Haftanın editörlüğünü Hikmet Adal’ın üstlendiği bu sayıda soykırımın mimarisi, devlet paradigması, barış dili, hapishaneler, engelli hareketi, çocukların iç dünyası ve tarım-toprak mücadelesi aynı sayfalarda buluşuyor.
Çağatay Turan Yıldırım, Forensic Architecture’ın “Soykırımın Haritalandırılması: Ekim 2023’ten Bu Yana Gazze’de İsrail’in Tutumu” çalışmasını inceliyor. Taşları, yolları, binaları ve tarım alanlarını “tanık” kabul eden bu platformun, İsrail’in iki yıla yayılan soykırım pratiklerini zaman çizelgesi, olay arşivi, katmanlar ve desenler üzerinden nasıl görünür kıldığını; sosyal medya tanıklıklarının da bu haritaya nasıl işlendiğini anlatıyor.
Engin Okuducu, “Tarihi eşik ve devlet aklının paradigmasal çatışması” yazısında Türkiye’de devlet içindeki modernleşmeci çizgi ile güvenlikçi gelenek arasındaki uzun soluklu gerilimi, Kürt meselesi ve Ortadoğu’daki dönüşümler eşliğinde ele alıyor. Bahçeli’nin “cesareti” ile Erdoğan’ın “çekingenliğini” kişisel özellikler değil, devletin hangi paradigma etrafında yeniden şekilleneceğine dair tarihsel bir muhasebenin belirtileri olarak okuyor.
Burak Sarı, “Yüceltme, özneler ve sağlamcılık”ta engelliler ve aileleri etrafında kurulan “azim”, “kahramanlık” ve “mucize” anlatılarını sorguluyor. Kahramanlaştırmanın nasıl yapay kariyerler, öznelerle araya mesafe, ev içi emeğin görünmezliği ve çözümsüzlüğün kronikleşmesi anlamına geldiğini; hak temelli, anti-sağlamcı bir engelli hareketinin neden hayati olduğunu tartışıyor.
Işılay Embel ve Nur Kaya, Our Media projesi kapsamında gerçekleştirdikleri Prag çalışma ziyaretinden notlar aktarıyor. Orta Avrupa’da yükselen popülist tehditlere dair kaygıları, yanlış bilgiyle mücadele yöntemlerini ve Türkiyeli gazetecilerin otoriter rejim deneyimlerinin bu karşılaşmalarda nasıl yankı bulduğunu anlatıyorlar.
Şeyhmus Diken, “Silahı bırakın, siyaset yapın mı?” sorusunu Cumhuriyet gazetesinin “Teröristler siyasete girmek istiyor” manşeti üzerinden açıyor. PKK’nin fesih kararı ve “hukuksal düzenleme, demokratik inşa, özgürlük ve entegrasyon yasaları” talebini hatırlatarak, tüm yaşananlara rağmen ısrarla “barış” diyen Kürt siyasetinin karşısında konumlanan muhalif ulusalcı dilin çelişkilerini gösteriyor.
Yasemin Bektaş, “İçeridekiler, dışarıdakiler ve aramızdaki barikat” yazısında hafıza, barış ve hukuk arasındaki bağı takip ediyor. Cumartesi İnsanları’ndan Hrant’ın Arkadaşları’na, Gezi’den Aile Dayanışma Ağı’na uzanan hat boyunca, yargının araçsallaştığı bir düzende hem cezaevlerindeki hem de “dışarıdaki görünmez duvarlar” içindeki hayatları birlikte düşünmeye çağırıyor.
Murat Türker, Amsterdam’da gerçekleştirilen 38. IDFA’dan üç belgeseli merceğine alıyor: “Amílcar” ile Amílcar Cabral’ın anti-kolonyal mirasını; “Filler ve Sincaplar” ile İsviçre müzelerine Sri Lanka’dan götürülmüş eserlerin ve insan kalıntılarının iade mücadelesini; “Aralık” ile de Arjantin’in 2001 krizindeki çalkantılı dönemini işliyor.
Sinan Ok, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nü “göstermelik merhamet” eleştirisiyle ele alıyor. “Sevgi varsa engel yoktur” klişelerinden, erişilebilir olmayan kamusal alanlara ve sembolik sosyal medya mesajlarına uzanarak, sağlamcı ideolojinin hak temelli politikaların yerini nasıl aldığını ve gerçek sevginin ölçüsünün hangi somut adımlarla sınanması gerektiğini yazıyor.
Gönül Ekinci, BİA Çocuk Kitaplığı’nda bu hafta Anna Llenas’ın Nesin Yayınevi’nden çıkan “Boşluk” kitabını konuk ediyor. İçinde kocaman bir boşluk açılan Julia’nın hikâyesi üzerinden kayıp, yas, kabulleniş ve “dört bir yanı değil, kendi içini araştırma” çağrısını hem çocuklara hem yetişkinlere uzanan bir iyileşme anlatısı olarak paylaşıyor.
Diyar Saraçoğlu, “Dimitris Mitropanos: Halkın sesi ve Zeibekiko’nun ağır adımları”nda laiko’nun en sahici seslerinden birini anlatıyor. Mitropanos’u hem Yunan solunun hafızası hem de işçi mahallelerinin duygular sözlüğü olarak konumlandırıyor.
Özgür Erbaş, “Bu derdi yatarmatik çözer”de yargı krizini kara mizahla masaya yatırıyor. Her iktidara muhalifin yolu cezaevine düşecekse, bari sırayı da yapay zekâ versin diyerek “Yatarmatik” adlı hayali bir sistem tasarlıyor; cezaevi seçimini, mevsimini, taksitini yurttaşın kendisinin belirlediği bu absürt öneriyle hukukun siyasallaşmasına ironik bir ayna tutuyor.
Dicle Baştürk, “Tarlalarda mahsul yerine tiny house yetişiyor!” başlıklı dosyasında, hızla büyüyen tiny house ekonomisini ve yarattığı rantı inceliyor.
Cumartesi biamag’da buluşalım.
(HA)

