Erhan Şakar'la ilk buluşmamızı anımsıyorum. Bir lisenin kapısında karşıladım onu. 80'li yıllar arabesk yaşama, arabesk müzik ortalığı sarıyor. Devir Turgut Özal devri. Herkes kendi paçasını kurtarma derdine düşmüş. Müzikçi Yaşar Kurt, Tunceli'de öğretmenlik yaparken kurşuna dizilen Nevzat Akdemir, (öğrencilerinin söyleyişiyle şeyit öğretmen) bir de Lale Abla, oyun üretmek için kolları sıvamışız.
Oyuncu Erdoğan Akduman'ın bir metninden yola çıkarak oluşuyor gösterimiz. Adı, "Paçayı Kurtarabilebilsem". Güzel sesli bir inşaat işçisinin türkücü olma serüvenini anlatıyor. Yaşar şarkı söylemeye çalışıyor. Nevzat da o günlerde ortaya yeni çıkmış mesleklerden "badigard"ı oynuyor. Çok güzel bir ekibiz Hülya Karakoç, Jale, Ümran Sarıgül ve bir dolu genç. Oyunu müzikli yapmaya karar veriyoruz ama aramızda beste yapacak kişi yok.
"Elinde gitarı, ince, uzun, çok yakışıklı biri geldi"
O günlerde de Epsilon diye bir müzik grubu kurulmuş. Yüz binlerce insanın hapislere doldurulduğu 12 Eylül günlerinde "Mapusane Türküsü" diye bir şarkı söylüyorlar. Bestecisi Erhan Şakar.
Erhan'la ayaküstü tanıştık. Bir lisede; Mehmet Bayazıd Lisesi'nde oyun çalıştığımızı anlattım ve oyun metnini verdim. Birkaç hafta sonra okulun bahçesinden içeri girivermiş. "Elinde gitarı, ince uzun ve de çok yakışıklı biri geldi" diye haber getirdi liseli kızlar.
Çocuklar bir telaş koşup iyi ses alan bir teyp ve boş kasetler buldular. Kayıt yapacak boş bir yer aradık ama yoktu. Boş bir odaya girdik. Oranın da camı kırıktı ve bahçede oynayan çocukların sesleri geliyordu. Erhan önüne bir kağıt açtı. Kağıtta çeşitli akorları anlatan yazılar vardı. Bir süre gitarı ile uğraştı. Ardından oyun için ürettiği müzikleri çalmaya başladı.
Çaldığı müzikte inanılmaz tınılar vardı. Bizim toprağa ait şarkılardı bunlar ama yerelin darlığına sıkışmadan çıkıyor ve yayılıyordu. Belki de sonsuza kadar yayılabilecek denli güçlü tınılardı çaldıkları.
O camı kırık sınıfta fonda bahçeden gelen çocuk sesleriyle ilk çalışmamızı kaydederken biz de Erhan Şakar'la büyük bir yolculuğa çıkıyorduk.
Oyun müzikleri
1965 yılında Bergama'da doğmuştu Erhan Şakar. Bergamalı iki dayısı vardı ve onlara konuşa tartışa dünyaya bakış açısını oluşturmuştu. Bir yanında da müzik boy vermişti. Enstrümanları gitar ve ardından çok sevdiği kontrbas bir de ağız armonikası...
Elinde gitarı düşüyor yollara Erhan Şakar. Besteler yapıyor. Bir yandan da doğru yolda mıyım? diye kafası meşgul. Orhan Veli'den bir şiiri müzikliyor. Büyük bir heyecanla o günlerde tanıştığı müzikçi Timur Selçuk'a dinletiyor. Eşeğiyle su taşıyan birini anlatıyor şiir. Selçuk, Erhan'ın bestesini dinliyor. "Güzel olmuş" diyor "ama bu adam suyu nerede taşıyor Erhan?. Senin bestene göre Teksas'ta!
Timur Selçuk'un bu eleştirisi sarsıyor Erhan'ı başlıyor tüm bestelerini gözden geçirmeye. Yerel müziğe bakıyor. Onunla nasıl ilişki kuracağını düşünüyor. Oradan evrensel olana gitmenin zorlu yollarına soyunuyor.
Oyun müzikleri üzerinde yoğunlaşmaya başlıyor. Kafasındaki tüm gel gitleri orada sınamaya çalışıyor.
1987 yılında İstanbul Sahnesi ile birlikte ürettiği Max Frisch'in "Yine Başladılar Şarkılarına" adlı oyuna yaptığı müziklerde ise Şakar'ın senfonik açılımlarına tanık oluyoruz. Özellikle oyunun ikinci perdesindeki Nazım Hikmet'in "Memleketimden İnsan Manzaraları"ndan alıntılanan bölümde denediği temler daha sonraki yıllarda üreteceği kimi çalışmaların ilk muştularını veriyor.
80'lerin ikinci yarısından 90'a kadar olan süreçte yoğun beste çalışmalarına girişiyor Erhan. Oyuncu Aslı İçözü ve piyanist Nihat İşcen'le ürettiği"Tiyatro ve Müzik", Sarıyer Halk Eğitim Merkezi Tiyatro Kolu için"İstanbul'dan Nağmeler", Neziha Araz'ın "Bozkır Dirliği",Ortaköy Kültür Merkezi çatısı altındaki var edilen çocuk oyunları "Ah Bizde Şans Olsa" ve "Hey Bize Baksana" oyuncu Hülya Karakaş'ın tek kişilik gösterisi "İnsana ve Kadına Dair", İstanbul Sahnesi'yle "Anne Frank'ın Hatıra Defteri" bu dönemin önde gelen çalışmaları.
O günlerde oyun müziklerini gelişmiş kasetli teyplere kaydederken bir gün film alanında yaptığımız çalışmalardan elimize biraz para geçti. Koştuk efektör Hitay Daycan'a stüdyoyu kiraladık. Solistimiz de o günlerde daha ünlenmemiş soprano Sertap Erener. Erhan'ın "Hey Bize Baksana" oyun müzikleri böylece kaliteli bir stüdyo ortamında kaydedildi.
Tiyatroyla çok iç içe geçtiği bu dönemde Şakar oyunculuk teklifleri de alıyordu ancak bunlardan birini, TRT Ankara Televizyonu için çekilen gençlik dizisi "Yaşayan Umutlar"da oynamayı kabul etti.
90'lar
90'lı yıllarda önceki on yılın telaşını aşmış daha dingin ve ürettiğine egemen bir Erhan Şakar'la karşılaşıyoruz. İstanbul Sahnesi'nin 1992 yılı çalışması "Bir Gün Deniz"de 1968'in vurulup giden yiğitleri için üretip yorumladığı ağıt-güzelleme onun başka bir doruğa ulaştığının ifadesi.
Yine aynı yıl maden ocaklarında yoğun iş kazaları yaşanıyor. Kocamustafapaşa'da bir tiyatro salonunda müzik ve tiyatronun iç içe olduğu bir akşam düzenleniyor. Gecenin konuşmacılarından ve onur konuklarından biri de bir yıl sonra Sivas'ta kanlı bir saldırıda yaşamını yitirecek Asım Bezirci.
Erhan maden işçileri üzerine yazılmış bir metinden yola çıkan bir besteyi o gece için hazırladı. Bütün bir gece İstanbul Sahnesi'nden Şebnem Önal ile uyumadan prova yaptılar. Gün ağarırken ortaya olağanüstü bir çalışma çıkmıştı. Asım Bezirci Erhan'ı o akşam ilk kez dinledi ve onun bin bir emekle hazırladığı çalışmasına hak ettiği övgüler yaptı.
1990- 95 arası başta Berlin, Amsterdam, Londra ve Köln olmak üzere yurt dışında çeşitli kentlerde konserler veriyor Şakar. Elinde gitarı göğsünde ağız armonikasıyla tek kişilik bir orkestra gibi. Özellikle Londra'da verdiği park konserinde binlerce izleyiciyi yüreğinden vuruyor besteleriyle.
1993'te kurulan Evrensel Kültür Merkezi çatısı altında yoğun çalışmalar yapan Erhan, burada "Yahu Biz Niye Kovulduk" (1994), "Ne Olacak Bu Durumda Memleket" (1995) gibi oyunların müziklerini hazırlıyor. 1995'te bir başka çalışması Habitat etkinlikleri içinde sergilenen Yaşar Kemal'in "Ara'nın Anadolu Destanı" adlı oyunu için hazırladığı müzikler oluyor.
"Kasetiniz yok mu?"
Erhan sahnede ve üretimde 10 küsur yılı arkasında bıraktığı günlerde her konser sonrası etrafını saranlar ona bir soru yöneltiyor; "Erhan bey sizin bir kasetiniz yok mu?" O da bu soruya "maalesef yok bana kimse teklif getirmedi" diyor. Aramızda konuşurken "aman diyor şimdi adam bana bir kaset yaptıracak saçımdan başımdan müziğime her şeyime müdahale edecek. Varsın kalsın"
Erhan'ın albüm yapmaktan uzak durma tutumu 1996'da müzikçi Ekrem Ataer'in çabalarıyla kırıldı. Arif Sağ ve Haydar Göğercin'le bir araya gelerek başlayan konuşmalar "Biz N'olucaz" albümünü ortaya çıkardı.
Albüm Erhan'ın düşlediği gibi olmuştu. Bir yanda "Erhan Ne İş", "Yarım Kalmış", "Ayrıldığımız Gün", "Senli- Benli", "Sensizlik Bana Göre Değil" gibi Erhan Şakar besteleri öte yanda yanında çeperinde üretilmiş ya da kendisi tarafından düzenlenmiş " Gelme Ecel"( Anonim) , "Biz N'olucaz (Onur Toparlak) gibi parçalarla var edilen albüm düzeyli bir çalışmaydı.
Albümün yapımı da onun düşlerine uygundu. Arif Sağ'dan Levent Altındağ'a Cengiz Özdemir'e, bir dolu sanat insanı omuz vermişti bu çalışmaya.
Nihavend Mucize
1997'deyse yıllardır düşlediği bir çalışmayı daha üretme şansını yakaladı Erhan. Yönetmen Atıf Yılmaz "Nihavend Mucize" adlı filminin müziklerini hazırlamasını istemişti ondan. Besteci Server Acim'le kolları sıvayıp müzikler üretti. Bu albüm de özellikle neyde Ercan Irmak, saksofonda Levent Altındağ ve eski dostu piyanist Nihat İşcen'le yaptığı ortak çalışma onun sanat yaşamındaki dönüm noktalarından biriydi.
1997'de bir başka önemli çalışması da İstanbul Sahnesi ile ürettiği Ali Yüce'nin "Havalı Meryem" adlı oyunu için müzikler oldu. Erhan bu oyunda ürettikleriyle yerel-evrensel arasındaki ilişkiye önemli örnekler sunuyordu. Özellikle oyunun finali için hazırladığı "Ulu Dağlar" bestesi onun doruk çalışmalarından biriydi. Aynı günlerde Umut Uğur'un sahnelediği Londra'daki 476 Oyuncuları'nın çocuk oyununa müzikler hazırladı.
Sahneye çıkmayanlar
Erhan Şakar üzerinde uğraşıp sahne üzerine çıkaramadığı bir dolu çalışmayı da ardında bıraktı. Bunlardan biri de "İstanbul'dan Nağmeler" adı altında bestelediği senfonik bestesiydi. Fonda Ara Güler'in İstanbul resimleri önde ise senfonik bir orkestranın çaldığı müzikler ve bir anlatıcının kenti betimlediği oyunla hayranı olduğu İstanbul'u anlatmayı hedefliyordu. Fuayesinde simidinden sahlepine İstanbul'un damak tatlarının yer aldığı ve her şeyi ile adım adım yok edilen bir kentin hikayesi. Özellikle ömrünün son 6 yılında bu projeyi var etmeye çalıştı ama onu yok etmeye çalışan hastalığın da engellemesiyle bunu başaramadı.
2005 yılında oyuncu Aslı Öngören ve Mehmet Esatoğlu'yla "Ara'nın Anadolu Destanı"nın yeni bir versiyonunun çalışmalarına katıldı ve müziklerini hazırladı.
Yaşamı boyunca birlikte müzik ürettiği Onur Toparlak, Cihan Terlan, Cem Doğan ve Göksun Doğan'la Havana'da sahnede çalmak istiyordu ama hastalığın etkisiyle elleri sorun yaratıyordu. Turneye katılmadı. Arkadaşları onun müziklerini Havana'da Küba insanlarıyla buluşturdu.
21 Ağustos'u 22'ye bağlayan gece soluk almakta zorlanıyordu. O çok sevdiği annesinin saçlarını okşayışıyla rahatladı ve derin bir uykuya daldı. Ertesi sabah uyanamadı. Şimdi Kilyos'ta ufkunda Karadeniz görünen bir mezarlıkta yeniden birikiyor Erhan Şakar. Belki de şairin dediği gibi böceklere ezberletiyor şarkılarını. Yeryüzü ise Erhan Şakar'ı yitirerek bir güzel sesinden mahrum kaldı. Çalınan şarkılarda renkli, incecik bir ses eksik şimdi.
26 Ağustos sabahı fotoğrafı tiyatrocu dostları tarafından Barışarock Festivali'nde bir ağaca asıldı. Yüzlerce genç, dostları aracılığıyla bestelerini dinledi ve onunla tanıştı. (ME/TK)