Ayşegül Devecioğlu'nun Metis Yayınları'ndan çıkan "Kuş Diline Öykünen" isimli kitabı 12 Eylül'den bir kaç yıl sonrasına, o dönemdeki ağır yalnızlığa dair. Ama fonda 12 Eylül öncesinin de izleri görüntüleri var.
Gülay'ı bir yerlerden tanıyor gibiyim. Onun ağır yalnızlığını, yabancılığını sanki ben de yaşadım. Galiba ben de on binlerce Gülay'dan biriyim. Yavuz'u, İbrahim'i, Hasan ustayı ve diğerlerini de yakından tanıyorum.
Ayşegül Devecioğlu'nun bir gecede adeta yutarak bitirdiğim kitabında önce bunları hissettim. Bir dönem film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Geçti ama gidemedi, bir daha geçti, bir daha geçti. Hayır, bu kez "Ne günlerdi onlar," gülümsemesiyle değil, düşünerek, mahzunlaşarak, sorgulayarak geçti.
Kuş Diline Öykünen, 12 Eylül süreciyle tanışmış, o döneme yetişememiş ama o dönemi öğrenmeye çalışan herkesin bütünleşerek okuyacağı bir kitap. Ama en önemlisi, keşke o süreci yok sayan ya da başka bir gözlükle bakanlar da okusa.
Kitap aslında 12 Eylül'den bir kaç yıl sonrasına dair. Ama 12 Eylül öncesinin de izleri, görüntüleri var. Aradaki kısacık zamana rağmen Gülay'a o ağır yalnızlığı ve yabancılığı yaşatan acımasız değişim, beni de yalnızlaştırıyor.
Birkaç yıl öncesinde en ücra köşesine kadar kıpırdanan bu toprağın, yabancı suskun, lanetli bir taş parçasına dönüşüvermesi, birkaç yıl önce, bu denli haklı ve kabul edilebilir olan şeyin, şimdi tüm haklılığını, hatta masumiyetini yitirişi benim de canımı acıtıyor.
Birkaç yıl önce çocuklarını faşistlere karşı nöbete uğurlayan anne babaların, devrimci marşların söylendiği düğünlerin ve en beteri yoldaşların, arkadaşların ve sanki topyekün bütün dünyanın değişmesi bir bir gözlerimin önünden geçiyor.
Gülay'la birlikte Yavuz'un yalnızlığını ve çaresizliğini, Sevim'in hırçınlığını, Hasan Usta'nın hala sapasağlam durmasını, İbrahim'in haklılığını yeniden o yıllara dönerek hatırlıyorum. Aslında ben bu insanları tanıyorum galiba. Belki de bu kitabı daha önce okumuştum.
"O kadar iyiliği bir arada görmemiştim"
İbrahim diyor ki; "Ben hiçbir zaman o kadar iyiliği bir arada görmemiştim. İyi insanlar demek istemiyorum. İnsanların en iyi halleri, sanki saklanıp, gizlendikleri kuytulardan çıkmış, ortada sallanıyorlar; kucaklaşmak, bütünleşmek, büyümek, gelişmek istiyorlar. Benim gözüm kamaşmıştı bu güzellikten, çünkü mümkün olabileceğini hissetmiştim. Önümde dünyanın en benzersiz çiçeği açıyordu."
Sonra, her şeyi var eden, besleyen, canlandıran şey, dev bir med-cezir dalgası gibi çekilmişti. Kumsalda yalnızca onlar kalmıştı. Güneşin altında kavrulan, çaresizce birilerinin toplayıp götürmesini bekleyen kabuklu deniz hayvanları gibiydiler şimdi; deniz ulaşılamayacak kadar uzaktı.
İbrahim hücresinde denizi görüyordu. Bir gün ona ulaşacağını biliyordu. Boşuna ölmeyecekti!
Yavuz ölürken İbrahim'i düşündü. Onun kendisini görmesini istedi. Ölüm fikri şimdi hiç korkutmuyordu onu. Hatta kolay bile gelmeye başlamıştı. Uzun bir yorgunluğun sona ermesi gibi. Ölümü düşünmek, ölümden zordur diyenler haklıydı.
Ne çok insan, ne kıymetli insanlar, özgürlük, eşitlik, kardeşlik uğruna ölüme gitmişti. İnançtan, özgürlük tutkusundan, onurdan arınmış, insan hayatının bir önemi var mıydı? Boş bir kabuktan öte neydi? Bir an durdu, sonra slogan atarak polislere doğru ateş etmeye başladı. Polisler yaylım ateşi açtıklarında hemen vuruldu.
İnanç, mucize ve Devrim
Yavuz ölmeden önce Gülay'ın sözlerini düşünmüştü. Gülay belki de yaşadıklarını tanımlayarak "Masallardan hoşlanırım; çünkü masallar, mucizeyi ve inancı anlatır," demişti.
Gülay, yıllarca adını söyleyemedikleri, "Çocuk" diye söz ettikleri yeğenine parkta, onca insan içinde bağırarak seslendi. "Devrim."Yetmedi, bir daha seslendi; "Devrim." Gülay hala masalları seviyordu.
Herkese...
Ayşegül Devecioğlu'nun Behçet'e, Soner'e, Ali Fuat'a, Aydın'a, Ahmet'e, İbrahim Levent'e, Necdet'e, Zekeriya'ya, Gökalp'e... Hepsine... diye başlayarak yazdığı kitabı okuyun derim.
(FK/NM)
Ayşegül Devecioğlu, Kuş Diline Öykünen, kapak tasarımı: Ali Fuat Devecioğlu, Metis Yayınları, 2004, İstanbul, 290 s.