Birleşmiş Milletler Küresel Finansal Profil verilerine göre, 1985'de 1.9 trilyon dolar olan dünya ihracat hacmi 2000'de 6 trilyon dolara tırmanmış. 1990'da 209 milyar dolar olan doğrudan yabancı yatırımlar, büyük ölçüde uluslararası şirket birleşmelerinin sonucu olarak 2000'de -10 yılda muazzam bir artış göstererek- 1.118 trilyon dolara çıkmış.
Bu verilere bakarak ikinci tezin gerçekliğe çok daha fazla dokunduğu söylenebilir: Küresel sermaye hareketlerini temsil eden dev şirketlerin, dünyaya şekil ve yön vermede en güçlü ulus devletten bile daha güçlü olduğu...
Ama 2000'den beri dünyada gene garip şeyler oluyor. Memleketleri zengin ya da fakir kılabilen, tek tek insanların satınalma gücünü belirleyen doğrudan yabancı yatırımlar, 2001'de yüzde 46, 2002'de ise yüzde 21 daha azalarak, 2002 sonu itibarıyla 2000'deki düzeyin neredeyse yarısına, 651 milyar dolara iniyor. Sadece iki yıl içinde!
Böylesine sert olmasa da örnekleri daha önce de görülmüş olan bu dehşet verici çakılmanın yüzde 54'ünü iki ülke temsil ediyor: ABD ve İngiltere.
Gelişmiş ülkeler grubunda ülkelere giren doğrudan dış yatırım miktarındaki azalmanın iki yıllık ortalaması yüzde 22 olurken (16 ülkede azalma, dokuz ülkede artış) ABD bu grup içindeki azalmanın yarısından fazlasını tek başına temsil ediyor (2002 yılında yüzde 90'ını). Afrika'da azalma yüzde 41, Latin Amerika ve Karaibler'de yüzde 33 oluyor. Asya ve Pasifik ülkeleri grubunda, Çin sayesinde azalma belli belirsiz yaşanıyor.
Clinton döneminin son günlerinde ülkeye giren doğrudan yabancı yatırımlarda zirveye ulaştıktan sonra dramatik bir inişe geçen ABD, ilk büyük irtifa kaybının yaşandığı 2001 yılında "teröre karşı savaş" ilan ediyor ve 11 Eylül olaylarından sadece birkaç hafta sonra harekete geçiyor.
İstanbul'da NATO zirvesi, dünyada doğrudan yabancı yatırımların ve bu yatırımların seyrindeki en önemli faktörlerin başında gelen uluslararası şirket birleşmelerinin/satın almalarının neredeyse durma noktasına geldiği bir dönemde düzenlenecek.
İstikrarın "geleceği" de NATO'dan sorulacakmış
NATO Genel Sekreteri Hoop Scheffer, 17 Mayıs 2004'de Brüksel'de İstanbul Zirvesi'nin gündemini açıklarken, NATO'nun "yeni güvenlik" perspektifinin altını çiziyordu: "İstikrarı geleceğe doğru tasarlamak!"
Türkçe söylendiğinde tamamen anlaşılmaz bir şey olan bu "perspektif"i İngilizce söyleyince de fazla bir şey değişmiyor: "Projecting stability.."
Scheffer'in ne demek istediğini anlayabilmek için biraz daha gayret gösterip Brüksel konuşmasındaki diğer sözlerine de kulak vermek gerek:
"Bölgesel savunma temel işlev olarak kalmaya devam ediyor, ama artık güvenliğimizi evlerimizin uzağında ortaya çıkan potansiyel riskleri ve tehditleri ele almadan koruyamayız.. Ya bu sorunların ortaya çıktıkları yerde ve zamanda üstesinden geliriz ya da onları kapımızın önünde buluruz."
Scheffer, transatlantik topluluk açısından tehditleri gerekli yer ve zamanda karşılamanın güvenlik açısından bir ön koşul haline geldiğini söylüyor, güvenliği "işbirlikleri ve operasyonlar"la sağlamaktan söz ediyordu..
Ne demek bunlar? Amerikan ulus devletinin son üç yıldır uyguladığı "önleyici darbeler" gibi bir şey mi?
Genel sekreter, NATO'nun güvenliği nasıl üç biçimde geleceğe taşıyacağının da İstanbul'da daha net ortaya koyulacağını ekliyordu:
Bir, sayısı giderek artan ortaklar ile ilişkileri güçlendirerek; iki, Balkanlar, Afganistan ve Akdeniz'deki operasyonlarla; üç, silahlı kuvvetleri evden uzaktaki yeni görevlere uygun biçimde modernize ederek.
İstanbul'da alınması beklenen "önemli kararlar" ise şunlardı:
- Afganistan'daki NATO varlığını genişletmek ve İttifak'ın gelecek seçimlerin desteklenmesinde anahtar rol oynamasını sağlamak
- İttifak'ın işbirliklerini, Akdeniz'deki ortaklar ile birlikte desteklemek ve genişletmek
- NATO Mukabele Gücü (NATO Response Force), yeni hava ve deniz taşıma yetenekleri ve kontr-terörizm paketi de dahil, NATO'nun askeri dönüşümünde temel adımlar atmak..
Scheffer, "Ortak güvenliğimizi koruma konusunda birlikte hareket etme ve güvenliği ihtiyaç duyulan yerde sağlama konularına odaklanacağız" da diyordu.
Leviathan olmadı, sıra "Öz Leviathan"da
Dünya çapında faaliyet gösteren yaklaşık 65 bin ulus ötesi şirketin, yaklaşık 700 bin yerel şirketten oluşan ağlarıyla homojen bir ekonomik-politik gücü temsil ettiğini söylemek, herhalde Scheffer'in anlamsız sözleri kadar, tıpkı o sözler gibi anlamsız olacaktır. Biraz daha daraltsak bile.. Dünya çapında en büyük 100 ulus ötesi şirketten söz etsek de.. 6 milyon insan istihdam eden ve satışları 2 trilyon dolar civarında seyreden, Venezüella petrol şirketi dışında ABD, AB ve Japonya merkezli bu 100 şirketin, ortak ekonomik-hukuki-askeri politikalar, hedefler üzerinde anlaşmış olabileceği iddia edilebilir mi?
Bugün özellikle ABD, AB devletleri ve Japonya açısından bir "birlikte hareket etme" ve "ortak güvenlik" sorunu olduğu herhalde ortada. Bunda "tehdit"i oluşturan faktörler arasında "teröristler" son sırada gelse bile.. Herhalde, artık yol açtığı istikrarsızlık ve yıkımlar denetlenemez bir hale gelen sermaye hareketlerinin, "mümkün olduğunca herkes açısından kârlı bir biçimde" koordine edilmesi meselesinin farklı bir düzleme taşınması zorunluluğu var.
Başı boş sermaye hareketleri, bu hareketlerin etkilediği ülkelerin iç yapıları, tek bir merkezden, tek bir güç tarafından belirlenmeli.. Herhalde bugün bu en büyük "devlet gücü"nü hangi eyaletin ya da "boy"un ele geçireceği konusunda kıran kırana bir mücadele verildiğini söylemek gerek..
Bu "devlet" nedir? Bildiğimiz ulus devletlerden biri midir, başka bir şey midir?
Buna, mesela, "IMF nedir" diye sorarak karşılık verilebilir. IMF, bir tür "devlet aygıtı" değil midir? Değişik zaman ve bölgelerde yaşanan ekonomik krizlerde, ülkelere bir çırpıda milyarlarca dolar kredi açabilen bir kuruluş hangi yetkilerle donatılmış, hangi rolü oynamaktadır? IMF, şüphesiz "serbest piyasa"nın bir parçası değildir.. Bu aygıt, müdahale eder, program yapar, uygulattırır, düzenler, denetler.. Piyasanın görünmez eli değil, adı konmamış bir yarı devletin tabak gibi görünür elidir onunki.
NATO da ne zamandır bir tür devletin bir tür aygıtı olmaya aday değil midir? "Yeni" NATO, bu oluşumun tamamlanması gayretlerine verilen ad değil midir? Afganistan'daki seçimlerde anahtar rol oynamaya talip bir kurum, bir esnaf teşekkülü ya da pancar üreticileri kooperatifi gibi algılanamayacağına göre..
Herhalde "adı henüz konmamış bir yarı devlet"ten, o devletin 100 yıllık umutsuz oluşum sürecinden söz etmenin zamanı geldi çattı. Altında eyaletler ya da "boy"lar olan, belki diğer boyları gücü altında birleştirecek "boy"unu arayan, henüz oluşumu tamamlanmamış bir devlet.. Kuzey Amerika boyu, Avrupa boyu, Japonya boyu.. Bir de küçük boylar.. irili ufaklı.. aç gözlerle olup biteni süzen..
Ama herhalde IMF, NATO gibi aygıtların, ulus devletlerin ittifaklarıyla oluşturulan delegasyonlar olarak kalmasının istendiğini daha fazla iddia edebilmek mümkün değil. Sermaye hareketlerinin herhangi bir küresel koordinasyon ve denetimden tamamen uzak yaşandığı bir dünyada, bu hareketleri ve bu hareketlerin yol açtığı yıkımların neden olduğu isyanları denetim altına alacak yeni bir devlet yapısı gerek.
ABD bunu 21. yüzyılın hemen başında tek başına yapmak üzere büyük bir harekât başlattı. Sermaye hareketlerinin en büyük kaynağını oluşturan bu ülkeyi yönetenler, serbest piyasanın fazla serbest kalması nedeniyle canlarının yanmaya başladığını, giderek daha çok yanacağını da görmüşlerdi. Ama daha Irak'ta tekerlekleri çamura saplandı. Savunmasız insanları bombalarla öldürmekle, işkenceden geçirmekle Irak petrolünün ve pazarının sisteme entegrasyonu sağlanamıyordu.
İstanbul'daki NATO zirvesi, ondan hemen önce yapılan genişletilmiş G8 zirvesi gibi, "büyük ütopya"nın gerçekleştirilmesi ya da "süper devlet"in veya "Öz Leviathan"ın oluşumu sürecinde ittifakların gözden geçirileceği, pazarlıkların çeşitli boyutlar kazanacağı bir platform olacak.
Dünya, fazla göz önünde olmasa da, serbest piyasa vaizlerinin "büyük regülasyon" için bir kez daha masaya oturuşuna tanıklık edecek. Bu beyhude bir oturuş da olsa..
Dünyadaki işlerin gidişatını projeksiyon ve denetim altına almaya yönelik umutsuz girişimler dizisinin İstanbul ayağında en ilginç ve gülünç görüntülerden birini de, "ulusal"a karşı "küresel", "devlet"e karşı "sivil toplum" tartışmalarıyla kendilerinden geçenler oluşturacak. NATO zirvesinde onları muhtemelen bir "sivil toplum" oturumunun "sivil" aktörleri olarak izleme olanağı bulacağız.(ŞA/BB)