2 Aralık’tan bu yana sokağa çıkma yasağı ilan edilen Sur'a bir ay sonra girdik. Yasağın kaldırıldığı Gazi Caddesi eski neşesinden, kalabalığından arınmıştı.
Girişte polislerin yaptığı aramadan geçtikten sonra cadde boyunca kurulan siperlerin arkasındaki polis görüntüsü savaş fotoğraflarını aratmıyordu.
Defalarca geldiğim oturup kahve içtiğim Hasan Paşa Hanı’nda bu kez ellerinde uzun namlulu silahlarıyla polisler karşılıyor girenleri.
Yasak kalkalı henüz dört gün olan karlar altındaki Han’da sadece iki dükkan açık. Gümüş satan dükkana giriyoruz. Derin bir sessizlik bu savaşta her şey normal taklidi yapıyoruz. Etrafımız polis dolu. Sessizliği kırıp sohbete başlıyoruz.
‘işler nasıl?’ diye soruyorum. Dükkan sahibi ‘kimse gelmiyor, sadece sabit müşterilerimiz uğruyor’ diyor. Diğer esnaf arkadaşını yalnız bırakmak istemediği için geldiğini ekliyor. Sohbet ilerleyemiyor. Herkes tedirgin. Herkes için konuşmak bir sürü soru işaretleriyle dolu.
Çıkıp Ulucami meydanında çay içmeye karar veriyoruz. Meydanda oturan bir kalabalık var. Ancak her an her şey olma ihtimali içinde çaylar yudumlanıyor. Her yer özel timlerle çevrilmiş. Daha çaylarımız gelmeden bir patlama sesi duyuluyor. Ardından son hızla geçen ambulanslar, akrepler Gazi caddesinde ilerliyor.
Herkes her an sandalyesinden fırlayıp koşarak uzaklaşacakmış gibi yerinde oturuyor. Sesler devam ediyor patlama sesleri, silah sesleri ve ambulans sesleri arasında oturup neler olduğunun tahmini sohbetlerin konusu oluyor. Öğle namazının ardından cemaatin dağılmasıyla çaycı da sandalyelerini toplamaya başlıyor.
Biz de Sur’un mahallerinden biri olan İskender Paşa’ya doğru yola koyuluyoruz. Bir sürü küçük ara sokaktan geçiyoruz. Kadınlar, çocuklar, erkekler sokaklarda ama herkes birbirine uzun bakıp hızlı hızlı yürüyor.
İskender Paşa mahalle meclisine varıyoruz. Bir ateş yakılmış etrafında ısınmaya çalışan küçük çocuklar koşturuyor. Silah seslerinin gölgesinde hala yüzlerindeki kocaman gülümsemeleriyle etrafta koşturuyorlar.
İskender Paşa Mahallesi sakinleri yasakları protesto etmek için nöbet tutuyorlar. 36 yaşında marangozluk yapan bir mahalle sakiniyle konuşuyoruz. Hemen bir çırpıda hızlı hızlı anlatmaya başlıyor:
“Bak halimizi görüyorsun elektrik yok, su yok, erzakımızda azalıyor. Benim üç tane çocuğum var. Bu savaşın içinde yaşamaya çalışıyoruz. Çocuklarımız çok korkuyor, psikolojileri bozuluyor. Benim çocuklarım patlama seslerini duyunca ‘Baba bu neyin sesi, ne zaman bitecek?’ diye soruyor. Roket atılıyor evlerimize doğru. Biz de bitecek deyip onları sakinleştirmeye çalışıyoruz. Sokaklarımızda keskin nişancılar var. Evden dışarı çıkınca başımızı eğerek koşuyoruz. Buradan sesimizi duyan herkese sesleniyorum.
"Burada yaşananlar insanlık dışıdır. Cenazelerimiz sokaklarda bekliyor alamıyoruz. Herkes ölümle burun buruna yaşıyor burada. Yemeğimiz yok, soğukta oturuyoruz. Biz de kendi dilimizde kültürümüzde insan gibi yaşamak istiyoruz. Bunu isteyince karşılığı bu olacak. Biz size çok uzak değiliz, burası Suriye, Filistin değil sizin hemen yanı başınızda.”
Bu haberi yazarken İskender Paşa mahallesinde bir kadının daha hayatını kaybettiğini öğreniyorum. Küçük Aktar sokaktaki evinde oturan Melek Alp Aydıncı tanktan atılan topla bugün artık aramızda değil. Belki de daha dün Melek’le aynı sokaktan yürüdük. Şimdi Melek yok artık. İçimi derin bir hüzün kaplıyor.
Sur’un bir diğer mahallesi Lalebey’e geldiğimizde de durum hiç de farklı değil. Yine silah sesleri arasından Sur’un küçük dar sokaklarında ilerliyoruz. Mahalle sakinlerinin ikram ettiği çayı yudumlarken hepsi her bir ağızdan Sur’dan ayrılmayacaklarını söylüyorlar. Çoğu 20 yıldır bu mahallede yaşıyor. Başka bir yerde yaşamayı bilmediklerini ve istemediklerini söylüyor. 20 senedir Lalebey’de oturanlardan biri olan 50 yaşında bir anne söze giriyor:
“Yeter, yeter artık biz barış istiyoruz. Polisler çıksın artık bizim mahallemizden. Ne istiyorlar bizden? Cenazelerimiz yerde, çocuklarımız sokakta. Erdoğan gelsin buraya, Davutoğlu gelsin, onların çocukları gelsin. Bizim halimizi görsünler, neler yaşadığımızı görsünler. Burada kadınlar, çocuklar, gençler ölüyor. Burası bizim biz gitmeyeceğiz hiçbir yere.”
Başka bir annenin gözleri doluyor ve bir anda gözlerinde yaşlar sel oluyor. Hiç Türkçe bilmiyor, benim anlayıp anlamayacağımı düşünmeden anlatmaya başlıyor.
“Barış istiyorum, barış gelsin artık. Asker de, polis de, hendeklerdeki gençler de hepsi bizim. Benim hepsi için içim yanıyor. Hepsini bir ana doğurmuş. Bizim içimiz yanıyor ve hiç soğumuyor. Benim oğlum 20 yaşında görsen çok yakışıklı, uzun boylu şimdi hendeklerin arkasında dört gündür haber alamıyorum.
"Yazık değil mi bize? Ben 20 sene önce köyüm yakıldığı için göç etmek zorunda kaldım. Sur’a taşındım. Oğlum daha yeni doğmuştu. 20 sene geçti ama biz hala aynı zulmü yaşıyoruz. Ben göç etmeyeceğim bu sefer. Burada kalacağım. Bir kızım var o da Silvan’da oturuyor. Artık hangisine üzüleyim, hangisi için endişeleneyim bilmiyorum. Barış istiyorum”
Şu anda Sur'dan patlama ve çatışma sesleri geliyor. Ne söylenirse eksik kalacak gibi dün İskenderpaşa sokaklarında silah seslerinin içinde yaşamaya çalışan halk şu anda ölümle yaşam arasında mücadele veriyor.
Sur halkı onurlu bir barışla geleceğe umutla bakmak istiyor. Yaşanan bu derin acıların yaralarını ancak bu onurlu barış saracak (EK/EKN)
* Fotoğraflar: Evrim Kurdoğlu