok büyük bir ikiyüzlülük. Kendi adıma anlamakta çok güçlük çekiyorum. Herkes aslında bir yerde ‘gitseler de rahatlasak’ modunda. İçsel, içeriye dönük hiçbir şeyle ilgilenmiyorlar.
“Filmlerde bugüne dair bir şeyler söylemek gerekiyor”
Film aklınıza ilk geldiğinde de mi kısa olarak planlamıştınız?
Evet en başından beri kısaydı, başka bir form düşünmedim. Bu gerçekleşmesini istediğim, kafamı epey meşgul eden bir projeydi. Buna öncelik verdim.
Bir de bence bugüne dair; bugünün güncel politik, toplumsal, kişisel sorunlarına ilişkin bir şeyler de söylemek gerekiyor filmlerle, sinemayla. Bugüne, aktüel olana ilişkin dünyada nelerin olup bittiğine dair sinemanın bir okumasının, gündeminin, üretiminin olması gerektiğini düşünüyorum. Buna dair ben bir şey üretebilir miyim, bir yerde durabilir miyim, hatırlatabilir miyim, gibi motivasyonlarla yola çıktım.
Bunu da çok önemsedim, çok uzak şeylere girmeyeyim dedim. Bu hikaye anlamlı geldi bana. Kalıp önyargılara dair, minimal, çok büyük mevzuları olmayan, ufak bir film aslında. Bence gücünü basitliğinden alıyor. Çok karmaşık bir şey yapmaya çalışmadım.
Filmde Müfit Kayacan, Devin Özgür Çınar gibi başarılı oyuncular yer alıyordu. Ekip nasıl oluştu?
Bir cast direktörüyle çalışmadım. Filmde yer alan herkesle doğrudan ya da dolaylı bir ilişkim vardı. Müfit Kayacan’ın projede yer alması Emin Alper’in de katkılarıyla oldu. Diğer oyuncularla; Devin, Erol ve Tarhan ile tanışıyorduk zaten.
Hiçbir oyuncu rastgele seçilmedi, her biri rollerinde fark yaratacak oyuncular oldukları için aynı projede yer almış bulunduk. Her biri için çok özel çalıştım. İşin en önemli mevzusu cast. Engin Emre Değer ve Şükran Özmen’le ikinci filmimiz oldu. Nalan Kuruçim, Cem Uslu, Tutku Ertem, Fuat Onan ile bu filmde tanışmış olduk. Onlarla çalışmak çok keyifliydi.
Filminiz İstanbul Film Festivalinde Ulusal Kısa Film Yarışması bölümünde yer alacak. Bunun hakkında nasıl hissediyorsunuz?
İstanbul Film Festivali’nde bulunmak çok güzel. Türkiye’de bence şu anda olabilecek en iyi film festivali. İstanbul Film Festivali gibi geniş izleyici kitlesine ulaştıran bir festivalde filmi başlatmak bence çok değerliydi. Çok mutlu oldum.
Filminizde oldukça kalabalık bir yapımcı künyesi bulunuyor. Bununla ilgili ne söylemek istersiniz?
Bu filmin iyi bir yere gelmesinde yapımcılarımızın büyük katkıları var. Ana yapımcımız Ruken Tekeş ve ortak yapımcımız Ali Aga bu filme fikir aşamasında dahil oldular. Daha sonra aramıza Deniz Eyüboğlu Aydın, Gizem Alpay ve Vefa Geylani dahil oldu. Hem yapımcılığımızı yapan hem de şahane görüntüleri var eden görüntü yönetmenimiz Deniz Eyüboğlu Aydın’a, yapımcılığının yanında kurguculuğuyla bu filmin gerçek gücünü ortaya çıkaran Ali Aga’ya minnettarım. Her yapımcımızın bu filme sonsuz katkıları oldu. Herhangi biri olmasaydı bu film olmazdı. Sonrasında da onlarla beraber yol yürümek istiyorum.
(GDY/EMK)