*Fotoğraf: kayzspaceship
Boğaziçi Üniversitesi'ne 2 Ocak'ta rektör olarak atanan ve 15 Temmuz'da görevden alınan Melih Bulu'nun yerine vekaleten atanan Naci İnci de "Bulu'nun yönetim çizgisini" sürdürüyor.
Bulu'nun yardımcılığını üstlenen Gürkan Kumbaroğlu ve Fazıl Önder Sönmez de en az İnci kadar eleştiriliyor. Öyle ki akademisyenlerin rektör adaylarına ilişkin güven oylamasında İnci'ye yüzde 95, Kumbaroğlu'na ise yüzde 93 karşı oy çıktı.
Bir ayı aşkın süredir "vekaleten" yönetilen Boğaziçi Üniversitesi'nde yaşananları Ekonomi Bölümü Başkanı ve Üniversite Yönetim Kurulu (ÜYK) Üyesi Prof. Dr. Ünal Zenginobuz'a sorduk.
15 Temmuz'dan bu yana Boğaziçi Üniversitesi nasıl yönetiliyor?
Ortadaki sorunun iki boyutu var. Melih Bulu'nun yönetiminde çalışmayı kabul eden sadece üç Boğaziçi öğretim üyesi oldu. Bulu'nun 15 Temmuz'da görevden alınmasının ardından bu arkadaşlardan biri rektör vekili olarak atandı. Diğer ikisi de hem rektör yardımcılıklarına hem de Bulu zamanında sırf Senato ve ÜYK'de fazladan, mükerrer oy kullanabilmek için tüm akademik teamüllere aykırı bir şekilde vekil olarak atandıkları dekanlık ve enstitü müdürlüğü görevlerine devam ediyorlar.
Bulu sonrası yönetime vekalet eden bu grupla ilgili sorunun ilk boyutu, idari bilgi ve tecrübelerinin son derece eksik olduğunun ortaya çıkması. Mevzuat bilinmiyor, kanun bilinmiyor; bu kadar yıl Boğaziçi'nde görev yapmış olmalarına rağmen üniversitenin nasıl işlediği, iş yapış biçimleri, teamüllerinin bilinmediği, bilinenlerinin de içselleştirilmediği anlaşılıyor.
İdari bilgi eksikliğini ve tecrübesizliği daha vahim yapan ise bir üniversitenin nasıl yönetileceği, rektörün görev ve yetkilerinin ne olduğu konusundaki temel yaklaşım ve anlayış. "Rektörüm ben, amiriyim herkesin, ben ne dersem o olur" anlayışı. Bu anlayışla ancak bir askeri kışla yönetilebilir. Askerlik ortamına uygun olan komutanın bir dediğinin iki edilmemesidir. Ancak üniversite askeri kışla değildir.
Rektör vekili Naci İnci göreve geldiğinin ertesi günü teknik bir nedenle iki yılda bir yenilenen sözleşmeyle öğretim görevlisi kadrosunda 14 yıldır çalışmakta olan akademisyen arkadaşımız Can Candan'ı keyfi bir şekilde ve idari ve hukuki prosedürleri bir kenara bırakarak işinden attı.
TIKLAYIN - "Gerçeklere filmle tepki veren" bir akademisyen: Can Candan
TIKLAYIN - Can Candan: Mücadeleden vazgeçmemiz mümkün değil
Hukuksuzluk sürüyor
Rektörün yetkileri ve bu yetkilerin sınırları neler peki?
2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu rektöre çok geniş yetkiler vermekle birlikte mutlak yetki vermiyor. Belirli konularda Senato ve ÜYK açıkça yetkilendirilmiş, bu kurulların kararı olmadan rektör tasarrufta bulunamaz.
Naci İnci yönetiminde yalnız Boğaziçi'nde değil, Türkiye'deki diğer üniversitelerde de görülmeyen işler yapılmaya başlandı. Ben ÜYK'de Melih Bulu öncesinde Senato tarafından seçilmiş üye olarak hâlâ görev yapıyorum ve tüm bunlara birinci elden şahit oluyorum.
Örneğin, ÜYK toplantılarında ÜYK'nin yetki alanına giren bir konu görüşülüyor, görüşmenin ardından oylama yapılıyor, ÜYK Rektör Vekili Naci İnci'nin istemediği yönde karar alınca "Ben istediğimi yapacağım, rektör olarak yetkim var" diyor. "Yapmayınız" diyoruz, "Kanunlara aykırı hareket ediyorsunuz, böyle olmaz" demek zorunda kalıyoruz.
Aynı yaklaşım diğer iki rektör yardımcısında da var. Tutanaklara alınmamış kararlar yazılmaya çalışılıyor, bütün zamanımız ve enerjimiz bu olmayacak, akıl dışı tasarruflara engel olmaya çalışmakla geçiyor. Tutanakların doğru yazılmasını sağlamak için çırpınıyoruz, her toplantı tutanağı için uzun şerhler düşüyoruz.
Bulu zamanında başlayan, Senato ve ÜYK'de yapılan bir dizi hukuksuzluğa karşı idari mahkemelerde dava açmak zorunda kalışımız, İnci'nin vekaleti sırasında da sürüyor.
TIKLAYIN - Boğaziçi akademisyenleri nasıl bir rektör istiyor?
TIKLAYIN - Boğaziçi'nde "güven oylaması" sonuçlandı
Yetki kullanmada yasaya aykırı örnekler oldu mu?
ÜYK'nin açık yetkisi olan bir konuda aldığı bir kararın açıkça çiğnenmesine bir örnek, bir profesörlüğe yükseltme başvurusu hakkında ÜYK yaptığı kapalı oylamada ret kararı almış olmasına rağmen bu kararın yok sayılmaya çalışılması ve ilgili kişinin profesörlüğe yükseltilme işlemine girişilmesi.
Oysa 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 26. Maddesi açık bir biçimde "ÜYK'nin alacağı karar üzerine rektör yükseltmeyi yapar" diyor. Kanun ÜYK'nin sadece görüş bildireceği, nihai kararın rektörde olduğu durumları ayırt ederek açıkça yazıyor, belirli diğer durumlar için ise "ÜYK karar alır" diyor.
ÜYK'nin ret kararına rağmen rektörün yükseltme yapabileceğini çağrıştıracak bir şey bile yok kanunda. Burada konu ÜYK'nin aldığı yükseltme kararının doğru ya da yanlış olması değil, her karar her zaman tartışılabilir. Sorun, ÜYK'nın kapalı bir oylamayla tam yetkisi olan bir konuda aldığı bir kararı rektörlüğün keyfi bir şekilde yok saymaya çalışmasıdır.
Bu kanunları açıkça çiğnemekten çekinmemektir. Bu tasarruf Bulu zamanında İnci'nin rektörlüğe vekalet ettiği bir dönemde yapıldı, aynı anlayış Bulu sonrasında da devam ediyor.
Bu anlayışa ve bu anlayışın sonucunda ortaya çıkan kanunları çiğneyerek yapılan tasarruflara karşı, ÜYK'nın hükmi şahsiyetinin yok edilmesini önlemek amacıyla mecburen gereken her konuyu yargıya taşıyoruz, taşımak zorunda kalıyoruz. ÜYK'nın yükseltme kararı olmamasına, yükseltmeyi reddetmesine, üstelik toplantı tutanağında ret kararı yer almasına rağmen gerçekleştirilmeye çalışıldığı anlaşılan profesör atama işlemine karşı da yargıya başvuruldu.
2547 sayılı Yükseköğretim KanunuMadde 26 – (Değişik: 18/6/2008-5772/6 md.) b) Profesörlüğe yükseltilerek atama yapılabilmesi için: 2) Profesörlük kadrosuna başvuran adayların durumlarını ve bilimsel niteliklerini tespit etmek için üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsü yönetim kurulunca en az üçü başka üniversitelerden veya yüksek teknoloji enstitülerinden olmak üzere ilan edilen kadronun bilim alanıyla ilgili beş profesör seçilir. Bu profesörler her aday için ayrı ayrı olmak üzere birer rapor yazarlar ve kadroya atanacak birden fazla aday varsa tercihlerini bildirirler. Üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsü yönetim kurulunun bu raporları göz önünde tutarak alacağı karar üzerine, rektör atamayı yapar. | |
Kadrolaşma çabası
Melih Bulu sonrası keyfi yönetim girişimlerine bir diğer örnek, bir önceki toplantı gündemine son anda eklenen bir maddeyle Ankara'dan 600 kadro talebi yapılması yönünde bir kararın ÜYK'dan toplantının son üç dakikasında geçirilmeye çalışılması oldu. Son anda gündeme getirilen bu karar için sunulan belgeler eksik ve tutarlı olmaktan uzaktı.
Her şeyden önce, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 13. Maddesi'nde rektörün görevleri arasında "Üniversitenin yatırım programlarını, bütçesini ve kadro ihtiyaçlarını, bağlı birimlerinin ve üniversite yönetim kurulu ile senatonun görüş̧ ve önerilerini aldıktan sonra hazırlamak ve Yükseköğretim Kurulu'na (YÖK) sunmak" açıkça belirtiliyor.
Bu 600 kadroyla ilgili ise ne bağlı birimlerin ne Senato'nun görüşleri alındı. Kimsenin haberi olmamıştı böyle bir talep yapılacağından. Konunun aceleye gelecek bir konu olmadığını ve vekaleten yürütülen bir rektörlük altında kadro planlaması yapmanın zaten uygun olmayacağını hatırlatmamıza, en azından kanunda belirtildiği şekilde birimlerden ve Senato'dan gerekli görüşlerin alınmasından sonra ilerideki toplantılarda görüşülmesini istememize rağmen Naci İnci oylama yaptırmakta ısrar etti.
Bir gecede kurulan ve usulsüz bir şekilde kuruluşlarını yargıya taşıdığımız Hukuk ve İletişim Fakültelerinde bir an önce yoğun bir şekilde kadrolaşmaya yönelik olduğu izlenimi bırakan bu telaşlı girişim yapılan oylamada ÜYK tarafından reddedildi. Naci İnci oylama sonucuna rağmen kadro talebinde bulunacağını, buna yetkisi olduğunu iddia edebildi.
Yoğun itirazlarımız sonucu toplantı devam edemedi, düzensiz bir şekilde sona erdi. Daha sonra gelen toplantı tutanağından kadro talebi konusunda yapılan oylamayla ilgili gerçeği yansıtmayan bilgileri çıkarttırmayı başarmamıza rağmen Rektörlüğün, ÜYK'nin aksi yönde kararı rağmen Ankara'ya kadro talebinde bulunup bulmadığından hâlâ emin değiliz. Olacak işler değil bunlar.
TIKLAYIN - "Melih Bulu'yu görevden almak zorunlu hale geldi"
Bir gecede kurulan fakülteler yoluyla Boğaziçi'nde kadrolaşma çabasından başka hiçbir şekilde yorumlayamadığımız bir diğer ve çok somut bir girişim de Hukuk Fakültesi için tüm usul, kural ve teamüller çiğnenerek ilan edilen öğretim üyesi ve araştırma görevlisi kadroları konusu.
Melih Bulu'nun görevden alındığı günden hemen sonra Boğaziçi Üniversitesi'nin yetkili hiçbir kurulunun haberi olmadan Hukuk Fakültesinde istihdam edilecek üç öğretim üyesi ve üç araştırma görevlisi için Resmî Gazete'de ilan çıktı. Bu ilan ancak YÖK onayıyla çıkabilen bir ilanve kadro taleplerinin YÖK onayına gönderilmesinden önce ÜYK'den geçmesi söz konusu.
Melih Bulu ve Naci İnci'nin vekillik ettiği şu kısa süre dahil 2021 yılında şimdiye kadar Boğaziçi'nin farklı bölümleri için ÜYK'de görüşülerek kabul edilen ve YÖK'e gönderilen 73 olağan kadro kullanım izninin hiçbirine henüz YÖK tarafından olumlu ya da olumsuz cevap gelmedi. Bunlar Boğaziçi Üniversitesi'ne zaten tahsis edilmiş olan kadrolar, ama ilan edilip kullanılabilmeleri için yine de YÖK'ten ayrı onay gerekiyor.
Bu kadroların serbest bırakılmasına bağlı yükseltme ve atamalarla ilgili bölümler ile öğretim üyesi ve araştırma görevlisi adayları aylardır bekliyorlar. Örneğin, başkanı olduğum Ekonomi Bölümü'nün ÜYK'den geçip YÖK onayı bekleyen beş araştırma görevlisi ve üç öğretim üyesi için kadro kullanım izinleriyle ilgili hâlâ haber çıkmadı.
Hâl böyleyken sadece Hukuk Fakültesi için gerekli usul ve süreçler izlenmemiş olmasına, tüm kadro talepleri için istenen ÜYK kararı olmamasına rağmen YÖK tarafından kadro ilanına izin verildiği anlaşılıyor. Boğaziçi'nin hiçbir yetkili kurulunun haberi olmadan Hukuk Fakültesi için açılan bu kadrolarla amaçlananın ne olduğu hakkındaki yorumu okuyuculara bırakmak istiyorum.
Bu arada, Hukuk Fakültesi kadroları için usulsüz bir şekilde ilan çıkabilirken ÜYK'dan geçip YÖK'e giden ama bir türlü onay gelmeyen olağan kadro taleplerimizin akıbetinin YÖK'ten takip edilmesini Naci İnci'den istediğimizde, kendisi bize konuyla yeni rektörün ilgilenmesinin iyi olacağını söyleyebilmiştir.
Naci İnci'nin iki yardımcısıyla birlikte rektörlüğe vekalet ettiği dönemde üniversitenin nasıl yönetilemediğine dair son bir örnek de mezuniyet töreni diplomaları konusu. Melih Bulu henüz rektörken mezuniyet töreni Ağustos başında yapılacak şekilde planlanmıştı. O çerçevede Melih Bulu'nun adının rektör olarak yer aldığı diplomaların basıldığı anlaşılıyor. Melih Bulu'nun görevden alınmasından sonra tüm o diplomaların iptali gereğinin doğal olarak ortaya çıktığı, ancak yerlerine basılan diplomalarda Naci İnci'nin adının altına rektör vekili yerine rektör yazıldığı anlaşılıyor.
2020 yılında Cumhurbaşkanlığı tarafından yayımlanan resmi yazışma ve belgelerde yer alacak imzalarla ilgili yönetmeliğe açıkça aykırı olacak bu uygulamada ısrar edilip edilmeyeceğini bilemiyoruz.
Bu arada mezuniyet töreni tarihi birkaç defa değiştirilerek önce Ağustos sonuna, sonra da Senato'nun aksi yönde kararına rağmen Eylül'ün ilk haftasına alındı. Bu geç tarih bir dizi karışıklıklara yol açtı ve yurtdışına lisansüstü eğitim için gidecek birçok Boğaziçi mezununun mezuniyet törenine katılamayacak. Tabii mezuniyet töreni tarihi ve diplomalardaki imzanın ne olacağı konular yukarıda bahsettiğim çok ciddi sorunların yanında önemsiz kalıyor denebilir maalesef.
Özetle, Melih Bulu sonrası vekaleten rektörlüğü yürüten Naci İnci ve iki yardımcısının ne yapmaya çalıştıklarını anlamakta ben şahsen büyük güçlük çektiğimi belirtmeliyim. Maalesef üniversitemiz yönetilemiyor şu an ve bu ekibin Boğaziçi Üniversitesi'ni yönetebilecek idari ve genel tecrübesi, birikimi olmadığını açık bir şekilde görüyoruz.
Hasmane tutum
Teamül, usul, kural, hukuki düzenlemelerin göz ardı ederek hareket etmelerinin arkasında kısmen idari bilgi ve tecrübe eksikliği yatıyor. Ama ayrıca zaman zaman Boğaziçi'ne ve Boğaziçi öğretim üyelerine karşı hasmane olduğu izlenimi uyandıran bir tutum da karşımıza çıkıyor.
Bu hasmane izlenimi uyandıran tutumun nedenlerini bilemiyorum, ama her halükarda bir üniversite öncelikle kuruma ve içindeki kişilere karşı beslenen haklı ya da haksız duygularla değil; teamül, usul ve ilgili hukuki düzenlemelere uygun bir şekilde akıl ve mantık çerçevesinde yönetilmek durumundadır.
Her şeyden önemlisi de gerek Naci İnci'de gerekse yardımcılarında hâkim olan "Ben üniversitenin amiriyim, ben ne dersem olur, ben yaparım olur" anlayışının iflah olmasının mümkün görmüyorum ve o anlayışla da Boğaziçi Üniversitesi'nin yönetilmesi kesinlikle mümkün olmayacaktır.
Umuyorum, YÖK ve Sayın Cumhurbaşkanı bir kez daha üniversitemizi Melih Bulu dönemindekine benzer bir cendereye sokmayacaklar, Türkiye'nin en güzide üniversitelerinden birinin daha fazla tahribat görmesine razı olmayacak, yol açmayacaklardır.
İnci ya da Kumbaroğlu rektör olursa ne olur? Bu arkadaşlarımız maalesef büyük bir yanlış olduğu ilk günden belli olan Melih Bulu rektörlüğünün parçası olmayı kabul ettiler ve şimdiye kadar yaptıklarıyla öğretim üyelerinin, öğrencilerin, mezunların ve tüm Boğaziçi camiasının büyük tepkisini çektiler. Öğretim üyelerimizin çok büyük bir bölümü kendileriyle çalışmayı mümkün görmüyor. Bu şartlar altında bu arkadaşların rektörlüğü sadece bir zorlama olacaktır ve olumlu sonuç verme ihtimali yok. Bu arkadaşlardan birinin rektör olarak yer alacağı ikinci bir denemenin hem bu arkadaşlarımız hem de Boğaziçi Üniversitesi için Melih Bulu dönemi kadar olumsuz geçeceği şimdiden belli. Üniversitemiz Naci İnci ve Gürkan Kumbaroğlu'yla karşılaştırıldığında çok daha fazla yönetim tecrübesi olan ve öğretim üyelerinin birlikte çalışabileceklerini belirttiği çok sayıda rektör adayı çıkardı. Bu grubun hakkıyla değerlendirileceğine inanmak istiyorum, inanıyorum. | |
(DŞ)