Yoganın yaptığımız herhangi bir aktiviteden öte bir hayat tarzı olabileceğini evime yakın bir yoga merkezine ilk gittiğimde düşündüm. Gözde ve bir o kadar da pahalı bu stüdyoda tek bir yoga dersi 80 lira, 5-derslik paketteyse 75 liraya geliyor. Şehrin çeşitli merkezlerine yayılmış zincir sadece yoganın onlarca türevini 1-2 saatlik dersler halinde değil, yogayı bir hayat tarzı olarak paketleyip çeşitli meslek gruplarına mensup, yüksek sosyoekonomik düzeyli büyük şehirlilere sunuyor.
Ana caddenin keşmekeşinden sıyrılıp arnavut kaldırımlı dar bir çıkmazdan içeri girdiğinizde davetkar ama bir o kadar da özel bir alana girdiğinizi hissediyorsunuz. Kafe ve bir mağaza da içeren ortak alanı aştığınızda ise kristaller ve Buda heykelleri klişeleşmiş kültürel simgeler olarak sizi karşılıyor. ‘Arınmışlık’ sadece kişinin ruhsal, bedensel ve zihinsel durumunu değil, sahip olmak istediği hayatı, olmak istediği kişiyi betimliyor.
Fakat güven ve huzur uyandırması amaçlanmış bütün ayrıntılar ürpertici bir hava yayıyor, sosyal olarak sterilize edilmiş bu ortamda tekinsizlik kol geziyor. Tekinsizliğin kaynağı ise bir çelişki: Topluluğa mensupluk, aktivite yani yoga pratiği üzerinden değil, alım gücü üzerinden belirlenip sosyoekonomik göstergelerle tezahür ediyor. Bu durum alışılagelmiş olup aidiyetin koşulu para olan bütün topluluklarda geçerli olsa da, söz konusu eşitlik ve birlikteliğe dayalı bir pratik olduğundan, yoga endüstrisi temel bir çelişki üzerinde duruyor.
Günümüz metropollerinde uygulandığı üzere yoga gündelik yaşamda istemsizce tekrarladığımız benmerkezcilik gibi kişisel, bireylerarası yarış gibi toplumsal arazlarımıza ket vurmayı amaçlıyor. Felsefi düzeyde, hareketlerin sıkça ve aralıksız tekrarı zihnin varlığımız üzerindeki birincilliğini kırıp zihin-beden uyumunun önünü açıyor, benliğimizi şartlayan ve ona anlam veren duygu ve düşüncelerimizin hükmünü sarsıyor.[1]
Buna rağmen şahsi tecrübem ve gözlemlerim vaat edilen denge, ahenk gibi değerlere ulaşmanın pratikte kabuğuna çekilme ve ‘iç sesini’ dinleme gibi kişilerin birbirinden bağımsız adacıklar topluluğu olarak öngörüldüğü bir söylemle şartlandığı yönünde. Kurumların pazarladığı değerlerden tutun ders sırasında esas alınan söylemlere kadar yoga endüstrisi kişinin endişe ve sıkıntılarını çevresinden bağımsız, bir nevi at gözlükleriyle ele almasını teşvik ediyor, kişisel mutluluk ve huzurun başka canlı ve varlıkların bütünlük ve onuruyla iç içe olduğunu hiçe sayıyor. Şüphesiz, gözlerimizi iç dünyamıza çevirmenin özeleştirel ve yapılandırıcı yanına ihtiyacımız olsa da, yoga endüstrisinin kişinin kendi arzu ve isteklerinin doyumunu merkeze alması yoga felsefesinin temelinde yatan etik gelişim ve sosyal duyarlılığın önünü kapıyor.
Şahsi gözlemlerime dayanan bu analize tezat oluşturan bir tecrübem de oldu ki, yoganın birliktelikçi ve eşitlikçi söylemine örnek oluşturduğunu düşünüyorum. İki sene boyunca parçası olduğum üniversitenin yoga birliğinde yargılama, yarış içine girme, başkalarının zayıflıklarından kendine zafer çıkarmak gibi eğilimlerle mücadele etmeyi öğreten bir yaklaşımla karşılaştım, hatta yoğruldum. Altı çizilen noktalardan biri, pratik esnasında girdiğimiz pozisyonlarda aslında köpek, kobra, kuğu gibi hayvanların şekillerini aldığımız ve bunun dünyayı farklı bir gözle görmeyi ve farklı bir özbenlik deneyimlememizi sağlamasıydı. Başka hayvanların şekillerini aldığımızda kendi bedenimizle olan kimi zaman ezici özdeşleşmemizin ötesine geçer, o çok sahiplendiğimiz fiziksel yaşantımızla bağımızı tersine çeviririz. Bu olasılık sadece birçoğumuzun deneyimlediği güzellik ve maddi kaygılar için değil, etnik, cinsel, engellilik gibi özelliklerinden dolayı benliği bedenleriyle özdeşleştirilen kimseler için de geçerlidir.
İlham aldığım ikinci uygulamada bir ‘niyet’ belirleyerek başlar ve yoga pratiğimizi zihinsel olarak yoğunlaştığımız bir kimseye, kimselere veya şeylere adayarak sürdürürdük, sevdiğimiz biri, mülteciler, ormanlar gibi; amaç, tek başına girdiğin fiziksel ve zihinsel mücadelede – tanıdığın ya da tanımadığın – başkalarını ne kadar düşünebildiğini ve varlıklarının seni ne kadar ileriye taşıyabildiğini açığa çıkarmak. Öğretmen ders bitiminde bize niyetimizi hatırlattığında çoğu zaman niyetimin ne kadar çabuk ve kolayca aklımdan uçup gittiğine şaşardım.
Her iki örnekte de derinleştirilmiş bir denge kavramıyla karşı karşıyayız. Denge duygu, düşünce ve kabiliyetlerimizi kapsayan iç ve bedenimizi oluşturan dış ikileminden sıyrılmış, vücudumuzun belirlediğini varsaydığımız sınırları aşıp başka varlıklara dokunmuştur. Böylelikle kendi bedensel ve varlıksal kaygılarımızdan bir an bile olsa sıyrılmış, zihnimizde ve bedenimizde başka varlıkları yaşatabilmeyi seçmişizdir.
Yoga endüstrisinin vaat ettiği hayat, mutluluk, huzur ve tatminle dolu, yani fazlasıyla çekici. Yoganın bedensel ve ruhsal faydaları da aşikar; fakat bir özeleştiri olarak başlayan bu yazımda hangi söylemleri içselleştirerek mutluluk ve huzur bulduğumuza dikkat çekmek istedim.
Yoga halihazırda birçok insanın hayat kalitesini artırmış olabilir; ama kanımca sunduğu olanaklardan henüz tam anlamıyla istifade edilmedi. (Bİ/HK)
[1] Dersi yönlendiren öğretmenin sözlü teşvikleri bu süreçte önemli bir rol oynuyor.