"Hâlâ toplumsal olarak, evrensel bir anlayış var, erkeklerin kontrollerini kaybetmeleri anlayışla karşılanıyor. Önce bu kabulü ve anlayışı kaldırmamız gerekiyor" diyen Bollain, filmleriyle mesaj vermeye değil insanları muhasebe yapmaya zorladığını söylüyor.
Bir sözünüzü okudum gazetede, "bir insan sevdiğim dediği kadına, evim dediği yerde neden dayak atar," diyorsunuz. Sizce neden dayak atar?
Zor bir soru bu... Aşkın anlamı net bir şekilde tanımlanamaz. Bulunduğumuz kültür karmakarışık değerlere sahip olmamızı da getiriyor. Erkeklerin de kadınlar üzerinde onları mülk gibi görme ve onların ilerlemesini istememe gibi bir durumu olabiliyor.
İspanya'da bir cinayet işlendiği zaman, erkek ya intihar eder, ya da polise haber verir bekler, erkekler genellikle şiddeti herhangi bir kişiye karşı kullanmıyor, eşlerine karşı kullanıyorlar. Bana ait olmayacaksan, başkasına da ait olamayacaksın gibi bir şey oluyor. Aşk karışık bir duygudur, ve insanların bunu yorumlayışları değişik olabiliyor bazen.
Filme karar vermenizi sağlayan şey bu temelde bir fikir miydi?
Son 10 senede İspanya'da, genel toplumda kadınlar bu konuya uyandılar artık. Şiddet, gizlenen bir konu değil bu artık. Konuşuluyor. Konuşmaya ve bu açıklamaya rağmen hâlâ bunların sebebi konuşulmuyor.
Olayların buralara, cinayete gelmesine sebep olan şeyler tartışılmıyor. Genel anlayış her yerde şudur. Kadın dayağa maruz kalıyorsa hak etmiştir. Ve niye terk etmiyor? Demek ki keyif alıyor. Ben de bunların sebeplerini araştırmak için bu filmi yaptım.
Belli bir olay var mı filme yönelten sizi?
Bir tıp kitabında kadınların terk etmeme sebeplerini okumuştum. Ekonomik sebep ve başka sebepler anlatılıyordu. Ama bir sebep vardı ki, o çok önemliydi. Kadınlar hep bu olaylar değişecek umuduyla terk etmiyorlardı o adamları. Umut bittiği zaman kadınlar terk ediyor.
Uzmanlar böyle diyor. Kadınlar, ilk aşık olduğu andaki adamın geri geleceğini sanıp bekliyor. Bu orta sınıf, tipik bir tepki mesela. Amerika'da da dört kadından biri şiddete maruz kalıyor. Çünkü şiddete tek sebep yoksulluk değil. Ekonomik seviyesi iyi olan aile ve ülkelerde de şiddet çok yaygın.
İstatistiklerde de gelir seviyesi yüksek kesimler arasında da şiddetin olduğunu görüyoruz...
Zenginler ve okumuşlar genellikle böyle şeyleri gidip psikiyatrlara anlatıyor. Ama yoksullar devletin sosyal danışmanlık merkezlerine anlatıyor. Bu da istatistiklerde yoksulların daha çok şiddet gördüğü yanılsamasını yaratıyor bence.
Filmde bir mesaj var mı? Kadınlara ya da erkeklere?
Açık önerileri sevmiyorum. Ben insanları muhasebe yapmaya zorluyorum. İzleyenlere, hem kadınların, hem erkeklerin dünyasına girip sorgulama şansı yaratmaya çalıştım. Erkekler açısından korku, şiddet, eşini kaybetme hissi...
Evrensel hisler bunlar.
Seyirci bunların hepsiyle bağ kurabilir. Kadının teslimiyeti ve kabullenmesi de kadın izleyicilere bir muhasebe yapma imkânı veriyor. Aşkta kendini teslim hali vardır. Filmin adı da buradan geliyor. Her şeyini teslim etme. Filmdeki kızkardeş de toplumdaki örneklerden biri. Terk et diyor hep. Ama bu o kadar kolay olmuyor. Bir hedefim vardı, en önemlisi, kadının ne kadar zor durumda olduğunu anlatmak istedim. Ve kolay olmadığını bırakmanın.
Siz ne düşünüyorsunuz şiddet hakkında? Çünkü şiddet sadece dayak değildir, ses yükseltme ve para vermeme de, ensest de şiddettir? Sizce nedir bunun çözümü? Eğitim mi? Sığınmaevi mi?
Sığınmaevi en uç örnekler için çözüm. Ailesi olmayan, kimsesiz bir kadın için çözüm olabilir ama, doğrusu şiddeti uygulayan erkeğin evi terk etmesi bence. Bazı ülkelerde polis şiddet uygulayan erkeği evden uzaklaştırıyor. Bunların hepsi geçici ve kısa vadeli çözümler. Bence asıl olarak değer yargılarının değişmesi gerekir.
Öncelikle şiddetin hiçbir bahanesi olamayacağına inanmamız gerekiyor. Bütün varolan değer yargılarının yıkılması gerekir. Ne olursa olsun, tamamen bir insanın özgürlüğünü yok edemezsiniz. Şiddetin dereceleri vardır. "Sen bir işe yaramıyorsun" demek de şiddettir.
Hâlâ toplumsal olarak, evrensel bir anlayış var, erkeklerin kontrollerini kaybetmeleri anlayışla karşılanıyor. Önce bu kabulü ve anlayışı kaldırmamız gerekiyor. Sonra da değer yargılarını değiştirmemiz gerekiyor.
İspanya ilginç bir yer, bir yandan yasada erkeklere evişi yapma zorunluluğu getiriliyor. Bir yandan da kadına yönelik şiddet çok yaygın. Bu çelişkili durumla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Kadınlar için en zor savaş evin içinde olan zaten. Son otuz sene içinde İspanya'da kadınlar iş dünyasına daha yoğun katılıyor. Ama ev içindeki işbölümü hiç değişmedi. Yardım ederse şanslısın. Gerçi bu yardım kelimesinden hoşlanmıyorum, çünkü o zaman o işin asıl benim işim olduğunu kabul etmiş olurum.
Geçen hafta bir röportaj okudum; ünlü ve aydın bir İspanyol aktör başlıkta diyordu ki, "baba olduğum için evde eşime yardım ediyorum." Düşünebiliyor musunuz benim, "anne olduğum için eşime yardım ediyorum," dediğimi. Ve o aktör bunu gurur duyarak söylüyor... Bir devrim yapmamız lazım bizim.
İspanya'daki kadın hareketi ne durumda?
Eskisi gibi değil ama, birçok şey değişti artık. Sizin bahsettiğiniz yasa mesela, sadece bir bölgeye ait bir yasa. Ama genel olarak yeni hükümet, aile içi şiddete karşı bir bölüm kurdu.
Avrupa'da bu tür bir bölümün olduğu tek ülke. Bu iyi bir durum İspanya açısından.
Filminize feministlerin ilgisi ne oldu?
Merak ediyordum reaksiyonlarını. Çok iyi tepkiler ve olumlu eleştiriler aldım. Filmim hedefine ulaştı. Filmin başarısında bence erkeği de anlatmam etkili oldu.
Kadınlar varolan sistem içerisinde mağdurlar. Erkekler de bu sistemin verdiği rolü oynamak zorundalar...
Filmin zorluğu ve benim anlatmak istediğim de buydu. Erkekleri maço kültüre kurban veren, kadınları da mağdur eden, ezen bir sistem bu.