Podcastler, paneller, söyleşiler ve son olarak Eylül ayı boyunca Beyoğlu’nda Sanat Kritik’te detaylıca hazırlanmış özel bir sergi…
Erkek egemen dünyada unutturulmaya çalışılan, üretimleri yokmuşçasına davranılan kadınlardan gazeteci yazar Suat Derviş, ölümünün 50. Yılında anılıyor.
Sanat Kritik ve İthaki Yayınları’nın ortaklaşa düzenlediği etkinlikler kapsamında Suat Derviş’in Feriköy’deki mezarlığında anma da düzenlendi.
21 Temmuz’daki anmada, Derviş’in şimdiye kadar mezarında olmayan “mezar taşı” da yerleştirildi.
Derviş’i hatırlamak, hatırlatmak için düzenlenen etkinliklerden biri de Beyoğlu’ndaki Sanat Kritik’teki “Ben Yazar Suat Derviş’im” isimli sergi.
Suat Derviş’in izinde, Serdar Soydan’ın yıllardır süregiden araştırmalarına dayanarak Seval Şahin’in desteğiyle hazırlanan serginin küratörlüğünü Eda Yiğit üstleniyor.
İthaki Yayınları’nın uzun bir süredir Suat Derviş’i merkezine alarak sürdürdüğü çalışma ve kitapları yeniden yayınlama sürecine paralel olarak geliştirilen sergide Derviş’in güncel biyografisi, yazarlık serüveni, dönemin gazetelerinden seçilmiş çeşitli röportaj serileri, çevirileri, roman tefrikaları, öykü ve romanlarının bir araya getirilmiş güncel bir listesi de yer alıyor.
Sergi bununla da bitmiyor.
Sanatçıların Suat Derviş ekseninde geliştirdiği yeni yapıtlar da dikkat serginin en dikkat çeken bölümlerini araştırıyor.
Emin Çelik, bu sergi için özel olarak ürettiği bir yerleştirme çalışmasıyla, Derya Ülker yazarın kitaplarından alıntıları kullanarak gerçekleştirdiği cama yazılama ve çizimleriyle, Zilberman Gallery’nin izniyle Eşref Yıldırım’ın tuval üzerine yağlıboya ve ip kullanarak 2018 yılında ürettiği bir Suat Derviş portresi sergi boyunca ziyaretçilerle buluşuyor.
Resmin ve yazının ortak ve temel aracı olduğunu düşünerek kara kalem ve mürekkebi kullanan Figen Aydıntaşbaş ise ürettiği desenler ile sergide yer alıyor.
Eylül ayı boyunca açık olacak sergi henüz, Suat Derviş’le tanışmamışlar için muazzam bir arşiv sunuyor.
Sergiyi, Seval Şahin anlattı.
Şu an burada onlarca kişi, heyecanla takip ettiklerini söylüyor. Siz ne hissediyorsunuz?
Biz bu ellinci yılı etkinliklerine Mayıs ayında başladık, panallerle. Panellerin ardından Derviş’in mezarı başında bir anma yaptık.
Anma, eski yıllara, geçen yıllara oranla daha kalabalıktı. Suat Derviş’in bir mezar taşı bile yoktu. İlk defa 50. Yıl dönümünde yayınevi sayesinde mezar taşı oldu.
Bu etkinlikleri de yayınevi ile beraber planladık. Ağustos ayında otuz iki kişi her gün Suat Derviş üzerine konuşuldu. Ve bir podcast serisi yaptık. Onlar da çok etkileyiciydi.
Sergi nasıl oluştu?
Serdar Soydan, sayesinde… Serdar'ın uzun yıllar Suat Derviş'in ve izinde bir dedektif gibi dolaşması, bütün bu kitaplarla bizi tanıştırması bitmeyen enerjisiyle ortaya çıktı. Soydan, daha birçok kitabıyla tanıştıracak bizi.
Hepimizi ayağa kaldırdı aslında Serdar'ın yaptıkları.
Son olarak 30 Eylül'de bir sempozyum yapacağız burada. Tek günlük bir sempozyum ve bir Ekim'de yine bir Suat Derviş paneliyle etkinlikler, bitecek.
Biz aslında en baştan beri bilerek unutturulmuş, yok edilmiş bir insana değerini vermek iade etmek istedik. Ve hani biz öyle bir şey yapalım ki neredeyse yılın yarısına yayılsın dedik, öyle de oldu. Biz istedik insanların gözüne gözüne sokalım.
Avrupa Pasajı’nda bu kadar büyük bir afişin olmasının nedeni de bu. Buraya gelen herkes önce onu görsün.
Mayıs ayından beri de panellere ve sergiye ilgi çok yoğun. Podcastler keza öyle. Bugün işte burası görüyorsunuz sergi bugün açıldı. Dünden beri sürekli insanlar geliyor ve sadece sergiyi gezmekle kalmıyorlar. Sürekli bize sorular soruyorlar.
Suat Derviş'le ilgili daha çok şey öğrenmek istiyorlar. Mesela Türkiye bir mağdur hikâyesi anlatmayı sever ve mağdur hikayesi dinlemeyi sever. Bu kadın mağdur değil. Hep güçlü.
Sizde nasıl bir etki bıraktı Suat Derviş?
Ben hep kendi ayakları üzerinde duran ve asla mağduriyeti kendisine paye etmemiş birisiyle karşılaştım. İnsanların bunu fark etmeleri benim çok hoşuma gitti.
Hep başkalarının mağduriyetini anlatmaya çalışmış. Hep bir dayanışma ve görünmeyen olup görünmeyeni göstermeye çalışmış.
Suat Derviş'in inanılmaz bir farkındalığı da var.
1930’lardan itibaren sadece bir komünist ve aktris değil bir feminist ve bunun çok farkında olan bir feminsit ve döneminin de farkında.
Saldırgan, haddini bilmez, erkek yazarlarına karşı da son derece güçlü argümanlarla hep ortaya çıkmış bir kadın.
Avrupa'da kitapları basılmış, farklı dillerde, Rusya'da kitapları yayınlanmış.
Siz ne düşünüyorsunuz sizce, özellikle mi “unutturulmak” istendi?”
Bütün kadın yazarlara yapılan sistematik yok saymalar, evet ona da yapılıyor.
Şunu merak ediyorum hani şu ana kadar kamuoyuyla paylaşılmamış kitaplarını, oyunlarını görebilecek miyiz?
Evet, çevirileri de yayınlanacak. Doğru. Yine Serdar Soydan'ın editörlüğünde devam edecek.
Bir de ayrıca "Aşk Romanları" diye yine bu bizim podcast serimizde Nergis Ertürk bir konuşma yapmıştı. Ayrıca kendisinin Birikim dergisinde çok güzel bir yazısı yayınlanmıştı.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Ebru Aykut en son yayınladığımız podcast serilerinden birisinde yine Fatmagül Berktay anlatmıştı. TKP kongresinde “Reşat Vaat Baraner'in karısı Suat Derviş” diye tanıtıldığında ayağa kalkıp “hayır ben yazar Suat Derviş” dediğini hatırlatmıştı. O ana bir selamla ben de “tüm oyunbozanlardan Suat Derviş'e şükranla” diye ben de öyle bitirmek isterim. Çok teşekkür ederim.
Suat Derviş hakkında
Gerçek adı Hatice Saadet Baraner'dir.Küçük yaşlarda Fransızca ve Almanca öğrendi. İlköğrenimini Kadıköy Numune Rüştiyesi'nde başladı. Ardından Bilgi Yurdu'nda eğitimine devam etti. 1927'de Berlin'de Sternisches Konservatuarı'na kaydoldu. Berlin'de edebiyat dersleri de alan Derviş, Scherl-Verlag, Mosse ve Ullstein gazetelerinde muhabir olarak kısa süreli çalıştı. 1933'te Türkiye'ye geri döndü. Son Posta, Vatan, Cumhuriyet, Gece Postası, Tan gibi gazetelerde çalışmaya başladı. Bu yıllarda yazdığı "Fatma'nın Günahı", "Onu Bekliyorum", "Biz Üç Kardeşiz" romanlarıyla tanındı.
1944 yılında tefrika edilen "Fosforlu Cevriye" romanı 1959 yılında Aydın Arakon tarafından sinemaya uyarlandı. Sonrasında "Fosforlu Cevriyem" adı ile 1969 yılında Nejat Saydam sinemaya tekrar aktardı. Şeker hastalığının vücudunda yarattığı tahribat sonucu kaldırıldığı hastanede 23 Temmuz 1972'de hayatını kaybetti. (Kaynak: https://www.tsa.org.tr/)
(EMK)