Dilsa bir Stockholm çocuğu, ışıl ışıl, koyu renk gözlü 35 yaşında bir kadın, bir anne, İsveç televizyon kanallarından birinde program yöneticiliği yapıyor, politik konularda yorumlar yazıyor.
Ama aynı zamanda, çocukluğunun ilk yıllarını şehir hayatından olabildiğince uzakta, güneydoğu Anadolu'daki Beritan aşiretinde geçiren genç bir Kürt kadını.
Altı yaşında yeni hayat
Altı yaşındayken annesi ve üç kardeşiyle İsveç'e, babasının yanına gelen Dilsa için artık yeni bir hayat başlamıştı.
Ve, çocukluk yıllarını ve o yıllardan geriye kalanları anlattığı "Stamtavlor," yani, "Soyağacı" adındaki ilk kitabı yenilerde yayınlandı.
Bu kitapta, Dilsa, bir zamanlar, dedelerinden miras aldıkları gelenekle, özgür ve bağımsız bir hayat sürenlerin durumunu da anlatıyor. Yani erkek olanların. Dilsa ataları ve kendisi hakkındaki hikayeyi sevgi ve samimiyetle aktarıyor.
Şiddet, şiddet,şiddet
Çocukluk yıllarında gökyüzü yüksek ve aydınlıktı ama küçük bir kız çocuğunun rüzgarı yüzünde hissetmeye pek vakti yoktu. Kürt kadınının o zamanlar da kendine ait bir hayatı yoktu, şimdi de yok.
"Bu korunmasızlık tüm Kürt toplumu için geçerli", diyor Dilsa. "Kürtlerin hayatının her katmanında bir şiddete maruz kalma durumu söz konusu."
"Kürtler Türk rejiminin şiddetine maruz kalıyor, kadınlar erkeklerin şiddetine maruz kalıyor, çocuklar büyüklerin şiddetine maruz kalıyor, hayvanlar insanların şiddetine maruz kalıyor. "
Gözlemlediği bu şiddet kitabı yazmasını sağlayan itici güçlerden biri olmuş.
Geçmişle barışma ihtiyacı
Dilsa'ya göre, diğer itici güç ise, bir kadının anne olduktan sonra hissettiği geçmişiyle barışma ihtiyacı. Bir Kürt aşiretinde geçen çocukluğu bugünkü hayatını sonsuza dek değiştirmiş, hem ekonomik dayanak noktasının yok olması, hem de savaş nedeniyle.
Baskı ve fiziksel zorluklarla dolu o günler için üzülmüyor Dilsa. Ama o günler gerçekti, onundu ve bu gerçeği bir şekilde kabul etmesi gerekiyor.
İşte, çocukluğunun kokuları ve manzaralarıyla bezenmiş, kedisini sevenlere karşı sevgiyle dolu ama aynı zamanda kadınların insanca yaşamasını engelleyen ataerkilliğe karşı nefretle dolu o güzel hikayesinde bunu yapıyor.
Bu o kadar kolay değil.
Akrabalar tepkili
Bunu yapabilmek için iki şeye ihtiyacı olduğunu söylüyor; güçlü bir kendine güven duygusu ve kendisini destekleyecek sıcak ve kucaklayıcı bir akraba ve arkadaş çevresi. Dilsa bunlara sahip. Fakat Kürdistan'daki akrabaları haksızlık ve baskıları anlatmasına tepkili.
Aşiretten çıkan tek okumuş ve toplumda kendisine yer edinmiş kadının kendilerini savunmasını istiyorlar. Türkiye'nin en büyük yazarlarından biri olan Orhan Pamuk'u çok iyi anlayabildiğini söylüyor.
Göteborg'da bir kitap fuarındaki seminerde Orhan Pamuk, kimseyi memnun edemediğini söylemişti. Kendi ülkesinde Türklüğe ihanet etmiş bir hain, dışarıda ise hep bir yabancı olarak görülüyor.
Pamuk Dilsa'nın hayran olduğu ve yakından tanıdığı yazarlar arasında.
Şarkılarda ve hikayelerde
Dilsa'nın aşiretine ait herhangi yazılı bir edebiyat yok. Masallar sayesinde bugünlere aktarılanlar, aşkı ve ölümü anlatan şarkılarda ve annelerin akşamları çocuklarına anlattıkları hikayelerde yaşatılıyor.
Bu hikayeler de Dilsa'ya miras kalanlar arasında ve belki bunları bir sonraki kitabında kullanacak; bir dahaki sefere çok daha fazla çalışması gerekeceğini söylüyor.
Demek ki bunu düşünmeye başladı bile.
Kürt anneannesi kadar
Bir yazar olarak ona bir sonraki kitabının ne hakkında olacağını sormamaya özen gösteriyorum. Şu sıralar tüm vaktini her Çarşamba akşamı Kanal 8'de gösterilen bir saatlik bir belgesel programa veriyor.
Ama çocuklarını alıp akşam yemeği için alışveriş yapmak üzere uzun saçlarını savurarak hızla uzaklaşmasını seyrederken ikinci kitap için pek beklemek gerekmediğini anladım.
Bu kadının, belki de iki kültürün bir araya gelmesinden doğan, tükenmek bilmez bir enerjisi var. Ya da belki sadece Kürt anneannesi kadar güçlüdür. (EO/EA/BA)