Metin Kaygalak’ın Ortodoks Oğlanlar için Fücur’da çok sevdiğim bir “çağrısı” vardır:
“Bana makul bir cümle bul / Devlet aklından mazur / Dökülüvermez dilinden biliyorum / Yok çünkü / İşte bu yüzden bana şiveyle gel / Ağzında bozuk bir aksanla öylece dur”.
Bu çağrı Türkçe yazan, yazarken o temiz Türkçeyi “bozmaya” kalkışan bir şairin başkaldırısı olarak çok önemlidir elbette.
Bu yazının derdi ise başkadır: Biz Kürtlerin trajedisinde bu kadar komik olan nedir?
Başka bir deyişle, bizim sorunumuz Türkçede bir şive olmak, yerel bir sevimlilik nesnesi olarak kalmak mıdır?
Dahası, neden buna çok gülüyoruz, komik olan ‘nedir’ sahiden?
İzlemeyenimiz yoktur internet mecrasında, yaşlı bir Kürt, bir yerlere “bakışını” anlatıyor: “Efendım, Antalya, İstanbul, Anqara, İzmir çox xoştur. Ama bena na! Bena na! Ben memur değilem, benim baxçe yox, ben memur değilım, maaşli değilım, baxçemız yox, evımız yox, hergün çalışıyor, hergün çalışma, birgün çalışma war, o gün yox. E nasıl idare ediyor? Ama Antalya orda Antalya sahıbi war, Istanbul orda Istanbul sahıbi war, öle değil mi?”.
Anımsarım, “çok komikmiş” diye ben de ilk defa izlediğimde gülemedim hiç, yutkundum, öfkelendim, küfrettim hatta. Daha sonra farklı yönleri üzerine “düşünerek”, evet hatta gülerek de seyrettim.
Peki neden? Neden bu ve benzeri yüzlerce video, konuşma vs durmadan dönüp duruyor aramızda ve neden bunlara en çok biz Kürtler gülüyoruz? Bu videodaki konuşmanın, hayata, başka hayatlara bakışın bize acı vermesi gerekirdi. Yoksulluğu, mahcup gülümseyişi, gülümserken muhtemelen dökülmüş dişleri görünmesin diye eliyle ağzını kapaması… Bunlara neden gülüyoruz? Şiveyle, ağızla, lokal bir farklılıkla konuştuğu için mi?
Bir arkadaşımın anısını aktardıktan sonra “hayır” diyeceğim bu soruya.
Bingöllü ve bütün “yerelliğiyle” Ankara’ya üniversiteye gelmiş ve yurtta ilk günleri. Oda arkadaşı uyandırıp “Kalk derse gidelim” diye zorluyor, gerisi birinci ağızdan:
“Ben de zaten uykuluyum ‘yaw walla edemiyorum’ dedim.
“Çok şaşırdı tabi, ‘Ne? nasıl yani ‘edemiyorum’? Hemen fark ettim ‘çok tuhaf’ bir şey söylediğimi ve şöyle izah ettim: ‘Yani canım hani mecalim yok, çok halsizim demek istedim’.”
Sadede “Hayır” ile gelelim artık çünkü biz bir şive veya ağızla konuşmuyoruz. Şive sanılan şeyin ardında başka bir dil ve doğal olarak o dilin mantığı var. Türkçede “Edemiyorum” lafı arkadaşımın kullandığı durum için kullanıldığında elbette ‘tuhaf’ ve komiktir.
Bir Kürt nerden çıkarır bu “tuhaflığı” peki?
Elbette Kürtçenin mantığıyla Türkçe konuştuğu için.
Kürtçede (burada Kirdkî) bir şey yapamamaya “Ez nişkena” diye başlarsın çünkü ve bunu doğrudan Türkçeleştirdiğinde “Edemiyorum” olur, tıpkı İngilizcede “I cannot” dendiği gibi.
Videodaki amcaya dönelim. Ne diyor aslında ‘Bena Na!’ ya da “Mi’rî nê!”: ‘İyi ama bana gelmez’, ‘güzel ama benim için değil’ ve bu Kürtçede ‘böyle’ söylenir.
Burada aslında iki sorunumuz var: Meseleye ‘bilimsel’ açıdan ne denir bilemiyorum, ama buna en azından bildiğimiz anlamda ‘şive’ veya ‘ağız’ denemez muhtemelen. Kürtçenin mantığıyla düşünerek Türkçe konuşmak diyelim biz şimdilik. Ve ‘komik’ meselemize gelelim sonra.
Bir film sahnesi düşünelim. Hadi kahramanımız da Türke aşık bir İngiliz olsun ve o çok romantik sahnede şöyle söylesin: “Seni severim bilirsin”. Bu İngiliz şivesi diyemeyeceğimiz, sevmeyi ve bilmeyi geniş zamanda çeken İngilizce mantığıdır evvela. Komik durur mu? Evet, haliyle. Biz de kendi ‘hallerimize’ gülüyoruz zaten, bir sorun yok. Asıl sorun bunun üzerine düşünme ihtiyacı duymuyor, egemen dilin şivesi, çevresi ya da komik yerelliği tanımlarına hiç itiraz etmeden gülüyor oluşumuzdur. Dahası, bu komik sahneleri çoğunlukla biz çekiyor, seyrediyor ve biz gülüyoruz zaten. Buna hiç aşina olmayan, dünyaya tertemiz Türkçesiyle merkezden bakan biri buradaki krizi, saçmayı, tuhaflığı “anlamıyor” ve bizim kadar gülemiyor elbette.
Bu olağan komikliğin ötesinde, bir sorunumuz daha var ki ‘gülünç olmak’ diyeceğim ben buna.
Neden Kürdün ‘bena na’sı İngilizin ‘seni severim’ demesinden daha ‘komiktir’?
Bunu izah edebilecek tek şey, Türkçe konuşamamanın sadece komik değil, aynı zamanda gülünç olmasıdır. Çünkü Türkçe Kürtlerin önüne sadece başka bir dil olarak değil, aynı zamanda bir uygarlık ölçütü, her halükarda hallolunması gereken bir problem olarak konula gelmiştir. Ve bir şeyi başaramadığımızda komik değil, gülünç de oluruz. Başarısızlık hallerimize en çok da biz güldüğümüze göre, bunu en az egemen olan kadar bizim de bir ‘sınav’ olarak görüyor oluşumuzu bilmek için sömürge psikolojisi üzerine uzun soluklu bir çalışma yapmamız gerekmiyor sanırım.
Diyeceğim nihayetinde, şive sandığımız şeyin ardında "ne ölü, ne yaşayan" bir dil var. Bana sadece 'şiveyle', "böyle gülerek gelme" bu yüzden.
"Nedir?" diyelim önce, sonra yine güleriz. Bak mesela bu da benim nenem’den. Doktor demiş ona, “Sigara içme artık teyze, ölürsün bak ölürsün!”.
Hadi onun cevabında saklı olan nedir, beraber bulalım:
“Ben ölmiş? Ölmiş Ölmiş, ya ne olmiş? (SG/HK)