Çok zaman, bu 'mecazi tribünler' için, gazeteler, kışkırtıcı başlıklar atar. 'Kanaat önderleri', köşelerinde, o andaki sorun neyse onu daha serinkanlı inceleyen makaleler yazarlar, olay dengelenir.
Bu sefer köşecilerin bazıları da manşetlerle aynı havaya girmiş gibi.
Bu ülkede en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, şu soruna falan çözüm, bu konuda filan formül değil, sorun neyse, konu hangi konuysa, onu sükûnetle ve akılcı bir yöntemle tartışma alışkanlığıdır. Bu hâlâ yok, çünkü onu herkesten önce yerleştirmeye çalışması gerekenler, herkesten sorumsuz davranıyor, sorumsuz davranmayı mesleklerinin gereği gibi anlıyorlar.
Bildiride söylenenlerin bir kısmı ya da hatta tamamı size aykırı gelebilir (şahsen bana aykırı gelenler var); yayımlanmasının zamanlaması ve biçimi yanlış gelebilir (bana geliyor); ama metnin altındaki imzalara bir bakın. Bu konuyu aklı başında bir biçimde onlarla konuşamayacak, tartışamayacaksak, kiminle konuşacağız? 'Tanrım bize başka Kürtler yarat!' mı diyeceğiz? Ama şu iki gün içinde, medyanın yaratmayı başardığı ideolojik atmosferde, bunların 'Türkiye düşmanı', 'ayrılıkçı', daha her neyse, en azından 'oyuna getirilmiş' ve dolayısıyla 'güvenilmez' kişiler olduğu izlenimi verildi, yayıldı.
Bu ülkede bir 'Kürt sorunu' var mı, yok mu? Daha bu soruya gelemeden, 'Bu ülkede Kürt var mı?' diye soramadığımız aşamalardan geçerek bugünleri bulduk. Demek o 12 Eylül politikaları da 'Kürt sorunu yoktur' tavrının ayakta durabilmesini sağlamadı.
Kürt sorunu varsa, bunu nasıl çözeceğiz? Karşılıklı vuruşarak çözemedik; şu son PKK episodunda da. Ama tabii onun da uzun 'evveliyatı' var. Peki, öyleyse aramızda konuşarak, anlaşarak çözeceğiz.
Ama bu konuda ciddi bir adım atıldığını görmüş değilim. Çeşitli kereler de bunun iyi bir gidiş olmadığını yazdım. 'Yokmuş gibi yapmak' çözüm değil, böyle yapmakla konjonktürün getirdiği yumuşamayı için için kemiriyoruz, zaman kaybediyoruz. Oysa zaten bugüne kadar olmuş olanlar, hızla onarılması gereken bir tahribat yaratmış durumda.
Vuruşarak çözmekten vazgeçtik; ama konuşarak çözmek yolunda da adım atmadık. Ne olacak? Çözüm bekleyenler, bunun uluslararası kanaldan gelmesini sağlamaya çalışacaklar.
İlan-bildiri de bu zemin seçiminin ortaya çıkardığı bir yöntem. Şüphesiz, o zeminin seçilmesinin kapı araladığı etkilerin de içine doluştuğu bir şey. Kaynağının Fransa olması da herhalde pek rastlantı sayılmaz.
Ama bunun olmasını istemiyorsak, biz kendimiz başka türlü davranmayı öğrenmeliyiz. Bu konuda da, başka konularda da.
Bir düzeltme: Geçen gün, Orhan Burian'ın kitabının yayımlanması sevinciyle, gene Vedat Günyol'un çalışmasıyla, bu yazıların kitap haline Cem Yayınları'nda getirildiğini unutmuşum. Başka şeyler düşünürken tuhaf bir otomatik hareketle bir kitap rafına yürüdüm ve Burian'ın Cem'den çıkmış kitabını önümde gördüm. İnsan belleği bir muamma!