2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi’nin görüşmeleri, Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nda devam ediyor.
Dışişleri Bakanlığı ve bağlı kurumların bütçesi üzerine dün (18 Kasım) yürütülen görüşmelerde, Hakan Fidan, Türkiye’nin 2025 yılında “bağımsız ve millî” dış politikasıyla uluslararası alanda saygınlığını pekiştirerek öncü aktör konumunu güçlendirdiğini iddia etti.
Dünkü bütçe görüşmelerine katılan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Dış İlişkiler Komisyonu Eş Sözcüsü ve Diyarbakır Milletvekili Berdan Öztürk ise bütçenin militarist odaklı olmasını eleştirdi.

DEM Parti milletvekillerinden Dışişleri Bakanlığı bütçesi eleştirisi
“Ülkeyi savaşa sürükleyen militarist yaklaşım”
Öztürk, Bakanlığın diplomasi yerine Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) faaliyetlerini andıran bir yapıya dönüştüğünü savunarak şöyle dedi:
“Bakanlığın çalışmalarında istihbarat merkezli bir anlayış hâkim. Bu durum, özellikle Suriye konusu gündeme geldiğinde daha belirgin hale geliyor. Fidan’ın Suriye, İran ve Irak’a ilişkin adımlarında da aynı yaklaşım gözlemleniyor; her meselede Suriye, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve bölgedeki halklar öncelikli gündem maddesi olarak öne çıkıyor. Suriye Geçiş Hükümeti’nin Dışişleri Bakanı bile Suriye üzerine bu kadar konuşmuyordur muhtemelen. Bu oldukça ciddi bir durum ve büyük bir soruna işaret ediyor.
“Oysa dışişleri ile ilgileniyorsanız, ülkeyi savaşa sürükleyen militarist yaklaşımlar yerine diyalog ve diplomasiyle güçlü bir noktaya taşımanız gerekir. Uzun süredir bunun tam tersi bir anlayış hâkim. Kadrolaşma yapısı, Fidan’ın ziyaretleri ve gerçekleştirdiği görüşmelerin içeriği de bunu doğruluyor. Gerçekten diplomatik bir yaklaşım benimsenseydi, Kuzey ve Doğu Suriye’ye de bir ziyaret yapılır, oradaki muhalif kesimlerle görüşülürdü. Doğru olan buydu.”

“Nereden silah alırım, kime nasıl sopa gösteririm?”
Öztürk, Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerin üyelik hedefinden uzaklaşıp neredeyse yalnızca vize serbestisine indirgenmesinin, Türkiye’nin uluslararası alandaki konumunun ne denli daraldığını gösterdiğini ifade etti:
“Ne yazık ki bu yaklaşım tüm ilişkilere yansımış durumda. AB ile ilişkilerde de böyle. AB’ye üyelik hedefinden uzaklaşılıp, neredeyse sadece vize serbestisi talebine indirgenmiş bir ilişki yürütülüyor. Bu da Türkiye’nin ve karar vericilerin geldiği noktayı açıkça ortaya koyuyor. Bu yaklaşım tarzı, Türkiye’ye ve Türkiye halklarına zarar veriyor. Yapılması gereken, başta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları olmak üzere Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası yükümlülükleri ciddiyetle yerine getirmesi ve ülkenin önünü açacak adımlar atmasıdır.
“Ancak bunun yerine yine savaş sanayi konuşuluyor; F-35, KAAN ve benzeri başlıklar merkeze alınıyor. Tüm bu yoğun trafiğe rağmen, istenen sonuçların alınmadığını da görüyoruz. Birbiriyle çelişen taleplerle masaya oturup sürekli gidip-gelmek kimseye fayda sağlamıyor. Dış ilişkiler, bir ülkenin tümünü dışarıda temsil eden alanlardır. Bu temsiliyet yürütülürken var olan dünyayı doğru okumak ve ona göre hareket etmek gerekir. Devletin ve kurumların bugüne kadar inşa ettiği eski kodlardan kurtulmak, yeni bir anlayış geliştirmek zorunludur. 21. yüzyılda her şey hızla değişirken, ‘Nereden silah alırım, kime nasıl sopa gösteririm?’ yaklaşımını sürdürmek ülkeye hiçbir fayda sağlamıyor. Bugün geldiğimiz durum da bunu açıkça gösteriyor.”
“Türkiye, uluslararası arenada son derece zor bir konumda”
Görüşme boyunca Fidan’ın, DEM Parti’nin yönelttiği eleştirilere tatmin edici ve mantıklı yanıtlar veremediğini söyleyen Öztürk, sözlerini şöyle tamamladı:
“Türkiye, bugün uluslararası arenada son derece zor bir konumda bulunuyor. Bunun temel nedeni ise uzun yıllardır demokrasiden, insan haklarından, ifade özgürlüğünden ve hukukun üstünlüğünden uzaklaşmış olması. Elbette bir nedeni de Fidan’ın diplomasi yürütmedeki beceriksizliği. Zaten sınırlı olan demokratik alanın tamamen daraldığı bir ülkeden söz ediyoruz. AİHM’nin çok sayıdaki kararının uygulanmaması da Türkiye’nin Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nde güvenilir bir aktör olmaktan hızla uzaklaştığını gösteriyor. Kurucu üyeleri arasında yer aldığı bir yapıda kararları uygulamamakta ısrar eden bir ülke konumuna düşmek, diplomatik açıdan ciddi bir erozyon anlamına geliyor.
“Suriye ve özellikle Kuzey ve Doğu Suriye örneği, Türkiye’nin genel dış politikasının geldiği noktayı göstermesi açısından son derece açıklayıcı. Türkiye, aynı mantıkla Kıbrıs’a da güvenlikçi politikalar üzerinden yaklaştı ve bunun bedelini en çok Kıbrıs halkı ödedi. Dış ilişkiler, MİT mantığıyla yönetilemez. Bugün karşı karşıya olduğumuz tablo, tam da bu zihniyetin ürünü. Biz ise bunun böyle devam etmeyeceğini söylemeye, değişim için hem sözümüzle hem de mücadelemizle ısrar etmeyi sürdüreceğiz.”
Fidan’ın hitabı
Fidan, dünkü görüşmede Türkiye’nin önümüzdeki dönemdeki önceliklerini şu şekilde sıraladı:
- Suriye’nin toprak bütünlüğü ve birliğinin korunması temelinde güvenliğin sağlanması,
- PKK ve DEAŞ uzantıları başta olmak üzere tüm terör unsurlarının temizlenmesi ve silahlı grupların birleşik bir ordu çatısı altında birleştirilmesi,
- Halkın tüm kesimlerinin temsil edildiği kapsayıcı bir yönetimin tesis edilmesi,
- Uluslararası toplumun aktif desteğiyle ülkenin yeniden inşası, ekonomik kalkınmanın sağlanması ve geri dönüşlerin sürdürülebilir kılınması.
Fidan, bu konularda kaydedilen gelişmelere rağmen Suriye’de güvenlik ve istikrar önünde hâlâ çeşitli sınamalar bulunduğunu ve 10 Mart Mutabakatı’nın hayata geçirilmesi için ABD ve Suriye hükümetiyle yakın eşgüdümün sürdüğünü vurguladı. (TY)







