Yaklaşık 180 kişilik ekip, son derece uyumlu bir şekilde çalışıyor, kuliste herkes birbirine yardım etmek için yarışıyordu. Ses kontrolü için sıramız geldiğinde sahnedeki yerimizi aldık. Şefimiz ilk nota için işaretini verdiğinde, ağzımdan "Yerevan" sözcüğü çıkamadı.
Öyle heyecanlanmıştım ki, sakinleşmek için bir kaç mezür derince nefes almam gerekti. Efes'in binlerce yıllık duvarlarında Ermenice bir şarkı ilk kez tınlıyordu.
Derken, bu mükemmel organizasyonu tek başına sırtlayan minik dev kadın sahneye geldi. Birkaç gün evvel burktuğu ayağı ile hafifçe topallayarak, bir kenara oturup öylece bizi dinledi. Gözleri ışıl ışıldı.
"Bu yeni bir şey değil ki, biz binlerce yıldır zaten birlikte şarkı söylüyoruz" diyordu, yaptığı işin böylesine ses getirmesine şaşmış haliyle. Durmadan birileri ile kucaklaşıyor, kendisi ile bir fotoğraf karesine sığışmak isteyenlerin tekliflerini usanmadan yerine getiriyordu.
Öyle pozitif bir enerji saçıyordu ki etrafına, sabahın dokuzuna değin süren bu provada herkes canla başla, sanki daha yeni başlamışçasına çalışıyordu.
Türkü, Kürdü, Ermenisi, Rumu, Yahudisi, ayrı geçen, kaybedilen bunca zamana inat, sabaha kadar hasret gideriyor, tekrar kucaklaşıyordu adeta. Kim bilir bu hınzır minik kadın, belki de bu yüzden bilerek uzun tutmuştu prova saatlerini. Efes'te sabahlamak herkese nasip olmaz, hele böyle bir kardeşlik ortamında, böyle bir dev sanatçı ile beraber sabahlamak bir rüya gibi geliyordu bizlere...
Konserden daha fazlası
Konser saati gelip çattığında, Efes adeta Sezen'in hayranları tarafından işgal edilmişti. Binlerce kişi antik tiyatrodan içeriye giriyor, binlerce kişi, onların yerine tekrar kapılara dayanıyordu.
Derken yerlerini almış seyirciler o ünlü "Meksika dalga"sını yapmaya başladılar. Görülmeye değecek bir manzaraydı bu. Seyirci "lO.Yıl" ve "Dağ Başını Duman Almış" marşlarını söylerken adeta, "Bu şovda biz de varız, bugün çifte bayram" diyordu.
Çıkan bunca çatlak sese, bundan daha iyi bir cevap olabilir miydi? Kuliste rengarenk giysileri içerisinde Türkler, Kürtler, Ermeniler, Yahudiler ve Rumlar, o çokça küçümsenen ülke mozaiğini öyle güzel oluşturmuşlardı ki, burada bulunup da duygulanmamak mümkün değildi..
Ve nihayet konser saati geldi. Yerlerimizi alırken binlerce kişinin alkışı ve tezahüratı zaten dorukta olan heyecanımızı iyice arttırdı. "Yerevan"a başladığımızda seyirciler maalesef hala yerleşememiş, aşırı kalabalıktan ötürü ufak tefek sürtüşmeler olmaya başlamıştı.
Nitekim Sezen'in ilk şarkısından sonra hala oturamayan seyircilerin protestosuyla karşılaştık. Bu durum hem moralimizi, hem de performansımızı etkiledi. Ancak Sezen Aksu, yılların deneyimi ile öylesine rahattı ki; birkaç kelime ile seyircisinin kalbini almayı başardı.
Ancak hem yorgunluk, hem de DVD çekimleri için sesin yüzde 70'inin içeriye alınması özellikle koromuzun, o muhteşem performansının seyirciye ulaşmasına mani olmuştu.
Ama kimin umurundaydı ki? Konserin sonunda "Yeniliğe Doğru" adlı şarkıyı seslendirirken. Sezen Hanım bizleri, yani tüm sanatçıları sahneye davet etti. Ellerimizi kaldırarak binlerce kişi tek yürek olmuş bir şekilde hep beraber geleceği ve tüm Türkiye'yi selamladık.
Aspendos konseri tek kelime ile muhteşemdi. Gerçek bir şölendi. Konser günü sabahı yağmur yağmasına, ve Belek'ten yarım saat ötedeki Antalya'yı seller götürmesine rağmen hava öğleyin açtı. Böylelikle asık suratlarımız da aydınlanmış oldu.
Tüm ekip ve özellikle koromuzun 52 üyesi, rövanşı alma niyetindeydik. Hepimiz bu sefer daha deneyimli ve daha hazırlıklı olacaktık. Aspendos gerçek bir sanat harikasıydı. Efes'ten daha küçük olmasına rağmen daha iyi korunmuş ve konser akustiği açısından da Efes'ten çok daha elverişli bir konuma sahipti.
Kısa bir ses kontrolünden sonra, konser saatini sabırsızlıkla beklemeye başladık. Sahneye İzmir Senfoni Orkestrası'ndan sonra çıkarak yerimizi aldık. Ve nihayet konserin ilk parçası olan "Yerevan", koromuz tarafından seslendirilmeye başladı. Seyircinin duyduğu hayranlığı hissedebiliyordunuz. Parça bittiğinde bir alkış tufanı koptu. Şefimiz Sayın Adruşan Halacyan'ın gözlerinde büyük bir memnuniyet ve gurur ifadesi vardı...
Artık zamanı geldi
Konser devam ederken ben öylesine duygulanmış, öylesine kendimi bu anın büyüsüne kaptırmıştan ki, gözyaşlarımı tutamadım. Burada, bu nadide tarihi mekanda, belki de tarihte ilk defa kendimi diğer tüm kardeşlerimle gerçekten eşit, sevgi ve saygıya layık hissediyordum.
Utanmasam koşup şu Minik Serçe'nin boynuna sarılacaktım. Ama gerek yoktu, o, şarkıları ve kocaman yüreği ile hepimizi çoktan sarıp sarmalamıştı bile. Kimin ne söylediği, ne düşündüğü umurumuzda bile değildi. Sezen Hanım yıllar evvel anneannesinden aldığı öğüdü bize de aktarmıştı. Şöyle demiş Sezen'e anneannesi, "Onlar konuşsunlar sen boş ver, sen herkese yüreğinde bir yer ver..."
Yavaş yavaş artan ve şiddetle bastıran yağmura rağmen, sahnede kalmaya devam ederek konseri tamamladık. Yaptığımız işten öyle memnun kalmış, öyle mutlu olmuştuk ki, otelde Türk Musikisi gurubu Enderun'dan arkadaşlarla birlikte Türkiye şarkılarını seslendirmeye sabaha kadar devam ettik.
Bir rüya böylece nihayetlenip İstanbul'a döndüğümüzde pek tabii ki hüzünlüydük. Ancak bu geçici bir hüzündü. Eğer bir terslik olmaz da tehir veya iptal söz konusuu olmazsa, İstanbul'da en az iki konser daha vereceğiz. Bu muhteşem konseri gelip izlemenizi, daha doğrusu size ait olan yeri almanızı şiddetle tavsiye ederim. Biliyorsunuz hepimiz uzun zamandır suskunduk. Ama artık şarkı söylemek lazım, hem de avaz avaz... (MA/NH)