Beyaz atlı prensle tanışıklığımız çocukluğumuzda okuduğumuz ya da dinlediğimiz masallara uzanır. O öyle bir adamdır ki, hayatın karanlığının içinde adeta bir yıldız gibi parlar. Kendini kadınını kurtarmaya adamış bu adam, gereğinde canavarlarla, ejderhalarla, kötü kalpli cadılarla savaşır. Hem asildir, hem cesur, hem yakışıklıdır, hem sadık.
Beyaz atlı prens denen hayal, birbirinden büyüleyici masallarla geçen çocukluğumuzdan bize yadigar kalır. İçten içe bir gün bizim de, tıpkı masallardaki prensesler gibi, bir prens tarafından uyandırılacağımızı, bu zorlu hayattan kurtarılacağımızı kurarız. Devamıysa beş yaşından beri bellidir zaten, sonsuza dek mutlu yaşayacağızdır...
Kimdir bu beyaz atlı prens? Bir İstanbul Masalı'nda Esma'yı kurtaran Selim Arhan mı? Ya da Asmalı Konak'taki Seyman ağa, Hırsız Polis'teki Çınar, Şehrazat için Onur, Bridget Jones için Mark Darcy... Listeyi, televizyon kuşağındaki birçok başka dizi ve filmle besleyebiliriz. Temelde kurguları masallarla neredeyse aynı olan bu popüler kültür ürünleri, durmak bilmeden beyaz atlı prens mitini kafamıza kakar.
Masallara bakarsak, bin bir zorluk içinde olan bir kadın ve onu kurtarmak için hayatını tehlikeye atmaktan kaçınmayan bir adam görürüz. Kadın ya bir tabutta, ya bir kulede, ya bir odada kapalı kalmış çaresizce beklemektedir. Arada kendini kurtarmak için çeşitli girişimlerde bulunsa da, masal bu kutsal anı prense bahşeder.
Peki ya diziler? Bizi sezonlar boyunca televizyonun başına oturtup, aşıkların başına gelen türlü tehlikelerde yüreğimize faça atarlarken masallarla aynı şeyi yapmıyorlar mı? Ve tıpkı onlar da masallar gibi en güzel yerinde bitmiyor mu, aşıklar kavuşup sonsuza dek mutlu yaşayacakları anda...
Gelelim bizlere, her ne kadar öyleymiş gibi davranmak işimize de gelse, ne masallarda ne de dizilerde yaşıyoruz. Biz neyi bekliyoruz? Şu yorucu hayatımızı az da olsa sevgisiyle aydınlatacak birini mi, biyolojik saatimiz tik tak ederken çocuğunu doğurup birlikte yaşlanacağımız birini mi, yoksa tüm bunlara ve hatta daha fazlasına sahip olan birini mi? Siz inatla bütün şarkıları yanlış söylerken, yanınızda birinin sizi gülerek ve bıkmadan düzeltmesi fena mı olurdu?
Peki nasıl biri olmalı bu özel kişi? Eli yüzü düzgün. Başka? Hali vakti yerinde. Başka? Elin kadınlarına bakmayacak. Başka? Anlayışlı. Biraz zorlasak müstakbel hayat eşimiz için daha bir çok sıfat bulabiliriz. Ama hiç zorlamayıp, tüm bu sıfatları bünyesinde barındırmayı başaran tek bir kişinin ismini de verebiliriz: Beyaz atlı prens.
Bu adam hangi cehenneme saklanmış bilen var mı? Hayır, Kurbağa Prens masalından medet umarak öpüyoruz öpüyoruz ama zatı muhteremler bir türlü prense dönüşmüyor. Biz de böyle, değilleme yöntemiyle prensimizi arayarak bekliyoruz işte. "Ama canım insan nereye kadar bekleyebilir" derken kendimize, tüm popüler kültür endüstrisi bize nispet yaparcasına "bak, yeterince beklersen gelir" diyor. Hadi canım! Yoksa, gelir mi sahiden?
Yazıyı baştan alalım: "Prens, uyuyan güzeli öper ve prensesle birlikte tüm saray halkı da yüzyıllık uykularından uyanır. Prenses, prensi görür görmez ona aşık olur. Kırk gün kırk gece süren muhteşem bir düğünle evlenir ve sonsuza dek mutlu yaşarlar."
Buraya kadar çeşitli ipuçlarından da çoktan anlamış olduğunuzu düşündüğüm şeyi dillendireyim. Adem ile Havva'dan bize yadigar olan lanetimiz yani kusurlar, tüm bu sıfatların ve rüyalarımızın sahibi olan adamın yeryüzüne ayak basmasını engelliyor. Ve maalesef o şahıs, sadece hayaller aleminde varlığını sürdürebiliyor. Bu yüzden davulun sesi bize uzaktan pek hoş geliyor. Ama hayallerimizdeki o adamı artık hayatımızın bir parçası yaptığımız anda onun da tıpkı bizimki gibi kokuşmuş yanları ortaya çıkıyor. Ve işte Aragon da tam bu sebepten doğruyu söylüyor: Mutlu aşk yoktur!
Sevgili okurlar, bilmem işe yarar mı ama bitirirken size bir önerim olacak. O masal özentisi dizilerdeki kadınlarla empati kurmayı boş verin, oradan bize ekmek çıkmaz. Siz gelin, güzellerden güzel beğenmek yerine, kusurlardan kusur beğenin. Varsın sizi uykunuzdan uyandıran prens olmayıversin, zaten biz de prenses miydik de kimse bize söylemedi? (EK/EÜ)