Ama her defasında geri döndü. Çünkü yazmasa çıldıracaktı... Yazar, "Son Kuşlar" kitabındaki "Haritada Bir Nokta" hikâyesinde bu halini şöyle anlatıyor:
"Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım.
Koştum tütüncüye, kalem kağıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım."
Mutluluk yazmaktı
Yazmasaydı çıldıracaktı Sait Faik. Çünkü ancak yazarken mutlu oluyor; mutlu olmak için yazıyordu. Başkaca beklediği de yoktu. Öyle olmasa, "Kişi kendi kendisini tartabilseydi şu edebiyat ve gazetecilik alanında kaç kişi kalırdı? Yirmi senedir yazı yazarım; iyi kötü. Ne beni överlerse yutarım, ne de söverlerse fazla yüksünürüm," diyebilir miydi?
Bu yüzden yazarlığını ispat edemediği de olmuştu: "Bir yerde lazım oldu da mesleğimi sordular. Doğrusu epey çekinerek, ama gururla 'yazıcı' dedim. Mesleğimi bir kağıdın meslek hanesine kaydedeceklerdi. Benden yazıcılığımı ispat edecek bir vesika istediler. 'Efendim birkaç hikaye kitabım var' diyecek oldum... O resmi kağıtta meslek haneme 'yok' yazdılar."
Yazdı Sait Faik... Sürekli kendini, insanları, doğayı dinleyip, sonra da kendi yalnızlığına çekilerek özümsediklerini kağıda döktü. Öykülerinde yalınlık, dürüstlük, saflık ve içtenlik vardı. Kahramanları ise, yoksul, sıradan, küçük insanlardı. Hani şu, "adam hesabına alınmayan", içli, gamlı, neşeli, umutlu ve illaki sevgi dolu insanlar...
Alangu anlatıyor
Sait Faik, hikâyeyi "edebiyat yapanların" elinden kurtarmaya gelmişti. Bu büyük ustayı, edebiyatımızın bir başka ustası Tahir Alangu şu sözlerle anlatıyor:
* Hayatı ve eserlerinin iç içe oluşu, onun sanat anlayışının olduğu kadar, ancak çok iyi bildiği konuları ve hayatları anlatmak istemesinin de bir sonucuydu. Düşünce ve sanata karşı alabildiğince kayıtsız, sağır bir çevrede, dış çatışmalarla bezgin, içe dönük ve kavgacı, umutla umutsuzluk arasında, kaybettiklerini kenar mahalleler, köprü altları, balıkçılar ve küçük insanların yaşamlarına katılarak bulmak istedi...
* Sait Faik, kuruluşuna katılmadığı bir dünyanın kendine uymazlığı yüzünden dışa düşmüştü. İçinde yaşadığı toplum o süre içinde, Osmanlı yaşama üslubundan kopuşunu çabuklaştırmış, yeni bir yaşama düzeni ise 'yeni insanı' destekleyecek ölçüde gelişmemişti.
* İnsan yenileşmesi başka yenileşmelerle orantılı olmadığından, yaşam bir yerde kuruyuvermişti. Sanata, bilime, devrimlere yönelen kuşaklar, kurulu düzenin çıkarcı tersliği karşısında bocaladılar. Devrimlerin duraklayışı, devletin aydın ve sanatçı kuşaklardan koruyucu ve yol açıcı desteğini kesişi de, bu yeni edebiyat öncülerini toplumdan kopardı, yabancılaştırdı. Sanatçıları çoğu, eski uygarlık düzenini yitiren, yenisini kuramayan düzensizliğin kargaşası içinde, evrime değil, yokluğa düştüler.
* Onun eserlerinde bir çağın bütün anlamı, kendi kuşağının düşünce ve davranış çıkmazlarının zengin bir tasviri vardır. Bu eserlerde yalnız Sait Faik'in değil, kargaşanın ortasında bırakılmış kuşakların dramı da anlatılmıştır.
"Yazmak, özgürlük demek"
Sait Faik'e göre, yazmak "özgürlüktü". Ama nasıl bir özgürlük? Yine aynı kitaptaki "Balıkçısını Bulan Olta" hikâyesinde "yazı yazmanın onun için nasıl bir özgürlük olduğuna" değiniyor:
"Yazı yazmak canım istemiyordu. Yazı yazmam için bana çiçek, kuş hürriyeti değil, içimdeki aşkın, deliliğin, oturmaz düşüncenin hürriyeti lazım. Küçücük hürriyetler değil, alabildiğine yüz verilmiş bir çocuk hürriyeti istiyordum. Bu bana lazımdı. Yoksa her şeyi ağzımda gevelemekten başka ne yapabilirim? Ne yapıyordum?"
Adası adıyla anılan yazar
Hayatının çoğunu Burgazada'da annesiyle birlikte geçiren Sait Faik, öylesine Burgazlıydı ki, balıkçılar ve balıklar en yakın dostlarıydı. Burgazada'dan kalkar, İstanbul'a gelirdi. Köprüde biraz eğleşir, sonra bir kahveye oturup çay içerdi, simitle... Simidin masaya dökülen susamlarını avucuna doldurup atıverirdi ağzına.
Sırtında o eski paltosu yahut balıkçı ceketi, başında keten şapkası... Beyoğlu'na çıkar; "dokunulmayan" yalnızlığı içinde otururdu, "ada"lı yalnızlığını sürükleyerek dolaşırdı kimi zaman. Balıkların, kuşların, otların, bulutların dostu ve "yazıcı"sı olarak Beyoğlu'nun kalabalığında kaybolup giderdi sonra. Buzgazada'nın ne kadar "yerlisi" ise, Beyoğlu'nun o kadar "yabancısı"ydı...
İlk baskısı "Medar-ı Muaşeret Motoru" adıyla yapılan ve sıkıyönetimce toplatılan "Bir takım İnsanlar"da, çok sevdiği Burgazada'yı, balıkçıları, sıradan, yoksul ve silik insanları anlatıyor.
Peki neydi istediği Sait Faik'in? Bu soruya en güzel yanıtı, yine kendisi veriyor?
"Haksızlıkların olmadığı bir dünya istiyorum. İnsanların mesut olduğu, hiç olmazsa iş bulduğu, doyduğu bir dünya. Hırsızlıkların, başkalarının hakkına tecavüz edenlerin, istismar edenlerin olmadığı; para için ar, namus, haya ve hayatın satılmadığı bir dünya... İçinde iyi şeyler söylemeye salâhiyetler kıvranan bir adamın, korkmadan, yanlış tefsir edilmeden bir şeyleri söyleyebildiği bir dünya..."
Ada'nın öncesi...
1906'da Adapazarı'nda doğan Sait Faik'in ailesi, kentin "tanınmış" ve "hali vakti yerinde" insanlarındandı. İlk eğitimini Adapazarı'nda, liseyi, İstanbul Erkek Lisesi'nde başlayıp - Bursa Erkek Lisesi'nde tamamlamış, iki yıl İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi'ne devam ettikten sonra, 1930'da Fransa'da yine edebiyat fakültesine yazıldı.
Babasının ölümünden sonra ailesinin isteği üzerine yürüttüğü ticaret hayatında kısa zamanda iflas etmiş, Halıcıoğlu Ermeni Yetim Mektebi'nde üstlendiği Türkçe öğretmenliği görevi de uzun sürmemişti. Bir ara gazeteciliği denediyse bile çalışmanın insanı yorduğunu düşündüğü için kendisini bütünüyle yazmaya ve gönlünce yaşamaya verdi...
1954'de sirozdan öldüğünde, Türk edebiyatı, 49 yıllık ömrüne çok sayıda hikâye kitabının yanı sıra iki de roman sığdıran büyük bir yazarını yitirmişti...
Yeniden Beyoğlu'nda
Ölümünden 49 yıl sonra Yapı Kredi Kültür Sanat Merkezi, "Bir Usta Bir Dünya -Sait Faik Abasıyanık Arşiv Sergisi" ile, hikâyecinin olta takımını, keten şapkasını, kurşunkalemle defter sayfalarına yazdığı metinleri, pasaportunu, fotoğraflarını, mektuplarını ve daha "iç dünyasına ışık tutacak" pek çok şeyi, onun bir zamanlar ürkek ve yabancı adımlarla yürüyüp geçtiği İstiklal Caddesi'nde Sait Faik severlerin ziyaretine açtı.
Şimdi o yok; ama mesela Semaver, Sarnıç, Havada Bulut, Kayıp Aranıyor, Havuz Başı, Son Kuşlar okurları ve sevenleriyle birlikte. (GE/NM/NK)