Siyaset Bilimci Prof. Dr. Binnaz Toprak’la akademisyenlerin tutuklanmasını, ifade özgürlüğü önündeki engelleri, Türkiye’de demokrasinin geldiği noktayı, arka arkaya yaşanan bombalı saldırıları, Kürt sorununu ve toplumdaki kutuplaşmayı konuştuk.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının demokrasiyi sadece aldığı oy oranı olarak algıladığını, bunun adının demokrasi değil “illiberal demokrasi” olduğunu söyleyen Toprak, yüzde 50’nin artık nefes alamaz hale geldiğini ifade ediyor.
Daha önce “modern”lerin endişeli olduğunu dile getiren Toprak, artık endişenin yerini paniğin aldığını belirtiyor ve ekliyor:
Bizim bir an önce demokrasimizi güçlendirip, AB hedeflerine yeniden geri dönüp, bahaneleri bırakıp, kendi içimizde farklılıklarımızla birlikte bütünlüğü ve barışı nasıl sağlarız, kutuplaşmadan nasıl kurtuluruz, herkesin kendi kimliği ve fikirleri ile rahatça yaşayabileceği bir ülkeyi nasıl yaratırız, onu düşünmemiz lazım.”
“Erdoğan’ın sözleri sonrası akademisyenlerin tutuklanması kaygı verici”
Bildiri imzaladığı için üç akademisyenin tutuklanması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bizim yasalarımız zaten sorunlu. Buna rağmen Cumhurbaşkanı çıkıp "Bunlar yetmez. Eline silah alanla fikirlerini beyan edenler aynı kategoridedir" diye görüş bildiriyor.
Erdoğan’ın bu görüşü bildirmesinin hemen ertesinde akademisyenlerin tutuklanması gerçekten kaygı verici.
Türkiye'de yıllardır insanlar düşünce özgürlüğü için mücadele veriyor. Zamanında İslami çevrelerin düşünce özgürlüğü için de bu mücadele verildi. Sınıf meselesiyle ilgili 141.-142. maddeler, din meselesiyle ilgili 163. madde kalksın diye pek çok kişi askeri vesayetin çok güçlü olduğu dönemlerde bile mücadele etti. Bunun için bedel ödeyenler oldu.
Bugün geldiğimiz noktada, aynen o dönemlerde olduğu gibi, bir takım politikaları eleştirenlere “vatan haini” deniyor, insanlar tutuklanıyor, hapse atılıyor, toplantı ve gösteri hakları ellerinden alınıyor. Bu kabul edilemez.
Türkiye'nin sorunlarını düşünce özgürlüğünü sağlamadan halledemeyiz. Farklı düşüncelerin, eleştirinin olmadığı ülkeler bir adım öteye gidemez.
Ülkemiz bilim alanında, yaratıcılıkta, yeni teknolojiler üretmede neden geride diye devamlı soruyoruz. Düşüncenin suç sayıldığı bu ortamda olamaz ki. Bu sadece AKP döneminde değil, daha önce de böyleydi. Bunun artık sonlandırılması lazım.
Türkiye sürekli olarak güvenlik adı altında düşünceyi kısıtladığı sürece biz gerçekten bir yere varamayız.
“Türkiye’deki sistemin adı illeberal demokrasi”
Erdoğan “terör” ve “terörist” tanımının değişmesi gerektiğini söyledi... Akademisyenlerin, gazetecilerin, milletvekillerinin, sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin de elinde silah tutanlar gibi terörist olabileceğini belirtti…
Terör ve teröristin bütün dünyanın kabul ettiği bir tane tanımı var. Buna düşüncelerini ifade edenler eklenemez.
Ne oluyoruz, nereye gidiyoruz? Türkiye artık yaşanılmaz bir ülke oldu. Herkes gölgesinden korkar hale geldi. Bu şekilde devam edemeyiz.
Bu sisteme demokrasi de diyemeyiz. Zaten Türkiye'deki sistem uluslararası siyaset bilimciler tarafından ‘illeberal demokrasi’ olarak tanımlanıyor. Günümüzde sadece seçime indirgenmiş demokrasilere demokrasi falan denmiyor. Dolayısıyla AKP'nin ileri demokrasi iddiası hiç doğru bir iddia değil; ileri değil bilakis geriye gidiyor bizim demokrasimiz.
“Yüzde 50 nefes alamıyor”
Siz yanlış hatırlamıyorsam 2010'da modernlerin endişeli olduğunu söylemiştiniz. Modernleri bu dönemde nasıl tanımlıyorsunuz? Endişeli modernler artık panik modern mi olmaya başladı?
Evet, panik modern olmaya başladılar. Çevremdeki pek çok insan çocuklarının nasıl yurtdışına kaçabileceğinin hesabını yapıyor. Pek çok genç de öyle.
Sadece halkın yüzde 50'sine dayanarak diğer yüzde 50'yi dışlayan bir iktidar ile karşı karşıyayız. Bu kadar kutuplaşma olabilir mi?
Ankara katliamından ve buna benzer her olaydan sonra birlik beraberlik çağrıları yapılıyor. Ancak birlik ve beraberlik içinde olmamamız için de siyasetçiler ellerinden geleni yapıyorlar. O kadar keskin bir kutuplaşma var ki, artık AKP’li olmayan diğer yüzde 50 nefes alamaz hale geldi. O nedenle insanlar hakikaten panik.
Yeni bir Türkiye inşa etmek istiyorsak bizim demokrasimizi güçlendirmemiz lazım, barışı sağlamamız lazım, birarada yaşamayı öğrenmemiz lazım, kutuplaşmanın ortadan kalkması lazım. Bu şekilde giderse ‘Yeni Türkiye’ yaşanamayacak bir Türkiye haline gelecek.
“Derhal çözüm masası…”
7 Haziran sonrası çok fazla saldırı yaşandı. Bu gibi saldırıların önüne siyaseten nasıl geçilebilir?
Artık kelimeler de yetmiyor. Gencecik insanlar ölüyor. Üzülmemek kahrolmamak elde değil. Bunun durması lazım.
Bunun durması için de çözüm masasına kesinlikle geri dönülmesi gerekiyor. Barış için tüm partilerin elini taşın altına sokması lazım.
Bu tür problemleri sadece Türkiye değil, pek çok ülke yaşadı. Hiç biri silah gücüyle bu tür hareketleri bastıramadı. Biz de 1980'lerden beri silahla bastırmayı deniyoruz ama olmadığını görüyoruz. Ordu bile zamanında "Biz elimizden geleni yaptık; bundan sonrası siyasilerin işi" dedi.
Hendekler, barikatlar, arabaların yakılması gibi eylemlere hiç bir devlet izin vermez. Ama bunları sadece ve sadece silahla bastırabileceğimizi düşünmek hayalden ibaret.
Dünyadaki tüm örneklerde sorunlar diyalogla, barış masasıyla, elinde silah olanları bile barış masalarına çağırarak çözüldü. Kuzey İrlanda buna örnektir. Sorunlar IRA liderleriyle konuşarak çözüldü. Geçenlerde kraliçe IRA'nın eski liderine madalya bile taktı.
Sivil halk, askerler, polisler... Bu kadar insanın ölmesi gerçekten korkunç bir durum. Şu an ortada pek çok platform var. İnsanlar biraraya gelerek ne yapabiliriz, çözüm yolu ne olabilir diye kafa yoruyor ama herkes ümitsiz, herkes bıkmış vaziyette.
Bütün bu ortamın başkanlık sistemiyle değişeceğini iddia etmek ise inanılacak gibi değil.
7 Haziran seçimlerinden sonra bu ülkenin ancak koalisyonla yönetilebileceğini söylemiştim. Keşke o zaman bir AKP-CHP koalisyonu kurulabilseydi. Partilerin birbirleriyle diyalog kurabilmeleri son derece önemli. HDP'nin 7 Haziran sonrası dışlanmaması, kriminalize edilmemesi gerekirdi. Ancak HDP’nin de önemli yanlışları oldu.
“HDP’nin Türkiye partisi olma arzusu desteklenmeliydi”
HDP'nin şu anki durumunu nasıl görüyorsunuz?
Hiç parlak görmüyorum. HDP terörle arasına mesafe koyamadı. Ama aynı zamanda oraya itildi de... HDP "Ben Türkiye partisi olmak istiyorum" dediğinde teşvik edilmesi lazımdı.
Dokunulmazlıklarının kaldırılması durumunda işlerin daha da sarpa saracağı kanaatindeyim. Bu terörün eline koz vermek olacak. Bilakis HDP'nin Meclis içinde kalması lazım.
“Demokrasi seçim demek değildir”
Daha önce de Türkiye'de ifade özgürlüğü, insan hakları konularında çok sıkıntılı dönemler yaşandı. Şimdi yaşadığımız bu dönemden nasıl çıkacağız? Bu gidişatı ne değiştirecek?
Her şeyden önce AKP'nin demokrasinin sadece seçim olmadığını anlaması lazım. Düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü, akademik özerklik, sivil toplum örgütlerinin siyasetteki rolü, yargının tam bağımsızlığı demokrasi tanımının içindedir. Adalet Bakanı'nın ve müsteşarının hakimler üzerinde etkin olduğu bir bağımsız yargı olamaz.
Hiç bir batı ülkesinde muhalefetin kaale alınmadığı, elinin tersiyle itildiği bir sistem yok. Parlamentolar bir ortak akıl oluşturmaya çalışır. Zaten anlamı da bu. Parlamento konuşmak anlamına gelen "Parle"den geliyor. Oyse AKP uzlaşma arayacağına oy sayısıyla her şeyi empoze edebileceğini zannediyor. Bu böyle gitmez.
“AB hedeflerine dönmemiz lazım”
Bu kutuplaşma da bir yere kadar siyasal iktidarın işine yarayabilir herhalde...
Tabii ki. Artık zaten kutuplaşma iktidarın da aleyhine bir noktaya geldi. Türkiye artık ateş hattı altında. Ekonomi bir yandan, işsizlik bir yandan, çatışmalar bir yandan, Ortadoğu bir yandan… Bizim bir an önce demokrasimizi güçlendirip AB hedeflerine yeniden geri dönmemiz lazım.
Etrafımız düşmanlarla çevrili, ABD onu yapıyor, Rusya bunu yapıyor gibi bahaneleri bırakıp, kendi içimizde farklılıklarımızla birlikte bütünlüğü ve barışı nasıl sağlarız, kutuplaşmadan nasıl kurtuluruz, herkesin kendi kimliği ve fikirleri ile rahatça yaşayabileceği bir ülkeyi nasıl yaratırız, onu düşünmemiz lazım. (EKN)
Binnaz Toprak hakkında1942 doğumlu New York Hunter Collage Siyaset Bilimi bölümünden mezun oldu. Doktorasını City University of New York Graduate Center’da yaptı. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünde göreve başladı. Aynı üniversitede doçent ve profesör oldu. Bölüm Başkanlığında; Fakülte Kurulu ve Yönetim Kurulu ile Üniversite Senatosu Üyeliklerinde bulundu. Koç ve Minnesota Üniversitelerinde misafir öğretim üyesi olarak görev yaptı. Bahçeşehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünde öğretim üyeliği ve Bölüm Başkanlığı görevlerini üstlendi. St. Olaf Collage’dan fahri doktora sahibi olan Toprak’ın beş kitabı yayınlandı. 12 Haziran 2011 seçimlerinde CHP’den İstanbul Milletvekili seçildi. |