Her şey ağabeyimin akşamın 10'unda telefon açıp "çok açımmm, en yakın Mc Donalds'tan hamburger al" demesiyle başladı.
Girdiğim şube inanılmaz kalabalıktı; bir yandan sıcak, bir yandan yemek kokusu ne zaman bana sıra gelir diye sinirli sinirli bekliyordum. Beklerken de bir yandan çalışanları izliyorum, bir insan ne kadar hızlı çalışabilirse o kadar hızlıydılar.
Bir anda turist bir çift kötü bir İngilizceyle sinirli bir şekilde bir şeyler anlatmaya başladı. Bir sorun vardı ve kasiyer kadın anlayamıyordu, şefini çağırdı ve anlaşıldı ki turistler çok uzun süre bekledikleri için çok sinirliydi ve ödenmiş siparişlerini iptal ettirdiler.
Şef bunun üzerine taş çatlasa 18'inde olmayan kasiyer kadına ve diğerlerine sert bir "ayar" çekti. Kasiyer kadın, sırada aç bir şekilde bekleyenlerin siparişlerini alırken strese daha fazla dayanamadı, gözyaşları dökülmeye başladı. Ancak bunu da müşterinin görmemesi lazım; kah ketçap verirken kah patates almaya giderken gözyaşlarını sildi.
Sıra bana geldi, multinetle ödemek istedim. Ancak cihazı bulamıyordu, tamam dedim nakit olsun hesabı ödedim ve çıktım. Eğer onu o halde görmeseydim eminim ben de "neden cihaz yok ki hayret bir şey" diye söylenirdim. Sonra aklıma aylar önce yine Burger King'den telefonla ısmarladığımız hamburgerler geldi. Hamburgerler soğuk gelmiş ve tekrar sipariş hattını arayıp, yenisini istemiştik.
Burger King çağrı merkezinden çıkarılan ve direnişe geçen işçilerle yaptığım röportajdan sonra çok utanmıştım. Hamburger soğuk diye tekrar aradığımızda, kesin çağrı merkezindeki biri bizim isteğimize yanıt verirken başka çağrıları bekletmişti.
Belki bu yüzden tuvalete gidememişti; belki şefi etrafında alkışlarla dönüp durmuştu. İçinden kim bilir bize neler saydırmıştı, haklıydı. Biz de tüketici haklarımız çerçevesinde haklıydık. Ama kimin haklı olduğunun hiçbir önemi yok. Biz açtık soğuk hamburger yemek istemiyorduk, o da belki bir sigara molası vermenin hayalini kuruyordu.
Tüm bunların ardından, bu sefer de öğle saatlerinde basın açıklamasına gittiğim Güllü Hanoğlu'nun direnişini düşündüm.
Güllü, sekiz gündür tek başına taşeron firmaya ve hastane yönetimine karşı direniyor. Dün kendisiyle yaptığım röportajda biraz yorgun ama oldukça heyecanlı ve kararlıydı. Bugünkü basın açıklamasını okurken de öyleydi, sadece biraz heyecandan elleri titriyordu.
Ama sendika başkanı konuşmaya başlarken, Güllü'nün gözleri doldu. O an ne düşünüyordu? Belki kendisine bu kadar fazla kişinin verdiği desteği, belki sekiz yıllık emeğinin çöpe atılmasını, belki de tek başına başlattığı uzun ve zorlu direnişi... O an neyi düşünüyordu bilmiyorum ama ağlamadı, kendini çok uzun süre sıktı, gözleri kızardı ama ağlamadı.
Benim parmağım deklanşörde çekeyim mi çekmeyeyim mi? Çekiverdim. Ama haberde gülen fotoğraflarını kullandım. (NV)