Haftanın editörlüğünü Ayşegül Başar üstlenirken; nefret söylemlerinden, bilginin gücüne, orman yangınlarından, çözüm sürecine kadar pek çok aktüel gündem ile belgesel ve film eleştirileri ve daha fazlası bu haftanın biamag’ında:
Burak Sarı, "Nefrete karşı ötekilerin ortak mücadelesi"ni yazdı: Umarım nefret kampanyaları son bulur ama ummanın yeterli olmayacağını da hepimiz deneyimlerle biliyoruz. O nedenle nefret çağını yenme zorunluluğuyla hareket edip, nefrete karşı ötekilerin ortak mücadelesini geliştirmekten başka çözüm yok.
Figen Ünlü, Guarani yerlilerinin ‘kötülüksüz topraklar’ arayışını kaleme aldı: Modern insanın ekolojik krizlerle boğuşan dünyasında hâlâ yankı buluyor; Cennet gerçekten başka bir yerde mi, yoksa biz onu yavaşça cehenneme mi çeviriyoruz?
Elif Çelebi, Nonnas ve The Old Oak filmlerinin eleştirisi ekseninde 'bizi birleştiren yaslar ve sofralar'ı yazdı: Gerçek yaşam öykülerine dayanan her iki film de bize, acımızla yola devam etmenin yollarını gösteriyor. Sofralarımızı paylaşmanın sadece aynı yemek masasında oturmak olmadığını, bir tür dayanışma zemini oluşturduğunu hatırlatıyor. Çünkü bizi birleştiren, sadece yaslarımız değil, acılardan çıkan dayanışmalar ve o dayanışmalarla kurduğumuz sofralardır.
Metin V. Bayrak, "Bilgi artık güç değil" tespitini irdeliyor: Bu bilgi, en amiyane tabirle, ne işe yarıyor? Bizi ne koruyabiliyor, ne harekete geçirebiliyor ne de yeni bir hayatın mihenk taşına ya da referansına dönüşebiliyor. Çünkü bilgi, artık eyleme içkin değil yani yaşamı dönüştürücü işlevinden uzak.
Osman İşçi, orman yangınlarının bir insan hakları meselesi olduğunu yazdı: Ekolojik yıkımın büyüklüğü, insan hakları ihlallerinin sessiz bir habercisi... Orman yangınları sadece ağaçları değil, yaşam hakkını da yakıyor.
Arslan Özdemir de "Ormana kıyan, insanlığa kıyar" diyor: Ormanı yakan biri, yalnızca kibriti çakmaz; aynı zamanda binlerce canlının yaşamını sonlandırır. Bu suçun adı artık 'orman yakmak' değil, 'toplu cinayet'tir. Çünkü bir orman, yüz binlerce canlının evi, yurdu, sığınağıdır.
Murat Türker, Kalkıp giden kent (The town that drove away) adlı belgeseli yazdı: Ödüllü belgesel artık sulara batmış Hasankeyf’in başına gelenleri kara mizahla işlerken insanlık adına böylesine mühim bir değeri Türkiye’nin heba edişini dünyaya bir kez daha layıkıyla duyuruyor.
Evrim Kepenek, "Adalet sistemi çocuklara ne söylüyor?" başlıklı yazısında "Bir çocuğun adaletle tanışması, çoğu zaman hayata tutunacağı bir dal niteliğinde. Ama ya bu dal, çocuğun ellerine batıyorsa?" diye soruyor.
Tuğçe Yılmaz, birlikte yaşadığım köpeği Küba ile ilgili gözlemlerini anlatıyor: Patriyarkal hava sahası içinde duygulanım değersizleştiriliyor ve nihayetinde küçük ya da sevimli köpekler kadınlara/LGBTİ+’lara "aitmiş" gibi algılanıyor.
Şehmus Diken, yeni çözüm sürecinde muhalefet partilerine sorduğu açık sorularla eleştirilerini ifade ediyor: Bu sürecin neresindesiniz; yanında mı, karşısında mı, dışında mı?
Ve son olarak, Haziran stajyeri Elif Şevval Usta'nın bianet deneyimi Cumartesi biamag'da...
(AB)

