Tedavisi olmayan çeşitli hastalıklar için “alternatif uygulamalar” her zaman yapılmıştır. Bunların bazılarının olumlu sonuçlar da verebilir. Çünkü “inanç” direnci yükselten unsurlardan birisidir.
Ama şimdilerde “sunulan sağlık sistemindeki sıkıntıların da katkısıyla” tanı ve tedaviye erişilemeyen ya da yararlanılamayan durumlarda “alternatif yöntemler” daha sık kullanılıyor. Bunda o yöntemlerin ve yöntemlerde kullanılan araç ya da nesnelerin yarattığı “piyasa” önemli rol oynuyor. Çünkü herkesin “satacak” bir şeyleri var.
Özellikle “bitki”ler hemen her zaman baş rolde. Gün geçmiyor ki kayısı, domates, incir, üzüm, kiraz, kereviz, mantar gibi “falan” bitkinin ya da ağacın tohumu, kökü, dalı, kabuğu, meyvesi, çekirdeği, yaprağı, kısacası herhangi bir ot, bitki ya da meyvenin tıbbi mucizeleri ortaya çıkmasın.
Sıklıkla bu tıbbi mucizelerin kanser, kalp damar hastalıkları, şişmanlık ve estetik güzellik gibi sık rastlanan, tanı ve tedavisi pahalı olan durumlarla ilgili olması da son derece dikkât çekici.
Çünkü sık karşılaşılan sorunlar olmasa bir maddi değeri olmayacaktır. Bu nedenle günümüzde mucize etkisi olmayan herhangi bir ot, yeşillik ya da meyve yok gibi. Yiyin yiyebildiğiniz kadar!
* * *
Bu haberler “kafadan atılarak” yazılmıyor. Sıklıkla haberlerin kaynağında, “bilim insanları” bulunuyor. Genellikle onlar “medyayı” çağırıyor, ya da medyaya çıkmak için özel çaba harcıyorlar.
Bilim insanlarının toplumun sorunlarıyla ilgilenmesi, bu konularda araştırma yapması, çeşitli çözümler üretmesi, işbirliğinde bulunması hem gerekli, hem güzel, hem de onların zaten görevlerinin bir gereği.
Ama günümüzde bilimin de “ticaret” ve “piyasa”nın nesnelerinden biri haline geldiği asla unutulmamalı.
“Ticaret ve piyasa” daha çok kazanmak için “yalan” söyleyebilir, “yalan”a aracılık edebilir, ama bir “dayatma” ya da “zorunluluk” söz konusu olmadığı sürece bunlar “meşru” görülebilir. Sonuç olarak “yalan”ı ya da “kandırıldığınızı” fark ederseniz almayabilirsiniz.
* * *
Tıpkı “ticaret ve piyasa” gibi, “ideoloji”ler de, hatta “din ve inanç sistemleri” de yalan söyleyebilir. “Sanat” ise zaten doğası gereği gerçeği ve doğruyu başka biçimde söylemek durumundadır. Ama iki kesim vardır ki onlar zaman zaman “yanlış” söylese de asla “yalan” söylememelidir.
Bunların ilki “bilim”, ikincisi de “medya”dır. Bunlar “kazanmanın” söz konusu olduğu yerde bile “yalan”lara ne kaynaklık, ne de aracılık etmemelidir.
Bu ikisinin “yalan söylediği ya da aracılık ettiği” yerlerde artık bir “toplum” yaşamından söz etmek olanaksızdır. Böyle yerlerde insanlar bir arada yaşayamazlar, çünkü birbirlerine güvenleri kalmaz. Dahası “bilim” de “medya” da ortadan kalkar.
Dolayısıyla bu iki kesimin “işbirliği yaptığı” her yerde “yalanın olmaması” için azami özen gösterilmelidir.
* * *
Bir araştırmanın söylediğinin ne zaman, hangi koşulda, hangi kapsam içinde, kimin için “doğru” olduğunu, bunun insan ve toplum için anlamını ortaya koyan ölçütler mutlaka belirlenmeli, “olası yalan ve yanlışları”n fark edilmesini sağlayacak “kurallar, kontrol sistemleri, ölçü ve ölçekler ve rehberler” ortaya konulmalıdır.
Kuşkusuz bunu yapacak olanlar “bilim” çevreleri ve onların “örgütleri ve kurumları”dır. Hem de bu “medyayı yalanın sorumlusu” ilan etmeden önce yapılmalıdır.(MS/EÜ)