Roboski'den otuzuncu hayat hikayesi...
Ben Selman Encü'yüm;
Altı kardeşin sonuncusu, anne karnında yetim kalmış, dünyaya bahtsız başlamış garibin biriyim...
Yetmiş üç yılının kara kışında gözlerimi dünyaya açtığımdan beri babamın yokluğunu yüreğimin en derininde hissettim. Babasızlık bir insana kaç çeşit görünür bilmem ama herhalde hepsini bir bir yaşadım, bu yüzden kış mevsimini sevemedim...
Dilime pelesenk ettiğim, Hintlilerin "hayat zordur" sözü otuz sekiz yıllık ömrümün hülasasıdır...
80'lerde çocuk olmak, hele yetim olmak, hele Roboskîli bir yetim olmak çok çok zordu. Bunca müşkülün içinde okula gidebilmek, okuyabilmek mümkün değildi, okuyamadım...
Çocukluğumdan biriktirdiğim hatıralar, hep elem, hep keder...
90'lı yıllarda yaşamak ya göç etmekle yahut Roboskî'de kalıp korucu olmakla mümkündü. Göç, bin bir zahmetin peşpeşe geldiği bir ızdırap seferidir. Hele babasız bir aile için bir başka zordur, gidemedik. Roboskî'de kalıp korucu olduk...
Evlendim, artık yüreğimi yüreğine bağladığım bir eşim, bir evim vardı. İlk çocuğumuzun dünyaya gelişi ile sevincimiz omuzları çatırdatan ağır bir imtihanın sabrına bıraktı yerini, Esra'mız zihinsel engelli geldi dünyaya...
Bu arada eşimin de bacaklarına dert musallat oldu, neredeyse yürüyemiyor...
Üç yıl sonra korku ve ümitle ikinci çocuğumuz Ersin'i aldık kucağımıza, şükür ki o sıhhatli idi...
Ersin'den sonra bir oğlumuz daha oldu, kaderi ablasının kaderiyle eş... Dördüncü çocuğum daha ana rahminde yetim kaldı, onun da kaderi babasınınkine denk...
Çoluk çocuğun başını sokacağı bir ev yapmış, biraz borca girmiştim. Buralarda borç-harç yahut geçim derdi baş gösterdi mi "kaçağın yolu" görünür, bana da göründü...
Ben de seferden sefere giderdim. "Islığım karanlığa karışır, karanlık ıslığımdan korkardı..." Eve sağlam döndüğümde zaferden dönmüş gibi sevinç duyardım...
O gün, babasız doğduğum gün gibi kara kış vardı. Kan donduran bir soğuk, zifiri gecenin altına serilmiş kardan bir çarşaf... "Otuz dördün biri" olduğumu ölünce anladım, bir ölüm kervanında yol aldığımı ne bileydim...
Dönüş yolunda tepemize dadanan akbabalar gördüm, demir akbabalar...
Ölüm fermanımız ulaşınca pilotlara; beyaz dağları, uyur-uyanık bekleyenlerin uykularını ve zifiri karanlığı kana boyadılar... "Her el insanlığın mutluluğuna ya da sefaletine bir şey katar" demiş adamın biri, pilotun düğmeye basan eli sefaletimizi felakete çevirdi...
O günden sonra Roboskî'de elem ve keder bir veba gibi herkesin kalbini esir aldı, ama en çok benim ailemi...
Sakat bir anne, karnındaki bebeği, zihinsel engelli iki çocuğu ve 11 yaşındaki Ersin'le kalakaldılar...
Ersin daha 4. sınıfa gidiyordu, olaydan sonra okulu da bırakmış, kaçıp kaçıp eve geliyormuş... Böyle olsun ister miydim hiç?
Ben Selman Encü'yüm, nüfus kayıtlarında Selim yazılan...
Babasını anne karnında kaybetmiş, yavrusunu anne karnında yetim bırakmış bir yetimim... "Hayat zordur" demiş Hintliler, böyle bir ölmek daha da zormuş, bu ölümle anladım...
Kırk yaşına dört çocukla girecektim, karlar üzerinde kırk parça olsun istemezdim bedenim, ciğerime çektiğim cigaram ciğerimle beraber bir kayanın altında kaldı...
...
Belki kızacaksınız ama bir çift sözüm var;
Eğer beni öldüren bombalar adalet'i de öldürmediyse,
Adalet talep ediyorum...
Herkesin hakkı değil mi adalet?
Yoksa
O kocaman, pahalı bombalarını beni öldürmekte harcadığı için devletten özür dilemeli,
Hedefi şaşırmayıp beni öldürdüğü için Genelkurmay'a teşekkür mü etmeliyim?
* Roboskiye Adalet Platformu Uludere'nin bombalanarak öldürülen Roboski ve Gülyazılı 34 insanın hayat hikâyesini yayınlıyor. 34 gün boyunca her gün yayınlanan bu hikâyeler Cumhurbaşkanlığı Başbakanlık, Adalet bakanlığı ve İçişleri Bakanlığına faks ve mail yoluyla gönderiliyor.
** Tüm mektuplar için tıklayın.
*** Hikayeler bombardımanda katledilen köylülerin gerçek bilgileri kullanılarak yazılmıştır...