Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümünden Prof. Berna Kılınç'ın Barış İçin Akademisyenler'in "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 35. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Sayın Mahkeme Başkanı ve üyeleri,
Uzun süre bir savunma yapıp yapmamayı düşündüm, çünkü savunma suçlama gerçekten delillere dayanıyorsa, makul çıkarımlar içeriyorsa yapılır. Suçlama bir hayal ürünüyse, gerçekleri tümden çarpıtıyorsa ve yargının bağımsızlığı sadece sözde kalıyorsa, niye ciddi bir savunma yapsın ki insan? Ama sonra düşündüm, savcının nitelemesiyle “sözde bir akademisyen” olarak, bir felsefeci olarak, sözleri irdelemek, belki yararlı olabilir dedim, kim bilir? Hala emin değilim, ama birkaç şey var belirtmek istediğim. Büyük ihtimalle aşağıdaki gözlemlerim başkaları tarafından da dile getirildi, ama bütün savunmaları okuyacak vaktim olmadığı için bilmiyorum.
İddianamede benimsemediğim fikirler ve niyetler bana atfediliyor, açıkça iftira ediliyor. Bir dizi eleştiriler ve talepler içeren “bu suça ortak olmayacağız” metni, “sözde barış istiyor ama aslında PKK/KCK terör örgütü propagandası yapıyor” denerek suçlar silsilesine dönüştürülüyor. Bu iddialar abestir, komiktir ve maalesef trajikomiktir!
Bir mantıkçı olarak metni incelediğimde temelde sayın iddianame savcısının suçlamalarını desteklemek için iki tür delil kullandığını görüyorum: 1. Zamanlama, 2. İçerik.
Açıklayayım: Savcı bey adını ve namını ilk kez bu iddiadan duyduğum Bese Hozat adlı zattın 22 Aralık 2015’teki bir açıklamasından sonra, bizim 11 Ocak 2016’da bu metni imzalamamızın, sebep-sonuç ilişkisi oluşturduğunu, sadece bu iki olaydan birinin önce, diğerinin sonra oluşması dolayısıyla kanıt olarak sunmaktadır. Böyle bir kanıt olamaz! Burada savcı bey felsefeye giriş derslerinde öğrettiğimiz basit bir düşünme hatasına teslim olmuş gözükmektedir. A olayının B olayından önce vuku bulması, A olayının B olayının nedeni sayılmasına kanıt oluşturamaz. Hatta savcı bey bir başka cümlesinde iki olayın eşzamanlı olduğunu da belirterek, görmesi daha da kolay bir nedensellik hatası yapmaktadır: İki olayın eşzamanlı olması, birinin diğerinin nedeni olması için kanıt olamaz. Biraz daha insaflı olayım. Belki savcı bey daha ince bir düşünce biçimi sergiliyor: X kişisi P yapın dedi, ve Y kişisi sonra P yaptı ise, X kişisinin direktifi Y’nin P yapmasına neden olmuştur. Örneğin diyelim ki, yeni yurtdışından geldim ve hiç TL’m yok, yanımda sadece 100 euro var. Paraya ihtiyacım olduğu için 100 euro’yu bozduruyorum. Bu arada daha öncesinden Cumhurbaşkanı Erdoğan herkes dövizini bozdursun demiş. Benim 100 euro’yu bozdurmam, Erdoğan’ın direktifleri dolayısıyla gerçekleşmiştir diyebilir miyiz? Bu iki olayın zaman içinde birbirlerini takip etmesi kanıt oluşturamaz. Sadece zamanlamaya dayanan böyle bir çıkarım geçerli değildir, doğru öncüllerden yanlış sonuçlar çıkarmamıza neden olur, ve bu yüzden mantıkta bu tip düşünme biçimlerine “safsata” diyoruz.
Savcının iddiasının bir diğer desteği “bu suça ortak olmayacağız” metninin PKK pratiklerinin “teorik düzeyde tamamlayıcısı” olduğudur. Yani metnin içeriğinin PKK eylemlerini desteklediğidir. İçinde PKK’ye gönderme yapmayan ve hatta tam da bu nedenden dolayı aynı savcı tarafından eksik bulunan bir metin nasıl bu vasfa sahip olur, anlayamıyorum. Metindeki durum tespiti devletin vatandaşlara uyguladığı şiddete ve oluşan hak ihlallerine dairdir. Talebimiz de bu şiddetin durdurulması ve barışçı yöntemlerin uygulanması doğrultusundaydı. Savcı bir ihtimal bildirimizde kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulmasını talep ettiğimiz için bizi terör örgütü propagandası yapmakla suçlamaktadır. Ama savcının da belirttiği gibi benzer bir süreç Türkiye Cumhuriyeti hükümetiyle Kürt siyasi iradesi arasında zaten başlamıştı. Kürt siyasi iradesi ifadesiyle PKK’yı kast ettiğimiz düşünülüyorsa, burada bizi yargılayan zihniyet biçiminin savcının niyetlerini de yargılaması gerekir. Yani, Kürt=PKK diye mi varsayıyor savcı bey? Kürt siyasi iradesiyle PKK’yi kastettiğimizi düşünmek abestir ve metinde buna dair hiç bir veri yoktur. Barış süreci sayın savcının iddianamesinde tespit ettiği gibi meşru bir süreçti, ve bir vatandaş olarak devletimden bu meşru süreci devam ettirmesini talep etmem suç olamaz. Bu bildiri bir yerde daha önce akil insanların üstlendiği misyonun devamı gibi de değerlendirilebilir. Akil insanların barış fikrini yaygınlaştırmaları meşruyken bizimki niye gayrı-meşru gözüküyor? Ülkemizde fikir beyanı konusunda niye bir kast sistemi var? Bazı insanlar bazı fikirleri dillendirebilir, bazılarının dillendirmesi yasaktır; pratikte sıkça karşılaştığımız bu yasaklama politikasının hukuki temeli nedir? Hukuki temeli olabilir mi gerçekten?
Bu iki temel sözde gerekçeden başka savcı bize 5-6 farklı art niyet daha atfetmektedir. Halkı kine teşvik etmek, uluslararası kamuoyu yaratmak vs, vs. Bu niyetler de sadece bir metin okumasından çıkarılmış gözükmektedir. Bir metin okuması bu kadar farklı kötü niyet ve suça delil olacaksa dilin pragmatik yönünde uzmanlaşmış, yani önermelerin belirtmediği halde belirttiği sanılan yönlerini inceleyen bir bilirkişi heyeti tarafından değerlendirilmesini talep ediyorum.
Bu bağlamda dille gerçeklik arasındaki bir başka soruna değinmek istiyorum. Katliam yapmak suçlaması devleti küçük düşürücü bir ifade olarak algılanıyorsa, devletin yapması gereken bu suçlamadan hukuk yoluyla aklanmaktır. Suçlamayı yapandan kurtularak suçlamalardan aklanılamaz; ancak bu suçlama daha da belirginleşir. Sözü bitirirsek suç ta ortadan kalkar anlayışı gerçeklikle ilgili çok sorunlu bir tavırdır. Suç yoksa, ancak bağımsız ve şeffaf yargılama yöntemleriyle bu tespit edilebilir. Suçlayanı suçlayarak değil! Yani, savcı beyin de bilmesi gerektiği gibi suçlayanı suçlayarak suçsuzluk ispatlanamaz.
Savcının bir diğer iddiası talebimize temel oluşturan durum tespitinin kasten yalan ve yanlış ifade edildiği, gerçekleri çarpıttığı yönündedir. Aradan geçen 2.5 sene içinde aslında savcının gerçekleri çarpıttığı ve “bu suça ortak olmayacağız” metninde dile getirilen durum tespitinin gerçeklerin abartısız bir özetini sunduğu doğrultusunda daha da çok kanıt bulunmuştur. Maalesef durum böyledir. Büyük suçlar işlenmiştir.
Suçları kamuya duyurmak suç değildir. Bana yöneltilen suçlamaların hiçbirini kabul etmiyorum. İmzaladığım bildiri sözde barış istiyor ama gerçekte istemiyor diye yorumlanamaz, suçlanamaz. Bu bildiriyle başka hiçbir örgütün propagandası yapılmamıştır. Bu bildiriyi imzalamanın nedeni gayet basittir. Bu nedeni anlamak için bildiri dışında bir motivasyon veya gerekçe aramaya gerek yoktur. Bildiride belirtilen ve anlamı gayet açık olan cümleler, vicdanlı ve erdemli bir kişiye hem motivasyonumu, hem de gerekçelerimi anlatmak için fazlasıyla yeterlidir.
Bildiriye imzamı atarak işlenegelen suçları durduramadım ama bu konuda kamuoyu oluşmasına bir milim katkım olmuşsa mutluyum, ve bu fevkalade kör, vicdansız, tek sesli resmi tarihe bir düzeltme olarak böyle bir metni imzaladığım için de gururluyum.
Saygılarımla. (BK/BK)