"Moda Burnu'nda, iskele yoluna ve koya bakan evin abajurlarından süzülen ışıklar parıldıyordu. Gani Bey akşam sofrasında her zamanki gibi rakısını yudumluyordu..."
Böyle başlıyor hikâye.
"Hiçbir şey sonsuzlukta yok olup gitmek kadar acı olamazdı" deyip, hayat arkadaşı Yılmaz Güney'e de verdiği sözü tutarak yazdı Fatoş Güney. Yılmaz Güney'i, kendini, yaşadıklarını ve zor günleri...
İthaki Yayınları'ndan çıkan "Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun" aslında hayatını, filmlerini, hikâyesini çok iyi bildiğimiz, okuduğumuz yönetmen Yılmaz Güney'den çok, Fatoş Güney'in hikâyesi.
Burjuva kültürüyle yetişmiş bir genç kadının sürgünler ve zorluklarla geçen hikâyesi aslında.
Fatoş Güney, "Benim hikâyem doğal olarak onunkinin gölgesinde kalmıştır. Hep öyle olmuştur ya zaten! Ama ben hiçbir zaman bundan bir rahatsızlık duymadım" diyor.
"Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun" anı-romanı, Güney çiftinin aşkına, Türkiye politik sineması ve onun öncülerinden Yılmaz Güney'e ve darbelerin karanlığında geçen yakın siyasi tarihe ışık tutuyor.
"Düşünce ve duygularımın çökmesini bekledim"
Uzun yıllar, farklı röportajlarınızda hep anılarınızı bir gün mutlaka yazacağınızı söylerdiniz... "Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun" kitabınızın bugüne denk gelmesinin bir nedeni var mı? Neden bunca zaman beklediniz yazmak için?
Kitabın bugün yayınlanması planlanmış, hesaplanmış bir şey değil. Aradan bu kadar zaman geçmesi gerekti çünkü duygu ve düşüncelerimin tortularının dibe çökmesini bekledim. Yıllar geçtikçe insanın duygu dünyası da değişip gelişiyor ama bir gün mutlaka yazacaktım ve yazdım.
Fatoş Güney-Yılmaz Güney
Kitabı oğlunuza ve onun özelinde "cezaevi ve sürgün gölgesinde büyüyen çocuklara" adamışsınız. Oğlunuz Yılmaz Güney'in hayatı, sizin sürgün, ayrılık, cezaevi ve zorluklar içinde geçen hayatınızdan nasıl etkilendi?
Oğlum ve onun gibi birçok çocuğun hayatı o dönemlerde olumsuz yönde etkilendi. Cezaevleri onlar için bir kâbustu; babalarıyla, analarıyla aralarında yükselen duvarlar, onlara sarılmalarını, onlarla bir arada olmalarını imkansız kılan tüm engeller onların hayatlarında derin yaralar açtı. Sürgün ise onları köklerinden, ülkelerinden, sevdiklerinden koparmanın bir yöntemiydi.
"Tanınmamak için İspanyol aile kimliğine büründük"
Asker, polis baskınları, tüfeklerin gölgesinde gerçekleşen cezaevi ziyaretleri gelişme çağındaki tüm çocukları olduğu gibi benim oğlumu da etkilemiştir mutlaka. Bir çocuk için bunca şeyi anlamlandırmak mümkün değildir. Bir ömür boyu hafızadan silinmeyecek bu travmalar, onların gelecekte güvenli, mutlu, huzurlu olabilme ihtimalini derinden sarsmıştır. Sürgünde on yıl boyunca, tanınmamak için bir İspanyol aile kimliğine bürünerek yaşadık.
İmralı Cezaevi'nde görüş günü: Fatoş Güney ve Yılmaz Güney, oğulları Yılmaz Güney ile birlikte.
"Oğlum kendine ketum ve mesafeli bir hayat seçti"
En yakın Fransız arkadaşları bile oğlumun gerçek kimliğini öğrendiklerinde şaşkınlıkla sormuşlar: "Bu kadar samimi bir gerçekliğin içinde nasıl sakladın kendini" diye. Oğlumun cevabıysa çok net olmuş: "Az konuşarak, çoğu zaman da susarak." Sonuç olarak duygusal, babasını çok seven ve özleyen biri olarak kendine ketum ve mesafeli bir hayat tarzı seçti Yılmaz.
"Benim hikâyem onunkinin gölgesinde kaldı"
Kitap, 1950'li yıllarda içine doğduğunuz Moda'daki hayatın, sizin geldiğiniz dünyanın tasviriyle başlıyor. Fabrika sahibi bir babanın kolejli kızından mücadele ve sürgün yıllarına... Sizi okuyoruz aslında kitapta. Biz hep Yılmaz Güney'in hikâyesini dinledik, okuduk. Sizin hikâyenizin "o"nunkinin gölgesinde kaldığını hiç düşündünüz mü?
Benim hikayem doğal olarak onunkinin gölgesinde kalmıştır. Hep öyle olmuştur ya zaten! Ünlü insanların yanındakiler her zaman ikinci planda kalmışlardır. Ama ben hiçbir zaman bundan bir rahatsızlık duymadım, herhangi bir komplekse kapılmadım.
Yine de kendi hikâyemin de çok farklı, çok ilginç bir hikâye olduğunu biliyordum. Gencecik, henüz 18 yaşındaki bir kızın geçirdiği değişimleri, evrim sürecini anlatmak, iki darbenin silinmez izlerini taşıyan bu büyülü aşk bence yazılmaya değerdi.
Fatoş Güney, "Duvar" filminin setinde Yılmaz Güney'e asistanlık yaparken.
"Hayatında benim gibi birine ihtiyacı olduğunu anlamıştım"
"Beni sana kimseler anlatmasın, ben anlatacağım" demiş Yılmaz Güney size tanıştığınız dönemde. Yanlış anlaşılmaktan mı korkardı? Sizin ilk izlenimleriniz nasıldı, onu tanıdıktan sonra fikriniz nasıl değişti?
Birçok olumsuz maceranın ve olayların döndüğü, dedikodu ve söylentilerin eksik olmadığı bir hayatı olmuştu Yılmaz'ın. Onunla ilgili yalan yanlış bilgiler edinip kötü düşüncelere kapılmamam için böyle söylemişti. Daha önce basına yansıyan ve benim de tanıdığım bazı kişilerle bir kavgaya karışmıştı adı. Ben de bu yüzden önyargılıydım ona karşı.
İlk gördüğüm andan itibaren, konuştuğumuz ilk dakika itibarıyla karşımda son derece kibar, nazik, duyarlı birini buldum. İlerleyen zamanlarda bana askerden uzun mektuplar yazarak kendini anlatıyordu. Onun düşünceleriyle, fikirleriyle, yapmak istedikleriyle sıra dışı bir insan olduğunu düşünmüş ve hayatında benim gibi birine ihtiyacı olduğunu anlamıştım.
Fatoş Güney ve Yılmaz Güney, Paris'te mide ameliyatı için hastanedeler.
"Benden sonra farklı bir Yılmaz Güney oldu"
Hep Yılmaz Güney'den öğrendikleriniz, onun sayesinde kendi kozanızdan çıkışınız, farklı dünyaları öğrenmenizden söz ediyorsunuz. Peki, Yılmaz Güney sizden neler öğrendi? Sizden sonra onun hayatı nasıl değişti?
Bunu keşke kendisi anlatabilseydi! Son derece farklı bir Yılmaz Güney oldu. Daha sakin, huzurlu ve kendi deyimiyle benden öncesini "milat" ilan eden farklı bir adama dönüştü. Benimle değişen düzeni onu rahatsız eden şartların ortadan kalkmasıyla tamamen rayına oturdu. Herkesin özlediği ve olmasını istediği bir birlikteliğe dönüştü ilişkimiz.
"Keşke yeni bir düzene geçmeyi başarsaydık"
Kitapta anlatılanlar darbeler, zorlu yıllar ve sürgün... Bugünün Türkiye'sinde, şartlarında bu kitabı kaleme almak size neler hissettirdi, düşündürdü?
Bu dönemde bu kitabı yazmak bana acı verdi diyebilirim. Nedeni bugün hâlâ devam eden baskılar, tutuklamalar... 12 Mart ve 12 Eylül'de cereyan eden olaylar beni bir yandan geriye götürürken diğer yandan da bu günlerin benzer gerçekleriyle yüzleşmeme neden oldu. Keşke geçmişte yaşananlardan kurtulup yeni bir düzene geçebilmeyi başarmış olsaydık.
Fatoş Güney, Elia Kazan, Yılmaz Güney ve Tuncel Kurtiz "Duvar" filminin setinde.
"Yılmaz Güney Müzesi için İmamoğlu ile görüştük"
Yılmaz Güney Vakfı kapanmak zorunda kalmıştı. Filmlerinin yok edildiğini ve akıbetinin de sorulmadığını anlatmıştınız. Vakıf yeniden faaliyete geçer mi? Yılmaz Güney arşivi ne durumda?
Vakıf, Yılmaz Güney filmleri televizyon kanallarında yayınlanmadığı için kapanmıştı. Tekrar faaliyete geçirmeyi düşünmüyorum. Ama onun yerine bir "Yılmaz Güney Kültür Sanat Merkezi" projemiz ve bir müze projemiz var. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu ile görüştük. Kendisinden bize bir yer göstermelerini istedik. Kendilerinden haber bekliyoruz.
(AÖ)