Galiba bir tek Türkiye kalmıştı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’in son konuşmalarıyla, Türkiye’nin de bu krizin olağan dalgalanmalardan olmadığını fark ettiğini öğrendik. Artık bu kriz “yüz yılda bir görülen cinsten” veya “hayatımda gördüğüm en şiddetli türden” gibi ifadelerle tanımlanıyor, sıklıkla 1929 Krizine atıf yapılıyor.
Gerçekten de, yaşamakta olduğumuz krizle 29 Krizi arasında önemli benzerlikler var. Tarihte hiçbir şeyin tekerrür etmediğini unutmamak kaydıyla, 29 Krizinde yaşananları gözden geçirmek yakın geleceğimize ilişkin tahminler yapmak için yararlı olabilir.
29 Krizi de Amerika’da başlamış ve kısa sürede dünyaya yayılmıştı. Krizin çıkış nedeni üzerine farklı görüşler var. Monetaristler mutat olduğu üzere devleti suçluyorlar. Onlara göre, FED’in para arzını kısması harcama ve yatırım yapmayı olanaksız hale getirmişti. Oysa o dönemde bir çok dayanıklı tüketim malı ve bu arada elektrikli ev aletleri yeni piyasaya çıkmıştı. Bu malların satışı kredili alışverişi artırmış, kredilerin ekonomideki payını büyük ölçüde yükseltmişti. Kredilerin hızla artması bankaların aldığı riskleri de tehlikeli boyutlara taşıyordu. Kriz patladıktan sonra FED’in bankalara sağladığı kredi kolaylıkları da sorunu çözmeye yetmedi.
İyimserlik
Yani günümüzdeki türev ürünler, "toksik kağıtlar" gibi dahiyane araçlar henüz icat edilmemiş olsa da, sorun o zaman da kredi şişkinliği ile ortaya çıkmıştı. Belki de bu nedenle, sorun uzun süre finans krizi olarak algılandı ve piyasaların kendiliğinden çözüm bulacağına, kısa bir süre içinde krizin atlatılacağına inanıldı. Ne de olsa ekonomi konusunda daha az şey biliniyordu. Günümüzdeki bazı iktisatçıların ve basın organlarının hala "finans krizi" ifadesini kullandığını düşününce, pek de yadırgamamak gerekir.
Kriz 1920’li yıllardaki ekonomik canlanma döneminin ardından aniden gelmişti. Kara Perşembe olarak adlandırılan 29 Ekim 1929 günü borsa yüzde 15-20 oranında değer kaybetti. Borsa işlemlerinin yüzde 92’si krediyle yapılıyordu. Panik halinde satışlar başladı. İflaslar birbirini kovaladı. O yıllarda “altın paraşüt” kavramı bilinmediğinden, iflas edenler doğrudan gökdelenlerin pencerelerinden atlıyordu.
Yine de borsalar sürekli olarak düşmedi. Derin düşüşler yaşamakla birlikte, inişli çıkışlı seyrini sürdürdü. Öyle ki, 1930 yılında yeniden yükseldiğinde, krizin artık sona ermekte olduğuna ilişkin bir iyimserlik yaygınlaşmıştı. Ama ekonominin gidişatını algılamak için borsanın yeterli bir gösterge olmadığı açıktı. Yüzlerce banka iflas etti, fabrikaların yarısı kapandı, çalışan her dört kişiden biri işsiz kaldı. Tüketim harcamalarındaki hızlı düşüş yatırımların da durmasına yol açtı.
Talebin hızla zayıflaması bütün sektörlerde ciddi fiyat düşüşlerine neden oldu. Tarımsal ürünlerin fiyatları 1929-1933 yılları arasında yüzde 51 oranında düştü. ABD’nin gayri safi milli hasılası 1929-1933 yılları arasında yüzde 30 oranında geriledi ve 1929 düzeyine ancak 1939 yılında yeniden ulaşabildi.
New Deal
Kriz ABD’den başlayarak bütün dünyaya yayıldı. Dünya ticareti dolar cinsinden yüzde 65, miktar olarak yüzde 25 oranında geriledi. Bütün ülkelerde gümrük duvarları yükseltildi, ithalat kısıtlandı. 1932 yılına gelindiğinde dünya ticareti yarı yarıya azalmıştı.
Krizin kendiliğinden atlatılamayacağı anlaşılınca, bugünlerde konuşulanlara benzer politikalar gündeme geldi. Para arzı artırıldı. Bazı ülkelerde bankalar devletleştirilirken, ABD’de banka ve borsa sistemi yeniden düzenlendi. Ancak talebin artırılması için para kredi mekanizmaları yeterli değildi. 1933 başında Roosevelt’in iktidara gelmesinden sonra, toplam talebi artırmaya yönelik New Deal politikası yürürlüğe kondu.
Bu dönemde 765 yasal düzenleme yapılarak, haksız rekabetin önlenmesi, sendikacılığın güçlendirilmesi, toplu pazarlık hakkının güvenceye alınması, asgari ücretin ve çalışma saatlerinin düzenlenmesi, çocuk emeğinin yasaklanması, çocuklara ve engellilere yönelik koruma politikalarının uygulanması sağlanmaya çalışıldı. Emek yoğun kamu bayındırlık yatırımları artırıldı. Yoksullara, işsizlere yönelik yardım programları hazırlandı ve geniş çapta uygulandı. Verimliliğe, gerekliliğe, maliyete pek de aldırmaksızın istihdam projeleri hazırlandı. Öyle ki, kamu binalarını kirleten kuşları kaçırmak için ellerinde balonlarla binaların etrafında dolaşan adamlar istihdam edildiği rivayet olunur.
Artık amaç kredi yoluyla değil, doğrudan gelirleri artırarak talebi yükseltmekti. Yine de açık bütçe fikrinden ürkülüyor, denk bütçe anlayışından sapmamaya dikkat ediliyordu. 1937’de yaşanan durgunluktan sonra bütçe denkliğinden vazgeçilerek, Keynesyen kamu harcamalarını artırma politikası benimsendi. Bütün bunlara rağmen New Deal politikası krizi sona erdirmeye yetmedi. Krizin bitmesi için İkinci Dünya Savaşını beklemek gerekti. 1929 yılında GSMH’nın yüzde 3’ü düzeyinde olan federal harcamalar, 1946 yılında yüzde 30’una kadar ulaşmıştı.
Kriz döneminde diğer ülkelerde daha farklı ama sonuçta kamu harcamalarını artırmayı hedefleyen politikalar uygulanmıştı. Britanya’da planlı ekonomi denemeleri yapılırken, Almanya’da silahlanma başta olmak üzere kamu yatırımlarına ağırlık verilmişti.
Küresel bir yeni düzen
Bugünün dünyası o yıllara göre daha deneyimli, daha bilgili. 29 Krizindeki kararsızlıkları yaşamadan, ilk şaşkınlıktan sonra derhal piyasalara müdahale etmekte tereddüt etmediler. Ancak müdahale henüz finans alanıyla sınırlı. Hala kredi sorununu çözerek toplam talebi artırabileceklerini düşünüyorlar. Oysa 1980’li yıllardan bu yana yürürlükte olan kredi sisteminin sürdürülebilirliğinin olmadığı da açıkça görülüyor. Gelirleri artırmaya yönelik politikalar henüz gündeme gelmedi.
29 Krizi ulus devletlerin güçlü olduğu milliyetçilikler çağında yaşanmıştı. Bütün ülkeler içinde kapandı ve kendi başının çaresine bakmaya çalıştı. Çoktan çökmüş olan uluslararası para sistemini yeniden düzenleyen Bretton Woods anlaşması ancak 1944 yılında imzalanabildi. Günümüzün küreselleşmiş dünyasında krizlere ulusal düzeyde çözüm bulunamayacağının herkes farkında. Nitekim hükümet başkanları toplanıyor, merkez bankaları ortak kararlar alıyor, yeni bir uluslararası para sistemi oluşturmak için görüşmeler yapılıyor. Ancak Bretton Woods anlaşması 45 ülkenin katılımıyla imzalanmıştı ve savaş sonrasında ABD’nin kesin üstünlüğü söz konusuydu. Bugün benzer bir anlaşma sağlamak çok daha zor olacak gibi.
Belki de, uluslararası düzeyde New Deal benzeri politikalar gündeme gelecek. Bankaların devletleştirilmesine sosyalizm diyenler buna ne derler kim bilir.