Bu yazıda size Alo Fatihlerden, cam tavana çarpmalardan, yahut gazetenin işleyişi içinde tırpan yiyen haberlerden bahsetmeyeceğim. Bu siyasi ya da ekonomik bir iktidarın bir haberi nasıl engellediğine ilişkin bir yazı değil. Bu faşizmin, hak ihlalinin nasıl “sıradanlaştığına” ilişkin bir yazı.
Adalete saray inşa ettiklerinden beri “küçük salon” ve “oturacak yer yok” bahanesiyle basın mensuplarının mahkeme salonlarına alınmamaya çalışılması ilk değil. Tabii ki sadece basın değil, izleyiciler, uluslararası gözlemciler ve hatta sanık yakınları da bu “uygulama”dan nasibini alıyor.
Bunu yazarken, İstanbul Adalet Sarayı ilk açıldığında Oda TV davasının ilk duruşmasında yine “salon küçük” arbedesi sonucu güvenlikçi tekmesi yediğim yer sızlıyor.
Ama mevzu gazeteciler olunca iş “siyasallaşıyor”. Eskiden beri, Anadolu Ajansı'nın İhlas Haber Ajansı'nın ve hatta Doğan Haber Ajansı'nın girebildiği davalar biz “muhalif” ya da “alternatif” medya çalışanları için"erişilebilir" değil.
Onların sahip olduğu Sarı Basın Kartı zırhımızın olmaması bir yana, kolaylıkla tespit edilip “yer yok” diyerek kapı önünde bırakılabiliyoruz.
Bu da öyle bir gündü.
Sabah saat 10.00'dan beri bir grup gazeteci olarak İstanbul'daki Çağlayan Adliyesi'ndeyiz. Amacımız Ahmet ve Mehmet Altan'ın, Nazlı Ilıcak'ın yargılandığı, 15 Temmuz darbe girişiminin “medya ayağı” olarak anılan, gazetecilerin ağırlaştırılmış müebbetlerle yargılandığı bir davayı izlemek.
Hakkında gizlilik kararı olmayan, kamuya açık bir davayı izleyeceğiz, haberleştireceğiz.
Salona girip bir haber yapmak kadar kolay değil mi?
Değil.
Öncelikle adliyeye sık yolu düşen insanlar olarak “alıştığımız” bariyerlere denk geliyoruz. Davayı kalabalık bir kitle izlemek istiyor. Aralarında çok sayıda uluslararası hak örgütü temsilcileri var. Çoğu Türkçe bilmiyor, bu nedenle çevirmenleriyle adliyeye gelmişler.
Bir bakışta dışarıda kalacağımızı anlıyoruz. Çünkü daha önce kaldık.
Önce “tatlı dili” deniyoruz. Çeşitli koridorlarda farklı güvenlik görevlilerine “dert anlatmaya” çalışıyoruz, olmuyor. Sonra dava “sahiplerine” yani yargılananların yakınlarına rica ediyoruz:
“İzin verirseniz gazeteciler olarak önce biz geçelim. Aksi halde içeri alınmayacağız, haber yapılmayacak.”
Belli ki “herkes” için Türkçe bilmeyen, dolayısıyla duruşmayı aktif şekilde dinleyemeyecek uluslararası heyetin ve onların çevirmenlerinin duruşmaya girmesi, gazetecilerin haber yapmasından daha önemli. Bunu, çevirmenlerden birinin “Senin mesleğin benimkinden daha önemli değil” demesinden anlıyorum. Kendisi eski bir gazeteciymiş, Sarı Basın Kartlı olanlardan. Ona mevzunun “benim mesleğim” değil “biz haber yapmazsak bu dava haberleşmeyecek, kamu bunu öğrenemeyecek” derdi olduğunu anlatamıyorum.
Sıra güvenlikçilere geliyor. Anaakım medyayı yahut “tanıdığı” gazetecileri içeri alan güvenlik amiri, bizim gibi “tanıdıklarını” ise “Koltuk düzenlemesi bana ait. İstediğimi alırım” diyor. Yani "Yeni Türkiye"nin bir güvenlik amiri açık yargılama ilkesine kolaylıkla meydan okuyabiliyor, hem de Savcılıktan gelen “görünmez” talimatla! Başka bir güvenlik görevlisi kendisine tepki gösteren bir muhabiri duruşma salonunda “iteleyebiliyor”.
Bir dakika bu eski Türkiye'nin de uygulaması olabilir. Ne de olsa devlette devamlılık esastır.
Bu davalara bir şekilde girilebiliyor:
İtiraz ederek. Bağırıp çağırarak. İnatla, geri adım basmadan talep ederek. Bunu altı yıllık duruşma deneyimime dayanarak söylüyorum.
Peki barikatları aştığınızda ne oluyor? “İçeri girebilmiş olan” gazeteci, sanık yakını ya da sivil toplum temsilcisi “Siz kavga ettiğiniz için bizi bile içeri almayabilirler” diyor.
Bakın, işte can acıtan budur. Bir gazeteciyi, haber yapmak adına ağlatan budur.
Hayatında bir (1) gün adliyeye gelmiş bir kişinin, kendi “alanını” korumak adına tüm haber alma hakkını çöpe atmasıdır.
Hakkı ihlal edilenenin kendisi hak talep edeni yalnız bıraktığında bu can acıtıyor.
Bunun sonucu ise yine elinde “minik” iktidarlarını tutanlara yarıyor. Bu kavgadan bir iki saat sonra o gazeteci iteleyen “güvenlik görevlisi” bu sefer tümüyle serbest ve hak olan adliye koridorunda -duruşma salonu değil- röportaj yapmayı “yassaklıyor”, yine o “Savcılıktan aldığı görünmez güç ile”.