bianet editörleri, yazarları ve dostları her biamag günü izledikleri filmleri, okurlarıyla paylaşıyor. Yani "Biz izledik, beğendik, izlemediyseniz izleyin; izlediyseniz belki yeniden izlersiniz" diyorlar...
Kurt
(El Lobo, 2004)
Yön: Miguel Courtois
Oyn: Eduardo Noriega, José Coronado, Mélanie Doutey
Filmin dili İspanyolca ama Türkiye’de yaşayan, yaşı 30’larda olan hiç kimseye yabancı gelmeyecek bir konusu var.
Tabii izlerken bir yandan da filmin İspanya devletine ters düşmeyecek şekilde kurgulandığını ve kara propaganda içerebileceğini de akılda tutmak gerekli.
Konuya gelince: “Kurt” lakaplı ajan Mikel Lejarza, 1970′lerde ETA’ya sızar… (Ayça Söylemez)
Piyanist
(La pianiste, 2001)
Yön: Michael Haneke
Oyn: Isabelle Huppert, Annie Girardot, Benoît Magimel
Elfriede Jelinek’in romanından uyarlanan film, annesiyle yaşayan, orta yaşlı, katı, asosyal, bastırılmış bir piyano öğretmeni olan Erika Kohut’ün psikolojisini ve yaşamını işliyor. Öğretmenin rutini Walter Klemmer adlı bir genç adamın hayatına girmesiyle değişiyor. Ünlü yönetmen Haneke’nin Cannes büyük ödüllü bu filmi çok ilginç karakterleri inceliyor ve epey cüretkar sahnelere yer veriyor. (Pınar Umman)
Indiana Jones Üçlemesi
Yön: Steven Spielberg
Oyn: Harrison Ford, Karen Allen, Sean Connery
Bir film, bir fikir, bir oyuncu "tutunca" hemen bunları bir seri haline getirip üçlemeler (hatta bazen dört, beş,altı bile olabiliyor) yaratmak Hollywood tarzı yaratıcılığın (ya da hinliğin mi desek acaba?) en güzel örneği. Bu seriler eğer baştan seri olarak planlanmamışsa tutmaması, ilk filmin her zaman diğerlerinden daha güzel, daha iyi olması da kuvvetle muhtemel. Baba, Alien, Jaws, Indiana Jones, Star Wars, Star Trek, Terminator, Die Hard, Matrix, Transformers gibi filmleri saysak ne demek istediğimiz daha anlaşılır olacaktır eminim. Bu zinciri kırabilen örnekler de mutlaka vardır ancak sadece gişe başarısına yönelen bu seriyi sürdürme hırsı genelde hüsranla, gişe de başarı yakalansa bile sinemasal anlamda başarısızlıkla sonuçlanıyor. Hem keyifli bir hafta sonu geçirmek, hem hâlâ izlemediyseniz tanışmak, hem de nostalji yaşamak isteyenler için bu hafta sonu Indian Jones serisini deneyebilirsiniz örneğin. Steven Spielberg & George Lucas işbirliğinin en güzel örneklerinden olan seri
Raiders of the Lost Ark (Kutsal Hazine Avcıları -1981), Indiana Jones and the Temple of Doom (Kamçılı Adam - 1984) Indiana Jones and the Last Crusade (Indiana Jones: Son Macera -1989) şeklinde sıralanıyor. Gencecik bir Harrison Ford, dönemin sınırlı teknik imkanlarıyla başarılan şeyler, hiç durmayan bir tempo, akıl almaz maceralar ve sürekli gülümsetecek mizah. Böyle bir seriden beklediğiniz her şey var yani.
Üçlemeden neredeyse 20 yıl sonra çekilen 4. film Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull (2008) içinse aynı şeyleri söylemek ne yazık ki mümkün değil. Aynı yönetmen, senarist ve aynı başrol oyuncusuna rağmen ne eski tadı bulmak ne de filme hayran kalmak çok olası değil. Yine de "nereden nereye" demek için, Harrison Ford'u yeniden Indiana olarak görebilmek için göz atılabilir. (Gözde Özen)
Der Wixxer
(2004)
Yön: Tobi Baumann
Oyn: Oliver Kalkofe, Bastian Pastewka, Tanja Wenzel
Adından anlaşılacağı üzere “Der Wixxer” bir Almanya yapımı. Oliver Kalkofe’nin senaryosu, yapıcısı da kendisi, başrolünden birini de oynuyor. Kalkofe, gazeteci, yazar, aktör, senarist; yani süper bir insan.
“Almanya’dan bir İngiliz komedisi nasıl yapılır” size anlamlı bir soru gibi geliyorsa, yanıtını öğrenmek için seyredin. Film bana sorarsanız kült statüsündedir. Kalkofe “Neues vom Wixxe”, “The Trixxer” adlı iki devam filmi yaptı. Soundtrack’i ise çok iyi. (Haluk Kalafat)
Ölesiye
(Damage)
Yön: Louis Malle
Oyn: Jeremy Irons, Juliette Binoche, Miranda Richardson
1992 yapımı film Malle'in etkileyici anlatımı kadar Irons'ın gözalıcı oyunculuğuyla da akıllarda kaldı. Binochet da o dönem 30'larında olmasına rağmen güçlü oyuncuların yanında nasıl gölgede kalınmayacağını gösteriyor. Her dönem keyifle izlenebilecek nitelikte bir film. (Yüce Yöney)